Uzak üzerine esintiler

'Uzak'ın Cannes'da aldığı ödüller nedeniyle Nuri Bilge Ceylan'ı ve filme emeği geçen herkesi kutlarım.

Ceylan'ın 'politik sinema ötesi' bir yaklaşımla ödüle uzanması da gözlerden kaçmamalı.

Kim ne derse desin, Cannes 'dünya sinema cemaati' açısından önemli bir yarışma. Her yarışmada olduğu gibi lobi faaliyetleri, ilişkiler, 'al gülüm-ver gülüm' Cannes'da da geçer akçe ama, önemli olan sonuç.

'Uzak' filmi üzerine Avrupa basınında, internette çıkan yorumlar Cannes'ın önemini bize bir kez daha vurguluyor, gerisi laf!

Ceylan'ın müzmin muhalif tavrı, ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada Yılmaz Güney'e gönderme yapması, devletin onu kutlamamasını gerektirmezdi.

Daha düne kadar 'şeriat devletine özendirme' suçuyla mahkemelerde yargılananlar, bugün devletin en üst makamları ile el ele, kol kola mutlu bir hayat sürmüyorlar mı?

Ceylan'ın tavrında da anlamadığım yanlar var. Madem 'kahraman olmak' istemiyorsun niye Cannes'da ödüle başvuruyorsun? Ödül alınca 'kahraman' olacağını bilmiyor musun? Madem kimse izlemesin diyorsun niye sinema yapıyorsun? Yap filmini, otur evinde, kendi başına izle o zaman!

Uzak üzerinden 'sistem' tartışmasına girenler, 'gişe' filmlerine, pazarlamaya, reklama, halkla ilişkilere kinlerini kusma fırsatı elde edenleri de anlamam mümkün değil!

Neymiş 'Uzak' izleyiciyi 'tüketici' haline getiren 'Hollywood' egemenliğine indirilen darbe imiş!

Bütün filmler 'Uzak' gibi olsa izleyici 'tüketici' olmayacak mıydı?

Bütün filmler 'Uzak' gibi olsa sinema çok sıkıcı bir şey olurdu, sinema kendini tekrar ederdi.

Önce sinemanın 'fenomolojisini' (demek istediğini) iyi öğrenmek ondan sonra sistem tartışmasını 'gişe' filmleri üzerinden yapmak lazım.

Uzak'a ödül aldıktan sonra gittim.

Sinemada, bir şey olsun diye bu kadar beklemek beni yoruyor, kusura bakmayın. Ceylan sessizliği konuşturmuş, uzun uzun planlar kullanmış, benim düşünmemi istemiş, güzel güzel kareler yakalamak istemiş, doğallık ön planda olsun istemiş. Gerçek hayatta ne varsa perdede o olsun istemiş. Tüm bunları biraraya getirince de iki saatlik yarı-belgesel memleketimden insan manzarası ortaya çıkmış.

Ceylan'ın insan ilişkilerindeki sıcaklığı ortaya çıkarmasını çok sevdim, perdeden yansıyan 'ince alay'ı çok sevdim. Bu duyguları izleyende yaratmak üç şey ister kabul ediyorum. Zeka, ustalık ve samimiyet. Ama ben de samimiyetle söyleyeyim, her şeye rağmen hayat Ceylan'ın resmettiği kadar 'durgun' değil.

Hayatın çok güzel yönleri var, düşlerim var. Ben sinemada hayatın güzel yönlerini görmeyi, düşlerimin farklı beyinler tarafından nasıl gerçekleştirildiğini görmeyi seviyorum.

Bir filmin Hollywood filmi olması ya da 'bağımsız' sinemacılar tarafından üretilmesi hiç umurumda değil.

Sinemanın kaynağı ne olursa olsun, bana bunları 'desin' istiyorum. Uzak, bana çok uzak değil, bunu biliyorum. Ama şundan da emimim, Uzak, benim filmim değil.

Sinan Engin’e çok kızdım

Beşiktaş'ın 'tartışmalı' menajeri Sinan Engin Haftalık dergisine verdiği röportajda şöyle demiş: 'İkinci evliliğim dönüm noktası denebilir. İkinci evliliğim ve kızım çok şanslı geldi bana'.

Emin olun çok kızdım bu açıklamaya. İnsan biraz düşünür de konuşur. Kendimi Sinan Engin'in Seda Sayan'la evliliğinden olan 12 yaşındaki Oğulcan'ın yerine koydum. Böyle bir açıklamayı okusa bu çocuk ne düşünür? Sorgulamaz mı varlığını? Sorgulamaz mı babasının hayatındaki yerini?

Çok kızıyorum çok. Ayrıldıktan sonra çocuklarına önem vermeyen, onları görmezden gelen, insan yerine koymayan 'egoist' anne ve babalara çok kızıyorum, hatta nefret ediyorum. İnsan ayrılır ayrılır, buna diyeceğim yok. Ama kimsenin ayrıldığı karısına ya da kocasına duyduğu kini çocuğundan ya da çocuklarından çıkarmaya hakkı yok. Yaparken bağ, ayrılınca dağ olmamalı.

Anne ve babalarına yaşattıkları benzersiz duygular nedeniyle, her koşulda, çocuk denilen yaratıkların sonsuza kadar sevilmeyi ve bu sevgiyi hissetmeyi hak ettiklerini düşünüyorum.

(Niye bu kısa hayatta insan ayrılmasına rağmen hálá 'tarih' olmuş biriyle didişir onu da anlamam ya!)

Mengen'i unutmayalım...

İki haftadır Amasra anılarımı yazıyorum. Mengen'de verdiğimiz yemek molasından söz etmeyi unutmuşum. Onu da paylaşayım da kare as tamamlansın.

Mengen'den geçerken doğal olarak karnımız acıktı. Mengen deyince akılımıza ev yemeği gelmesi nasıl bizim suçumuz olabilir?

Mengen'den Bartın'a doğru yol alanlar 'Müdür' isimli lokantayı bilir. Çünkü bu lokanta yolun sağında kalır. Biz değişiklik yaptık yolun solundaki 'Konak Restaurant'ı seçtik.

İçeri daldık. Abdurrahman Usta, beyazları çekmiş, yemeklerin başında bekliyor. Birbirinden değişik yemekleri görünce 'Usta' dedik 'Sen ortaya hepsinden tadımlık attır yoksa dillerdeki 'bir yer şişme' olayı gerçek olacak!

Önden süper bir işkembe çorbası içtik. Sonra Mengen peynirli piliç sarma, etli sarma dolma, Mengen peynirli çömlek kebabı ve Mengen peynirli ıspanaklı kebap. Ayran dahil hepsi tek kelime ile şahane idi.

Müdür ve Konak arasındaki fark şu. Müdür'de içki servisi var, Konak'ta içki servisi yok. Eğer içki ya da içkisizlik önemli ise anımsatıyorum.

Konakçılara bir uyarı: Biraz lavabo ve tuvalet kısmınına dikkat etseniz iyi olur. Bu tür yerleri temiz yapmak değil, temiz tutmak önemli.

Teşekkürler Gürdal Abacı

Siz 'eğlence' İstanbul'da olur sanıyorsunuz ama bir Eskişehir'e gidin de 'eğlence'yi görün.

Hayal Kahvesi'ni görün, Buda'yı görün, Doors'u görün. Abartmıyorum. İstanbul'da Doors gibi bir eğlence kompleksi varsa ne olayım. Hakkaten ne olayım?

Gürdal Abacı... Eskişehir'in yetiştirdiği genç işadamlarından. Eskişehir onunla ne kadar gurur duysa az. Doors neredeyse 100 yıllık bir eski kereste fabrikasından bozma. Açık-kapalı alanın tamamı 13 bin metrekare.

Gürdal almış köhne mekanı aslına uygun dekore etmiş. Dekorasyonda bir gemi enkazından yararlanılmış ve 'Erzincan'dan 120 yıllık dev bir kapı getirme' gibi hoşluklar yapılmış.

Doors'ın içinde 1000 metrekarelik kapalı bir tesis var. Boşken de doluyken de çok etkileyici. Cumartesi oradaydım. İğne atsan yere düşmeyecek haldeydi. Sordum, 1000 kişi varmış. Ankara'dan, Bursa'dan, Kütahya'dan gelen insanlar yiyor, içiyor, sahnedeki genç şarkıcıya ve orkestraya eşlik ediyorlardı.

Sonra Tike'den iyi olmasın bir de et lokantası yapmış Gürdal. Ustası da Tike'den transfer. Gavur dağı salatası dahil her şey dört dörtlük.

Bir de balık lokantası var komplekste. Ancak balık lokantası et lokantasına göre daha az tercih ediliyormuş. Bu mekan toplu yemeklere açılmış. Ne anlasın İç Anadolulu balıktan değil mi? Siz anlıyorsanız deneyin, balık lokantası da süper.

Doors'da sözü edilecek diğer iki mekan Nargile Evi ve Şarap Evi. İkisini de denemedim. Şarap Evi'ne gidenler 'keyifli' zaman geçirdiklerini söylüyorlar. Günahı onların boynuna.

Akşam üstü Doors'un açık mekanında laflayıp, iki yudum bir şeyler parlatmak ise gerçekten çok keyifli.

Gürdal, bu tesise bir milyon dolar yatırmış. Şu anda 80 kişi çalışıyor. Bu zamanda yaklaşık bir milyon doları, gözünü kırpmadan bir eğlence kompleksine, hem de Eskişehir'de bir eğlence kompleksine gömmek için insanın 'radikal' olması gerekir. Bence Gürdal'da böyle bir 'radikal'lik var. Türkiye'ye de böyle 'radikaller' lazım.

Teşekkürler Gürdal... Türkiye adına, Eskişehir adına...

Biraz senfoni alır mısınız?

Günaşırı 'ay senfonim geldi' deyip senfoni dinlemek gibi bir alışkanlığım yok. Beatles, Pink Floyd gibi ünlü grupların ağızlara pelesenk olmuş şarkılarının klasik batı müziği enstrümanları ile yorumlanmasına hep bayılmışımdır. Bu nedenle 'The Queen Symphony'yi rafta görür görmez aldım. Beni çeken 'senfoni'nin başındaki 'Queen' sözcüğü oldu.

Sonradan öğrendim ki, bu senfoni ısmarlama bir senfoniymiş. Ünlü müzik yapım şirketi EMI, Kıbrıslı besteci Tolga Kaşif'e ısmarlamış, Kaşif de ortaya Queen temalarının ve Freddie Mercury'nin ruhunun saklı olduğu çok sıkı bir senfoni çıkarmış.

Mercury hayranlarının haberi vardır ama duymayanlar sakın kaçırmasın, üzülürler. Andante dergisinin şubat-mart sayısında Füsun Koçoğlu Tolga Kaşif ile bir söyleşi yapmış.

Bakın Kaşif 'Neden koro kullandınız? Freddie'nin sesi ile bir bağlantı mı?' sorusuna yanıt verirken Mercury'den nasıl söz ediyor:

'Aslında eserde şarkı sözlerini doğrudan kullanmak istemedim. Çünkü hiç kimse Freddie'nin etkisine ulaşamazdı. Grubun dört kişiyle ulaştığı 'volume' çok güçlü. Koroyla epik bir etki yaratmaya çalıştım. Freddie operayı çok severdi. Ayrıca baleye de düşkündü. Bunu herkes bilmez ama Freddie Mercury çok kültürlü bir adamdı. Onun üstün ve abartılı olduğunu düşünüyorum. Senfoni de böyle olmalıydı. Koronun insan sesi bağlantısı olarak yer almasını istedim. Soyut vokaller yazdım. Böylece dil engeli ortada kalkmış oldu'.

Görüyor musunuz Mercury'nin sesinin yerini tutacak ses bile yok! Büyük adamdı Freddie, büyük gruptu Queen. Kabul etmek lazım.

Cuma Takıntısı

Ali Kocatepe'nin yeni çıkan 'Yarınlar meçhul, bugün var' albümünü dinliyorum. Dinledikçe hoşuma gidiyor. Bu kadar Türkçe engelli arasında Kocatepe'nin düzgün Türkçesi'ne hayran olmamak mümkün değil. 'Bir Küçük Ayrılık' isimli şarkıyı çok sevdim. 'Hey Gidi Dünya Hey'i amma da özlemişim!

Cuma LAKIRDISI

En büyük aldanma, başkalarını aldattığını sanmaktır.

(
La Rochefoucauld)
Yazarın Tüm Yazıları