Gizli devrim

BAKIN büyük kulüplere... Eğer çalkantılı bir dönem geçirmiyorlarsa ya da seçim arefesi değilse, asla istikrardan taviz vermiyorlar.

Transfer konusunda da seyircinin heyecanının azalmasını kriter alıyorlar. Durup dururken transfer yapmıyorlar.

Eğer bir futbolcularıyla problem yaşıyorlarsa öncelikle problemi çözme yoluna gidiyorlar. Bakınız C. Ronaldo ve kulübü Manchester United’a ya da Milan ve futbolcusu Kaka’ya... Bunun dışında her yıl yap boz yapmamak için transfer konusunda giderek küçülüyorlar. "Küçülüyorlar"ı şu manada kullanıyorum; eğer çok gerekliyse ya da rekabet icabı bir transfer gerekiyorsa bir ya da iki transfer yapıp konuyu kapatıyorlar.

Gelelim Fenerbahçe ve diğer kulüplerimize. Hep şuna alıştırıldık; sezon biter ve o sezon kimler iyiyse kulüpler o oyuncuları transfer etmeye çalışırlar hatta kaçırırlardı. Her sezon minumum 6-7 oyuncu alınırdı... Hele kulüp bir sezonu beklentinin altında kapadıysa vay haline...

Tümden transfer yapılır ve takım değiştirilirdi... Bu alışkanlık sanırım futbol kamuoyunun da ruh haline yansımış durumda. Basınımımız her gün transfer yapıyor, kulüplerimiz her gün transfer yapıyor, sokaklarda, "Duydun mu şu şunu almış" asparagasları konuşuluyor. Belki de toplumun böyle bir şeye ihtiyacı var...

Umutlanmak istiyor... Tuttuğu takıma çok iyi bir star gelmese bile, geleceğinin haber olması onu mutlandırıyor...Ama ne yazık ki bu beklentiyi yükseltiyor. Teknolojiyle bir parmak ötemizde duran Avrupa kulüplerini izliyoruz ve biz de istiyoruz...

Bu durum son derece yanlış. Bir kulüp her sene transfer yapmak mecburiyetinde değildir. Fenerbahçe Kulübü resmi internet sitesinden açıklayınca çok sevindim. Transferi kapadıkları yazıyor. Herkes haberi bu şekilde okudu. Ama ben bunun tüm baskı unsurlarına rağmen yapılmış bir devrim olarak görüyorum. Fenerbahçe kulübü seyircine transfer yapmayacağını bildirdi. Düşünsenize böyle bir açıklamanın çok değil 10 yıl önce yapıldığını... Kulübü taşa tutarlardı...Fenerbahçe’nin bu gizli devrimini yürekten destekliyor ve de kutluyorum...

Show must go on

YUKARIDAKİ başlığı iki nedenle kullandım. Birincisi; Karşılaşma başlamadan önce okul tarafındaki tribünde dev bir pankart açıldı. Bu pankartta "Show must go on" (şova devam) yazıyordu. Aynı anda stadın hoörlerlerinden efsane grup Quin’in sesinden Show must go on şarkısı çalıyordu. Hem işitsel hem de görsel anlamda çok keyifli bir görüntüydü.

İkinci neden ise Fenerbahçe’nin -altını çizerek söylüyorum- hala hazır oymadığı halde Avrupa serüvenine devam ediyor olmasıdır.

Yani bir bakıma "Şovun devam ediyor olması."

Biraz sabır

FENERBAHÇE sahaya, "Ben bu takımı eleyeceğim" diye çıktı. Hem bir önceki karşılaşmada riskli bir sonuç (2-2) vardı, hem de 3 gün önceki G.Antep maçında ortaya konan futbol hiç de iç açıcı değildi. Bu küçük iş kazasından dolayı Fenerbahçeli futbolcular taraftarlarından bu maçı kazanarak özür dilemeliydi. Ve böyle de oldu.

Ancak, "Fenerbahçe tat verdi mi" diye sorarsanız, maalesef Fenerbahçe tam kıvamına gelmiş durumda değil. Ortaya konan oyunun sistem olarak tam oturmadığı gözle görülüyor. Ama benim dikkatimi çeken bir başka önemli konu takımın kondisyonu. 70. dakikadan itibaren oyundan düşmüş ve yorgun bir Fenerbahçe vardı sahada. Ama her zaman söylediğim gibi biraz sabır gerek.

Maçın şarkısı:

Disco disco partizani (Bu konudaki ısrarımı kırmayan Fenerbahçe Stadı’nın müzik yetkilisi Hakan kardeşime teşekkürler)

Maçın 3 adamı:

1- Semih 2- R. Carlos 3- Volkan

Maçın uyarısı:

F.Bahçe kondisyona dikkat.
Yazarın Tüm Yazıları