“İşkembeciler”in kentinde Kanarya Ejderha’ya karşı

Futbol kadar üzerinde argo deyimle “geyik” yapılabilecek ne olabilir?

Haberin Devamı

Sevdalıları ve meraklıları hiç sıkılmadan saatlerce futbol üzerine konuşabilirler. Topu topu 90 dakikalık bir maç hakkında birkaç 90 dakika nefes almadan konuşabilir ya da konuşulanları dinleyebilirsiniz.

Biz de Porto’da öyle yapıyoruz.

Futbol, bir yanıyla da günlük yaşamın “sevimsiz gerçekleri”nden tutku dolu ve mutlu bir “kaçış” sayılabilir mi acaba?
Porto’da kahvaltı masasında yanıbaşımda oturan “hasta Fenerbahçeli” (hasta olmasa bugün, bu saatte Porto’da ne işi olabilirdi zaten) emekli vali, Salazar’ın “Portekiz’i on yıllarca 3 F ile idare ettim; futbol, fado, fiesta” sözünü hatırlatıyor.

Ne ilginç, Portekiz’i yaklaşık 40 yıl, 1932’den 1968’deki ölümüne yönetmiş olan, hatta 1974’de “Estado Nova” (Yeni Devlet) adlı rejimi bir “devrim”le yıkılana dek ölümünden sonra altı yıl daha yönetmiş sayılan diktatörün ülkesindeyiz ve futbol nedeniyle oradayız.
Emekli ve hasta Fenerbahçeli valinin hatırlatmasına itiraz ediyorum. Salazar’ın bu sözü özellikle bizim gençlik yıllarımızda benim de içinde aktif biçimde yer aldığım Marksist solcu çevrelerde futbola “kitlelerin afyonu” muamelesi yapılır, ona olumsuz bir anlam yüklenirdi. O yıllarda da, futbolun “sadece futbol olmadığını” biliyor değildim ama bir tür önseziyle futbolun “kitlelerin afyonu” gibi aşağılamayı hak etmeyecek cazibesinin farkında, tutkulu bir futbol (ve Fenerbahçe) sevdalısıydım.

“Futbol da, kökeni ilk çağlara giden ‘şenlik’ yani fiesta da, buraya Portekiz’e ait müziği fado yu dinlemek de insanlara mutluluk veriyor. İnsan mutluluğu niçin afyon sayılsın ve diktatörlüklerin bir yönetim biçimi olsun ki? Hem en ileri futbol ülkelerinin –tümü değilse de- bir çoğunun demokrasilerle yönetilen, gelişmiş, zengin ülkeler olduğu gerçeğini nereye koyacağız?”

Kaldı ki, Salazar, “istikrar” ve “ekonomik gelişme”ye öncelik vererek “otoriter” bir rejimle Portekiz’i onlarca yıl yönetti ama bir “faşist diktatör” olduğu hayli su götürürdü. Koyu bir Katolik muhafazakar, bir monarşist idi. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya ile saf tutmadı. Tıpkı, İsmet İnönü gibi tarafsız kaldı. 1949’da Portekiz, NATO’nun kurucu ülkelerinden oldu. Sovyetler Birliği’ne şiddetle karşıydı. Ülkesinde komünistlere göz açtırmadı ama faşist partiyi de kapattı.

Porto’da Portekiz yakın tarihine biraz dalınca, bizde bugünkü Ak Parti ile Salazar arasında çarpıcı ortak “genetik-kültürel” özelliklerin farkına varıyorum.

En iyisi burada durayım. Bunlar karmaşık ve tartışma gerektiren konular. Beni Porto’ya getiren “sevda”ma geri döneyim...

Haberin Devamı

***                  ***                ***

Haberin Devamı

“Acaba” diye soruyorum kendi kendime, “Portekiz’deki 3 F’den Türkiye’de olmayan hüzünlü Portekiz müziği fadoyu düşürsek ve yerine Fenerbahçe’yi ikame etsek; Türkiye’yi 3 F ile yönetmek fena mı olurdu yani?”
Futbol, fiesta ve Fenerbahçe!

Son ikisi, fiesta ve Fenerbahçe zaten eş anlamlı gibi. Fenerbahçe bir şenlik hali çünkü.

Dedim ya, “futbol geyiği”ne girdik mi, bitmez. Kendine özgü bir doğası olan çok zevkli bir şey. Belki de futbol kadar “eşitlikçi” hiçbir başka alan yok. Futbol; sosyal sınıf, gelir, etnisite, din-mezhep gibi tüm farklılıkları yatay kesen ve kendinde eşitleyen bir yapısından ötürü yerkürenin her yerinde en sevilen konu olmalı.

Öyle ki, futbol ve tuttukları takım söz konusu olunca, işçisinden işverenine, devlet adamından kapıcısına, generalinden küçük esnafına kadar binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca ukala “teknik direktör” var. Ukalalık bile sayılmaz. Takım tertibinden, oyun düzenine, maç taktiğine kadar, her konuda her birey kendisinde bu konuda fikir yürütmek ve eleştiri yapmak için bir “doğal yetki ve hak” görür.

İstanbul Sabiha Gökçen havaalanından Fenerbahçe futbol takımını Porto’ya götürecek uçağa adımımı attığımda, gözüme, uçağın ilk sırasında sol koridor koltuğunda oturan Fenerbahçe’nin Teknik Direktörü Luis Aragones ilişti. Üç ay önce İspanya’yı 44 yıllık bir aradan sonra Avrupa Şampiyonu yaparak, ismini futbol tarihine geçiren tüm dünyada ün kazanan hoca.

Tüm ömrü oyunculuk ve son olarak Avrupa Şampiyonluğu ile taçlanan teknik direktörlük kariyeriyle geçmiş 70 yaşındaki futbol adamı, önüne defterini açmış Fenerbahçe-Porto maçının kadro ve oyun planları üzerinde çalışıyordu. Aragones’in çalışmaları 5 saate yaklaşan uçak yolculuğu ve Porto’da geçen her dakikada devam etti. Ben bu yazıyı yazmak amacıyla otel odama çıkarken, Aragones, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ile otel lobisinin bir köşesinde oturmuş, elinde kağıt-kalem yine aynı konuda kafa yoruyordu.
Ne gam. Türkiye’de ve dünyanın herhangi bir köşesinde Fenerbahçeli ve Fenerbahçeli olmayan milyonlarca kişi, Porto maçı ve oynanacak nice maçın ardından onu “teknik açı”dan eleştirmeye hazırdı.

Futbolun bu acımasız ama eşitlikçi hoş yanına Porto’da bulunan Fenerbahçeli bir üst düzey kamu yöneticisi ironiyle işaret etti: “Bizim evdeki hizmetçi, camı doğru dürüst silmiyor. Yani işini doğru dürüst yapmıyor ama hocayı (Aragones) takım tertibi ve taktik konusunda yerden yere vuruyor!”

Haberin Devamı

***               ***              ***

Fenerbahçe, Avrupa Şampiyonlar Ligi’ndeki yani dünya futbolunun “elit sınıfı”nda yarışan Türkiye’nin tek takımı. O nerede, biz (“ben de” demek istedim) oradayız. Şimdi de Porto’da.

Os Tripeiros’un şehrinde. Douro nehrinin Atlantik Okyanusu’na açılan ağzına kurulu ve 1996’dan bu yana UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası” olarak koruma altına alınan Ortaçağ mimarisini aynen koruyan bu güzel Kuzey Portekiz şehrinin simge yiyeceği işkembe. Evet, “Tripas a Moda do Porto” (Porto usülü işkembe) olarak bilinen işkembe ve o nedenle Porto’lulara Os Tripeiros (işkembeciler)
deniyormuş.

“İşkembeciler”in defalarca Avrupa, Süper Kupa ve Kıtalararası futbol şampiyonluğu kazanmış takımları F.C. Porto’nun lakabı ise “Ejderhalar”. Bir mimari sanat eseri olarak övündükleri gerçekten güzel stadyumlarının adı ise Estadio do Dragao (Ejderha Stadyumu).
Bizdeki Şükrü Saraçoğlu, ne kadar itici bir isim ise, Porto’daki o kadar çekici. Ve, bizim “Kanaryalar”, buradaki “Ejderhalar” karşısında.
Porto, başkent Lizbon’la oldum orası rakip ve ondan hiç haz etmiyor. Kendisini Portekiz’in ekonomik merkezi sayan Porto’da bir yaygın deyiş var: “Porto çalışır, Braga dua eder, Coimbra araştırır, Lizbon parayı cebine indirir.”  Türkiye’de İstanbul ilk üçünü birden üstlenebilir. Lizbon yerine Ankara sözcüğünü yerleştirebilirsiniz.

Bir “Kanarya” olarak “Ejderha”ların şehrine konmak ne keyif. Ne Deniz Feneri davası, ne Tayyip Erdoğan’ın salvoları, ne AIG’in durumu, ne Lehman Brothers’ın batışı, ne Merrill Lynch’in çöküşü. Futbol bu. Porto’da Fenerbahçe ile. Fiesta.

Bu “geyik” bitmez...       

Yazarın Tüm Yazıları