Türkiye-Suriye-İran: Ankara yerine Bodrum-İstanbul

Artık kafamızı yavaş yavaş “kapatma davası”ndan kaldırmamız, “Ankara gündemi”nden çıkmamız gerekiyor.

Haberin Devamı

Türkiye’nin her yönde ve her konudaki enerjisini, bu dava, yeterince tüketti. Ve, neticelendi. İktidarı devirme işlemi –uluslararası sistemin de isteği uyarınca- yerine gelmedi.

Önümüzdeki dönem, Türkiye’nin uluslararası politikadaki profilinin daha da belirgin hale geleceği kritik bir dönem. Uluslararası politikanın “kavşağı” birçok kez olduğu gibi yine Ortadoğu. Ve, Ortadoğu diplomasisinde “işlevsel” her kim ise, onun profili, ister istemez, uluslararası politikada daha belirgin hale gelir.

Türkiye, iktidar devirme projelerinin gölgesinden kurtulduğu ölçüde, Ortadoğu diplomasisinde profilini daha da parlatacak. Ardarda iki gelişme, buna şimdiden işaret ediyor:

  1. Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün Bodrum’da bir araya gelmesi;
  2. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile haftaya İstanbul’da bir “çalışma ziyareti”nde buluşacak olmaları.

Garip bir ironi; siyaset Ankara dışına taşındığında, Bodrum’da olsun, İstanbul’da olsun, Türkiye’nin “işlevselliği” artıyor!

Haberin Devamı

 

***              ***                 ***

 

Suriye, şu anda Ortadoğu politikasının “jokeri” görüntüsüne büründü. Irak Savaşı’nın ardından ABD’nin, ucunda Şam’daki “Baas azınlık rejimi”nin devrilmesini de gündemde tutan“Suriye’yi tecrit” politikası beş yıl sonra her yanından su alıyor. Başşar Esad, uluslararası siyaset sahnesine “geri dönüş” yapıyor.

Suriye Devlet Başkanı, kısa süre önce Batı’da ilk kez göründü ve Paris’te yapılan Akdeniz Birliği Zirvesi’nde kendisini “tecrit politikası”nda Washington’la işbirliği yapmış olan Fransa tarafından gayet sıcak bir karşılamaya tabi tutuldu.

Başşar Esad’ın “artan önemi” ve “yükselen profili”, esas olarak, İsrail ile Türkiye aracılığıyla yaptığı “dolaylı görüşmeler” sayesinde. Başşar’ın İsrail ile “masaya oturma” amaçlı ve Türkiye’nin “orkestra şefliği”nde yürüttüğü temaslar, “uluslararası camia”nın desteğini aldı. Rusya, tekrar Şam’a açılmaya çalışırken, Körfez’deki Arap ülkeleri, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt, Suriye’ye para dökmeye başladılar.

Bu “yakınlaşma” bir yanıyla ABD’nin “Şam’ı tecrit politikasının sökmediğini” gösterirken, diğer yanıyla ise ABD’nin “stratejik çıkarları doğrultusunda” adımlara işaret ediyor. Körfez Arap ülkelerinin Şam yönünde hareketlenmesi, İran’ın Ortadoğu’da tüm Sünni rejimleri tedirgin eden ölçüde ağırlığının artmasından kaynaklanıyor.

Haberin Devamı

Söz konusu Sünni Arap rejimleri, -yine ironik biçimde- İsrail ile aynı gerekçelerden ötürü, Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmaya çabalıyorlar. İran, İsrail nezdinde bir numaralı “tehdit unsuru”, keza bölgenin Sünni Arap rejimleri için de, açıkça ilân etmeseler bile, öyle.

Bölge dengesinde özel ağırlık taşıyan “Suriye-İran ekseni”nin Suriye ayağı, Tahran’dan ne kadar uzaklaştırılırsa, “İran nüfuzu”nun Akdeniz kıyılarına gelip dayanmasının da, Körfez üzerinde dayanılmaz bir baskı oluşturulmasının da, belirli ölçülerde önüne geçilmiş olacağı tasarlanıyor.

Türkiye, bu açıdan, “uluslararası sistem”in bölgede “İran nüfuzu”nun yayılmasını engelleyen “emniyet sübabı”. Kendisini böyle tanımlamak istemese de öyle.

Haberin Devamı

Suriye için “öncelik” ise “uluslararası tecrit”ten sıyrılmak, bunun için “meşruiyeti”nin Washington tarafından tanınması ve güvence altına alınması. Bunun “turnusol kağıdı”ysa, Başşar’ın İsrail ile masaya oturmaya hevesli olması.

Bu mekanizmanın orta yerine ise Türkiye yerleşiyor. Bu anlamda, Türkiye’nin oynadığı rol, “uluslararası sistem”in hem çıkarlarına uygun düşüyor, hem de “istekleri”yle örtüşüyor.

Gelgelelim, Ortadoğu’daki “Bizantin oyunlar ve diplomasi”de “uzmanlaşmış” olan Suriyelilerin fazla acelesi de yok. Herkes gibi, onlar da Amerikan seçimlerinin sonucunu, yani Beyaz Saray’a yeni bir “patron”un gelmesini bekleyerek zamana oynuyorlar.

Haberin Devamı

Yani, bir yandan “uluslararası siyaset sahnesi”ne dönüş yönünde adım atıyorlar; diğer yandan da Amerika ile “yeni bir sayfa” açacak şekilde İsrail ile “yüz yüze görüşmelere oturmak”ta çok da acele etmiyorlar.

Dolayısıyla “İran kartı”nı ellerinden bırakmıyorlar; Lübnan’daki “kozları”nı tutmaya bakıyorlar; Hamas ve Hizbullah’a desteklerini de kesmiyorlar. Böylece, Amerika ile pürüzleri de devam edegeliyor.

Erdoğan-Esad görüşmesini, bu çerçevenin içine yerleştirerek okumak gerekir...

 

***            ***          ***

 

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın ilk kez bir NATO ülkesine, başkentine olmasa bile, bir “çalışma ziyareti” amacıyla gelmesine ne demeli?

Haberin Devamı

BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi ülkesi ve Almanya’dan oluşan 5+1 “ekibi”nin, Türkiye’nin gönüllü katılımıyla aslında 5+1+1 şeklinde algılanması gerektiğine daha önce bu köşede değinmiştik. İran ile 5+1 arasında, Tahran’ın uranyum zenginleştirme programını dondurması üzerindeki pazarlıklar gayet kritik bir safhaya geldi, dayandı.

Bu konuda yol alınmadığı takdirde, İran’a karşı uluslararası yaptırımların “dördüncü dalga”sı devreye sokulacak. Daha önemlisi, İran’la, “Amerikan şahinleri”nin baskısını arttıracak bir “gerginlik ortamı”na geri dönülmesi ihtimali.

İran da, tıpkı Suriye gibi, “uzlaşmak”ta acele etmiyor. O da Amerikan Başkanlık seçimlerini bekleyerek, “orta sahada top çevirme”ye bakıyor.

“Zamanlama hatası” yapılıyor mu? Bunu, şu anda görebilmek kolay değil.

Bu bakımdan, Dışişleri Bakanı sıfatı taşıdığı dönemde 5+1’e “ek 1” olarak devreye girmiş olan Abdullah Gül’ün, İstanbul’da Ahmedinejad’la görüşmesi, böyle bir “gündem” ve “zaman dilimi”yle ilgili. Kısa süre önce Cenevre’de İranlılarla masaya oturmuş olan Amerikalıların da, zaten “diplomasiye öncelik”ten hiçbir vakit ayrılmamış olan Avrupalıların da, Ahmedinejad’ın Türkiye’ye ayak basacak olmasından duyacakları bir sıkıntı yok.

Önemli olan, Türkiye’nin uluslararası politikanın en tehlikeli kavşağında, trafiği, bir kanlı kazayı önlemek amaçlı olarak yönetmek istemesinde, tüm taraflarca kabul gören bir konuma yerleşmiş olması.

“İnce ayar” tutturulabilirse, sonuç, Türkiye için bir “win-win” (kazan-kazan) olur...

Yazarın Tüm Yazıları