Hedefine ulaşamayan darbe girişiminin ardından

Anayasa Mahkemesi'nin Ak Parti'yi "kapatmama kararı" konusunda, herkesin bin dereden su getirerek, kararı "meşrebine göre" yorumlamasını bekliyordum. Öyle de oldu. Oluyor. Olacak.

Ne var ki, şu "olgu" orta yerde kalmaya devam edecek: Bir "yargı darbesi" niteliği taşıyan süreç, Ak Parti'nin "kapatılmasını" hedef alıyordu; sonuçta Ak Parti kapatılmadı!

Parti kapatılmasa da, hazine yardımının yarısının kesilmiş olması, bunun Ak Parti'ye "laikliğe karşı odak" olduğu hükmüne varılarak verilen "çok ciddi bir ihtar olması" vs. vs. teferruattır.
Evet, "teferruat"tır; "esas" değildir. Ayrıntıların önemini, "şeytan ayrıntılarda gizlidir" deyişini hatırlayarak ve hatırlatarak inkar etmeyelim ama "esas"ı da kaçırmayalım.

1 Mart 2003'te TBMM çoğunluğunun, "tezkere" oylamasında "olumlu" oy kullanmış olması, iç tüzüğe göre yeterli oyu bulamadığı için tezkerenin geçmesini nasıl mümkün kılmamış ve oylama yakın siyasi tarihimize "1 Mart tezkeresi reddedildi" kaydı düşülerek geçmişse ve Türkiye yıllarca bu sonucun etkilerini yaşamışsa, bu da o hesaptır.
"Kapatılma" ve Tayyip Erdoğan'ı "siyasi yasaklı" yaparak "iktidardan düşürme" amacıyla açılan davada, "yargı darbesi"nde amaca ulaşılamamıştır.

Çünkü, Tayyip Erdoğan, iktidarda kalmıştır!

"Çevir kazı yanmasın"ın fazlaca bir anlamı ve değeri yoktur.

***

Anayasa Mahkemesi'ne kimi çevrelerde duyulan "güvensizlik", son kararla "haksız" çıkmış mıdır? Olan-biteni "yargı darbesi" olarak nitelemenin "isabetsizliği" ortaya çıkmış, Anayasa Mahkemesi, "iade-i itibar" elde etmiş midir?

Hayır.

Bu dava, açıldığı andan itibaren "demokrasinin ruhu"na ve "Avrupa demokratik normları"na aykırıydı. Türkiye'deki "bürokratik elit" ve yandaşlarının dışında, Türkiye halkının ezici çoğunluğu, neredeyse dış dünyanın Batı'dan Ortadoğu'ya, İslam dünyasına çok büyük çoğunluğu bu davanın açılmış olmasından ve "kapatma kararı çıkma ihtimali"nden fevkalade rahatsızdı.

Anayasa Mahkemesi'nin 11 yargıcından 6'sı, "kapatılsın" demiş, 10'u Ak Parti'nin "laikliğe karşı odak olduğu" hükmüne varmıştır. Yani, Anayasa Mahkemesi, kendisini "bildiğimiz gibi"dir. Bu mahkemenin bir yıl öncesinde "367 sicili" vardır. Uzman raportörünün görüşlerine itibar etmeyen, "ideolojik karakteri" bu son kararda da kendisini göstermiştir.

Bu tablo, sıkıntılı bir tablodur ve Anayasa Mahkemesi'nin vicdanlarda güven tesisi açısından asla yeterli olmadığı gibi, "güvensizliğin" zemininin ne denli sağlam ve anlamlı olduğunun göstergesidir.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunluğunun "ideolojik eğilimleri", Türkiye'nin içindeki güçlü hoşnutsuzluğun ve en önemlisi "dış dinamikler"in gücünü aşabilecek gücü gösterememiş ve böylece kapatılma yönünde çoğunluk sağlanmış olsa da, "nitelikli çoğunluk" elde edilememiştir.

İşin gerçeği budur. "Konjonktür", hükmünü icra etmiştir.

"Hukuki" değeri çok su götürür, düpedüz "siyasi" nitelikteki bir dava, "siyasi konjonktür"e tosladığı için, amacı olan "kapatma noktası"na ulaşamamıştır.

Karardan 48 saat önce, uluslararası finans kuruluşları, nereden kararın 6'ya 5 çıkacağını ve Ak Parti'nin kapatılmayacağını yüzde 80 ihtimalle rapor edebiliyorlardı? Niçin, uluslararası finans kuruluşları, Ankara'daki temaslarının ardından geçen hafta Türkiye'de tahvil ve bono alımlarına giriştiler.

"Siyasi belirsizlik" beklentisi, tam tersini gerektirirken, Türkiye'den kaçışın söz konusu olması gerekirken, daha yoğun biçimde niçin girdiler Türkiye'ye? 6'ya 5'i nasıl şaşırtıcı bir isabetle bilebildiler?
 
***

"Kapatılma yandaşları"nın "kapatılmama kararı" çıktıktan sonra tutunacakları yeni dal, Anayasa Mahkemesi 11'inin 10'unun Ak Parti'nin "laikliğe karşı odak olduğu" hükmüne vararak "güçlü ihtar" vermiş olması. Ve, Ak Parti'ye "değişin" ve "uzlaşın" çağrıları yeni bir nefesle dile getiriliyor.

Ak Parti'nin bugüne dek sergilediği performansı "değiştirmesi" ve yüzde 47'lik seçim oranını doğru okuyarak bir "geniş toplumsal mutabakat"ın dengesine oturması, o anlamda "uzlaşıcı" olması bizim gibilerin de talebi.

Anayasa Mahkemesi'nin "kapatmama kararı"ndan sonra bunu son birkaç aya oranla, çok daha büyük bir "ferahlık"la ve "güç"le dile getireceğiz. Ancak, bu "kapatma yanlısı" bürokratik elitin anladığı ve istediğinden çok daha farklı biçimde.

Ak Parti, 22 Temmuz (2007) seçimlerinin hemen ardından söz verip, sonrasında rafa kaldırdığı yeni, sivil ve demokratik bir Anayasa yapımına ve buna paralel olarak "AB doğrultusu"ndaki "demokratik reformlar"a öncelik vermelidir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın "sorunların yargıya gelmeden demokrasi ve siyaset içinde çözülmesi" uyarısı "öncelikle" dikkate alınarak, "parti kapatma"yı Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu kriterlerine uygun hale getirecek yasal düzenlemelere derhal girişilmelidir. Siyasi Partiler Kanunu değişikliği ön almalıdır.

Ak Parti bu adımlara yöneldiği takdirde "uzlaşın" çağrısını başlatanların ne kadar "uzlaşıcı" olduklarını da göreceğiz.

Tayyip Erdoğan'ın karar üzerine yaptığı konuşmada vurguladığı hususlara sadık kalması, Türkiye'nin önünü açacaktır: "Türkiye'nin bir daha böyle bir ortama sürüklenmemesi için, siyasiler başta olmak üzere herkese, her kesime, her kuruma sorumluluklar düşmektedir... Bu kararla... Türkiye büyük bir haksızlıktan kurtulmuştur. Demokrasimiz büyük bir ayıpla yaşamak zorunda bırakılmamıştır... Ne yazık ki yine de 14 Mart'tan bu tarafa Türkiye çok ciddi zaman ve enerji kaybına uğramıştır. Şimdi bize düşen... geleceğimize odaklanmak, milletimizin kayıplarını hep birlikte telafi etmektir."

Nasıl?

"Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz için ‘.. yola devam' diyoruz. Bu yol Atatürk'ün işaret ettiği çağdaşlaşma yoludur... Bu yol, Türkiye için, cumhuriyetimizin çağdaşlaşma hedeflerini temsil eden AB'ye tam üyelik yoludur. Bu yoldan dönüş yoktur, olmayacaktır."

Yani, "demokrasi yolu"; demokrasi ve AB'ye tam üyelik yolu sözcüklerini eş anlamlı kullanabilirsiniz.
Bu sözler, Tayyip Erdoğan'ın son zamanlarda AB'ye yönelik en kuvvetli vurgusu ve kendisini yükümlülük altına sokuşudur. Bu yoldaki sebatı ve tutarlılığının denetçisi olmalıyız.

1 Temmuz'da (2008) Ergenekon soruşturmasının geldiği aşama, ilerden geriye dönüp bakıldığında, belki de, Türkiye'de "askeri darbelerin tarihe karıştığını" simgeleyecek. 30 Temmuz ise, muhtemelen, Türkiye'de "parti kapatmalar"ın tarihe karıştığını.
Temmuzlar Türkiye'ye iyi geliyor!

1 Temmuz'da (2008) Ergenekon soruşturmasının geldiği aşama, ileriden geriye dönüp bakıldığında, belki de, Türkiye'de "askeri darbelerin tarihe karıştı...
Yazarın Tüm Yazıları