Türkiye gibi bir Milli Takım

Öyle şeyler vardır ki, tekrarı yoktur. Bir kez olurlar. Önceki gece Stade de Geneve’de Milli Takımımızı Euoro 2008’in çeyrek finaline çıkaran Çek Cumhuriyeti maçı gibi. O maçı, orada izlemek bir talih, hatta Uruguaylı ünlü romancı Eduardo Galeano’nun deyimi ve Hasan Cemal’in ondan naklen terminolojimize kazandırmasıyla biz, “futbol dilencileri” için bir imtiyaz sayılmalıydı.

Haberin Devamı

Eduardo Galeano, “Ben bir futbol dilencisiyim, o şehir bu şehir güzel bir futbol maçı görmek için dolaşıyorum” mealinde bir söz sarf etmiş. 15 Haziran 2008 Pazar gecesi Cenevre’deki stadyumda Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçını izlemiş olanlar, hayli yüklü bir “sadaka” almış sayılırlar.

Aynı stadyumda sadece sekiz gece Türkiye’yi Portekiz karşısında izleyenler arasındaydım. Bu kez, sanki avucumun için gibi bildiğim o mekanı televizyondan yaşadım. Maç öncesi ile, devre arası ile. Kimin ne yaptığı gözlerimin önündeydi; televizyon ekranının gösterdiği stadyumun içi gibi.

Ne var ki, maçın son 20 dakikasını ekrandan görmüş olsam bile, yerinden görmek, bir “futbol dilencisi” için ne kadar farklı olurdu; bunu biliyorum, bunun farkındayım.

 

Haberin Devamı

***                               ***                              ***

 

Şöyle zihnimi maziye çekiyorum; bir stadyumda, -Ankara 19 Mayıs- ilk futbol maçı izlediğimde, bundan 55 yıl önce imiş. O gün bugün ülkemin bir çok stadyumunun zeminine sadece ayak basmadı, bazılarında bizzat kendim futbol oynamakla kalmadım; belli başlılarının tümünde maç seyrettim. Dünyanın bir çok yerinde de. Fransa’nın tüm stadlarında. Bir yıl boyunca her iki haftada bir Amsterdam’da Ajax ‘ın stadyumunda. Londra’da, Prag’da, Napoli’de, Oslo’da. İspanya’da, Rusya’da, Avusturya’da nice stadyumları gittim gördüm; Rio’da efsanevi Maracana’yı, Buenos Aires’te ezeli rakipler River Plate ile Boca Juniors’un stadyumlarını. Eh, epey maç izlemişiz ahir ömrümüzde.

Ama, Türkiye’nin Çek Cumhuriyeti karşısındaki son 20 dakikasının geçtiği gibi bir maçı izlediğimi hatırlamıyorum; bir daha izlenebileceğini de tahmin etmiyorum.

Bu, tekrarı ya da benzeri mümkün olamayacak cinsten bir olaydır ve Türkiye, dün, bunu konuşuyordu..

Maçın tümü ve son 20 dakikası, bir çok farklı açıdan değerlendirilebilir ve incelenebilir. Hemen herkesin –benim de- adeta bir “konsansüs” halinde üzerinde birleştiği husus, maçın ve son 20 dakikasının “Türkiye’nin özeti” olduğu idi; tahmin edilemez, ne yapacağı kestirilemez, umut kesilmez, şaşırtıcı, heyecan verici ve bir o kadar yorucu. Coşkulu ve saçma sapan. Abuk subuk ve göz kamaştırıcı.

Haberin Devamı

Milli Takımımız gerçekten bizim Milli Takımımız idi. Bizi temsil ediyordu. Hepimizi. Ülkemizi, toplumumuzu. Hepimizi. Hepimiz, ülkemizi, toplumumuzu, kendimizi, önceki gece Cenevre’de Milli Takımımızda gördük. Milli Takımımızda bulduk.

Derede boğulmak. Okyanus aşmak. Savrukluk. Beceriksizlik. Gereksiz asabiyet ve hatta şiddet (Kaleci Volkan Demirel’in Çek Jan Koller’e yaptığı o çirkin hareket). Hepsi bizde.

Aynı zamanda, inançla hedefe asılma, müthiş bir yetenek sergilemek, hayatiyet, canlılık, hepsi bizimkilerde.

 

***                     ***                        ***

 

İyi kötü futbol ile haşır neşir olduğumuzdan, Çek Milli Takımını tanıyorum. Savunma hatları dünyanın en iyilerinden. Zaten orada oynayan dört oyuncu, dünyanın en sağlam savunma futbolunun oynandığı İtalya ligi La Liga’da oynuyorlar. Hem de üst düzey takımlarda. Sağda Zdenek Grygyra, Juventus, solda Marek Jankulovski, Milan’ın oyuncuları. Ortadaki iki stoperden kaptan Tomas Ujfalusi, Fiorentina’lı, David Rozehdal ise Lazio’lu.

Haberin Devamı

Bu dörtlünün gerisinde kalede, 1,97 boyu ile şu sıra dünya klasmanında “en iyi kaleci” kabul edilen, Avrupa Şampiyonlar Ligi finalisti Chelsea’nın kalecisi Petr Cech.

Skor, 62. dakikada İspanya’nın Osasuna takımında oynayan Jaroslav Plaşil’in golü ile 2-0 aleyhimize dönüşünce, “çıkmadık candan umut kesilmez” felsefesine hararetle bağlı ben dahi, “Bitti, bu iş” dedim, “Böyle bir Çek takımı karşısında, bu maç çevrilmez artık.”

Ve, çevrildi. “Dünyanın en iyi kalecisi”, dünyada yapmayacağı bir hata ile maçın bitimine 3 dakika kadar topu elinden kaçırdı, beraberlik golünü bulduk ve bir dakika kala da önlenemez muhteşem bir gol ile galibiyeti elde ettik.

Haberin Devamı

Maçın uzatma dakikalarında gol yemek üzereydik. Kalecimiz Volkan Demirel’i kaybettik. 10 kişi kaldık. Yani, yüreğimiz ağzımıza gelmeye son saniyeye dek devam etti ve ardından mutluluğun doruğuna bir an içinde tırmandık.

Bu kadar güçlü bir savunma hattına sahip, üstelik deneyimli Dünya ve Avrupa kupalarında finaller oynamış bir Çek takımını, oyunun son 20 dakikasında sürklase ettik. Çekler, galiba son 15 dakikada 3 gol birden ömürlerinde yemediler. 2-0 önde götürdükleri bir maçı, son 15 dakikada teslim etmediler.

Zaten, istatistikler, Çekler’in bugüne dek Jan Koller’in gol attığı –ki, bize ilk golü o attı- hiçbir maçta yenilmediğini ortaya koyuyor. Ayrıca, biz Çekler’i tarihimizde hiç yenemedik. Bir yığın sakatla telef olmuş, 2-0 geriye düşmüş, hakemin tüm takdir hakları aleyhine kullanılan, kötü oynayan, dağınık takımımız, 20 dakikada “futbol resitali” verdi ve Çekler’i aşarak, “istatistik bozarak”adını Euro 2008’de “Avrupa’nın ilk 8 takımı” arasına yazdırdı.

Haberin Devamı

Şapka çıkartacaksınız. İşte Türkiye bu. Hesaba, kitaba gelmez. Ne zaman, ne yapacağı bilinmez. Dökülür ve şahlanır. Ezilir ve coşar. Bitti sanıldığı anda ayağa kalkar.

Türkiye’den umut asla kesilmez...

Yazarın Tüm Yazıları