Türkiye “3 F” ile yönetilebilse...

Cenevre’de göle bakan ve gölün sağ yakasında -“Rive Droite”- dizili oteller arasında hiçbir mimari ve estetik albenisi bulunmayan tek otel President Wilson. Türk Futbol Federasyonu ve Portekiz maçını izlemeye gelen etkili, yetkili ve siyasi şahsiyetlerin karargah kurduğu yer de orasıydı.

Haberin Devamı

Olli Rehn, “Ne dersiniz, Başbakanınız buraya gelmeli miydi?” diye soruyor ve bir saniye tereddüt geçirmeden “Evet” diyorum, “Ne olursa olsun, gelmeliydi. Gelmeyerek önemli bir fırsatı daha kullanmadı.”

Tayyip Erdoğan’ın Türkiye-Portekiz maçını izlemek üzere Cenevre’ye geleceği ilan edilmişti. Hatta, onunla birlikte 295 kişi için, son dakikada iptal edilen otel rezervasyonu yapılmış. Anayasa Mahkemesi’nin malum kararı üzerine, Ak Parti MKYK’sını toplantıya çağırması Başbakan’ı Cenevre’ye gelmekten alıkoymuştu.

Oysa, Anayasa Mahkemesi kararının ardından, AKP-MKYK olağanüstü toplansa da, Tayyip Erdoğan’ın Cenevre’ye ulaşması için yeterince zaman aralığı vardı. Başbakan, Euro 2008’in ilk maçında binlerce Türk’ün arasında görünerek “ulusal lider” imajına vurgu yapabileceği gibi, yararlı siyasi temaslar için de kullanabilirdi Cenevre’yi.

Haberin Devamı

Kendisine Cenevre’ye gelmesi için haber ileten AB’nin Genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Fin devlet adamı Olli Rehn’in yanısıra Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso da Cenevre’deydi. Portekizli ve aynı zamanda bir futbol tutkunu olan Barroso, takımının Euro 2008 ilk maçı için Cenevre’ye koşarken, Tayyip Erdoğan ile de Türkiye’deki son gelişmeler üzerine yüzyüze görüşmeyi umuyordu.

Olli Rehn’e, President Wilson otelinin asansörünün önünde rasladım.Önce, o olup olmadığından tereddüde kapılarak süzmeye başladım. Neyse ki, elini uzatan o oldu ve tebdil-i kıyafet etmiş haliyle Olli Rehn’in kendisi olduğunu bana hatırlatıverdi.

Asansörde, “Gerçi, Portekiz, AB üyesi. Biz ise müzakere sürecindeyiz. Ama siz, genişlemeden sorumluolduğuna göre, Türkiye’yi tutuyor olmalısınız” diyecek oldum, sözümü kesti: “Tümüyle Türkiye’yi destekleyeceğim. Ailemle birlikte sadece bu maç için ve Türkiye’ye destekleme amacıyla geldim Cenevre’ye” dedi.

Dakikalar sonra, aşağıda lobide Türkiye’den bir grup dost ve Olli Rehn’le birlikte oturuyor ve Türkiye’deki son gelişmeleri konuşuyoruz. Benim ve bazılarımızın üzerinde ayyıldızlı formamız giyilmiş vaziyette. Olli Rehn, “Maça gitmeden önce alacağım formayı, odaya bırakılmış” diye bir hatırlatmada daha bulunuyor.

Haberin Devamı

Türkiye-Portekiz maçından önce, ABKomisyon Başkanı Portekizli Jose Manuel Barroso’yu dengeleyen Genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Türkiyeli Olli Rehn!

 

***        ***       ***

 

Cumartesi günü, gün boyu, maçtan önce, maç sırasında ve maçtan sonra futbola ilişkin genel yaklaşımının doğruluğunu somut biçimde yaşamaktan zevk alıyorum. Futbolun, esas olarak, “milliyetçilik” değil, “enternasyonalizm”i beslediği düşüncemi dile getirmiştim.

Cenevre havaalanında pasaport gişelerinin önünde, caddelerde sokaklarda, lokantalarda, stadın önünde, içinde, maç sonrası dışında, Türkler ve Portekizliler, bayraklarıyla bayraklarını yansıtan giysileriyle yüz yüze, yan yana, iç içe idiler. En ufak bir sürtüşme, bir taşkınlık olmadan.

Haberin Devamı

Futbol, esas olarak, kitlesel düzeyde “uluslararası kardeşlik” ya da dostluk için, en kestirme yakınlaşma ortamı sağlayan bir araç.

Bunu, Fransa’da tümünü izlediğim Euro 84’ten biliyorum. Şimdiki UEFA Başkanı Michel Platini’nin dünyanın futbolunun en büyük yıldızlarından biri olarak parladığı o 1984 yılında, turnuva maçlarının yapıldığı Fransa’nın her köşesi, Paris, Marsilya, Lyon, St.Etienne, Strasbourg, Nantes, Bordeaux, Lens, tümü bir şenlik alanı gibiydi.

O yıl, kent sokaklarında, tren garlarında, lokantalarda, stadlarda rastladığım, trenlerde birlikte seyahat ettiğim şen-şakrak, her daim neşeli İspanyollara, Portekizlilere, Danimarkalılara, Romenlere vs. gıpta etmiş ve Türkiye’nin Euro’lara katılmasının düşlerini kurmuştum.

Haberin Devamı

Euro 2008’in, değişik ulusların mensuplarının barışçıl biçimde, sivil (medeni) zeminde biraraya gelecekleri muazzam bir vesile olacağını bildiğim için, Türkiye’nin Norveç galibiyetinden aşırı bir sevince kapılmıştım. Biz, İsviçre biletini, geçen yıl Oslo’da aldık.

İçine kapanma eğilimleri taşıyan Türkiye’nin milli takımımız sayesinde dışa açık kalmasına yardımcı olacaktı Euro 2008. Gurbetçiler de dahil, onbinlerce insanımız, İsviçre ve Avusturya’ya akacak. Avrupa’nın 16 değişik ülkesinden gelen onbinlerle içiçe, yanyana bulunacak. Onmilyonlarca insan ise ekran başında “Türkiye” sözcüğünü her gün işitecek, gazetelerde okuyacaktı.

2008 yazı, paradoksal biçimde, Türkiye’nin 2007 sonbaharında görmediğimiz, tahmin etmediğimiz “siyasi krizi” yaşadığı günlerle örtüştü.

Haberin Devamı

Bir de “ironik” yanı vardı bu işin. “Siyasi kriz”in futbol hastası Başbakan’ı bile Cenevre’ye gelmekten alıkoyan ülkesi Türkiye’nin rakibi Portekiz’di. Şu, futbolun halkları “faşizm” namına uyutmaya yarayan bir “afyon” olduğuna dair o saçma sapan iddiaya kaynaklık eden ülke.

Portekiz’i 1932’ten 1968’e dek yönetmiş olan ve ülkenin “de facto diktatörü” kabul edilen, bu nedenle Portekiz’in faşist bir diktatörlük sanılmasına yol açan Salazar’ın, o çok uzun iktidar yıllarını şu “formül” ile açıkladığı söylenir: “Portekiz’i ‘3 F’ ile yönettim. Futbol, fado, fiesta.”

Portekiz’de Salazar döneminin uzun iktidar formülü açısından, “3 F” doğru değildir. Keşke, Portekiz öyle yönetilmiş olsaydı.

Dahası, Salazar’ın faşistliği de, bu sözü gerçekten söylemiş olduğu da tartışmalıdır.

Tartışmasız, olan, söz konusu “3 F”nin “fantastik” olduğu.

Kaldı ki, bugün artık mükemmele yakın, AB üyesi bir demokrasi olan ve son çeyrek yüzyılda nice sosyalist iktidar da görmüş bulunan Portekiz’de, “3 F”nin etkisi hiç ortadan kalkmadı. Kulakları Amalia Rodrigues’in sihirli sesinden fadoya aşina kim olsa,Lizbon’a yolu düştüğünde, yapacağı ve yaptığı ilk iş, Alfema ya da Bairro Alto’da bir fado kulübüne gitmektir.

Fado dinlemiş hiç kimse Portekizlileri sevmemezlik edemez.

Fiesta, şenlik demek. Futbol da bir fiestadır ve Cumartesi günü, Türkler ve Portekizlilerin ortak fiestası idi. Cenevre’de her yerde Türk ve Portekiz bayrakları, Türkler ve Portekizliler, sevecen bir beraberlik yaşadılar.

 

***                 ***               ***

 

Maça gelince... Yenildik. Çünkü, Portekiz, hem bizden tartışmasız daha iyi bir takım olduğu için, hem de o gün biz iyi olmadığımız için. Futbol bu, olur böyle şeyler.

Dünyanın şu sıra en iyi futbolcusu sayılabilecek Cristiano Ronaldo onlarda. Deco (Barcelona),Pepe (Real Madrid), Carvalho (Chelsea) gibi, mevkilerinde dünyanın en iyileri arasına girenler onlarda. Portekiz’in 2008 Haziran’ında bir futbol maçında Türkiye’yi yenmesinin “sürpriz” sayılacak ya da bizim için “ulusal felaket” sayılabilecek bir yanı yok.

Maç sonrası, bir ‘ulusal hasletimiz’ kendisini ortaya koyuverdi: Birbirimizi yemek. “Suçlu” aranıyordu. Oklar, Fatih Terim ve bazı futbolcularımız üzerine yöneliverdi.

Geçer. Çünkü, Türkiye’de hiçbir şeyin sürekli kalamayacağını biliyoruz. Üstelik, Euro 2008 daha bitmedi. İsviçre ve Çek Cumhuriyeti ile oynayacağız daha.

Ülke içinde de daha gidecek uzun bir yolumuz var. Siyasetin tıkandığını sanırsınız, bir de görürsünüz, yeni yollar açılıvermiş.

Futbol çok güzel. Keşke, Türkiye futbol, fado ve fiesta ile yönetilebilseydi...

Yazarın Tüm Yazıları