Başbakan’a, “muhtıralar”a karşı pratik bir öneri...

Sorun, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisinde neyin ne kadar doğru söylenip söylenmediği değil. Devletin ve devlet kurumlarının, bizzat kendilerinin eliyle yıpratılması, “itibar erozyonu” yaratılması ve bu durumun ülke halkı üzerine yaydığı “kötümser ve umutsuzluk” duyguları. Yani, ülkenin “psikolojisi”nin bu şekilde bozulması.

Haberin Devamı

Devlet kurumları, ülkenin tümüne ait oldukları ve o nedenle “siyasi pozisyon” taşımamaları gerektiği noktasına gelmedikleri takdirde, ister istemez, “toplumun bir kesiminin sözcüsü” konumuna girerler. O da, başlarında bulundukları ya da temsil ettikleri kurumu, en istenmeyecek konuma sürükler.

Eğer, bu ülkenin insanlarının çok önemli bir bölümü, o kuruma ilişkin “güven duyguları” ve inancını yitirmeye başlarsa, hem kurumun kendisi ve hem ülkenin tümü ve devlet aygıtı “ağır yaralı” duruma düşer.

Yargıtay bildirisi, bir başka deyimle “y-muhtıra” nedeniyle Yargıtay’ın başına gelen de budur. Yayınlandığı anda başına gelen bu olmuştur. Çünkü, yayınlandığı anda, ana muhalefet partisi derhal bildirinin üzerine atlamış ve ondan başka hiç kimse, bu bildiriyi öylesine sahiplenmemiştir.

Haberin Devamı

Hiç kuşkusuz, bu bildiriden pek memnun kalan hatırı sayılır sayıda vatandaşlar da vardır. Ancak, “kutuplaşma ortamı”nda ve üstelik Başbakan Yardımcısı ve Adalet Bakanı’ndan bu bildiri ya da “y-muhtıra”ya karşı çok sert bir tepki geldiği vakit, çok daha büyük sayıda bir vatandaş topluluğu, buna karşı duygular edinmiştir.

Bizim gibilere, iki ayrı yönden akan elektronik postalara bakarak da, “y-muhtıra” ile birlikte “kamu vicdanı”nda Yargıtay’ın bağımsız ve tarafsız bir kurum olduğu kanısının sarsıldığını gözlemlemek mümkün.

 

***                         ***                           ***

 

Siyasete bu tür müdahalelerin, 70 milyonluk ülkemizin çok büyük kesiminde nasıl algılandığını, daha geçen yıl gördük. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünü kesmek için yayınlanan “e-muhtıra”ya ne oldu?

Şayet 22 Temmuz 2007 günü 16 küsur milyon insan, “e-muhtıra” öncesi söz konusu olamayacak bir oran ile, yüzde 47 ile iktidar partisine “güven tazelemiş” ise, bu aynı zamanda “e-muhtıra”yı çıkartanlara bir tür “güvensizlik oyu”gibi algılanması kaçınılmazdır. Nitekim, Nisan sonu Cumhurbaşkanlığı önlenen, Abdullah Gül, kimsenin meşruiyetine itiraz edemediği yoldan, dört aylık gecikmeyle, Ağustos sonunda Çankaya’ya çıktı.

Haberin Devamı

Tüm ülkeye ait, devletin belkemiğini teşkil eden bir kuruma, “e-muhtıra”yı kaleme alanlar tarafından gereksiz yere yara aldırılmıştır.

Aynı durum, yine geçen yıl Anayasa Mahkemesi’nin başına, hiç kimsenin kolay kolay hukuk çuvalına sokamayacağı 367 mızrağı ile gelmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin geçen yıldan kalan öyle bir sicili olmasa idi, “kapatma davası” bugün tartışıldığı boyutlarda tartışılır mıydı? Pek kuşkulu.

Yargıtay da, Adalet Bakanı’nın “dam üstünde saksağan” diye nitelediği, hem yasama ve hem de yürütme erkine kabul edilemeyecek bir “müdahale” görüntüsündeki bildirisi ile, kendisini “kamu vicdanı”nda zora sokmuştur.

Adalet kavramını temsil etmesi gereken kurumların yıpranması, çok tehlikelidir. Hiçbir ülkede, “adalet kavramı”na inancın sarsılması kadar büyük ve ciddi “potansiyel tehlike” olamaz.

Haberin Devamı

Hükümetin, bildirinin kendisinden daha sert biçimde “y-muhtıra”ya karşı çıkması, bildiriyi kaleme alanların beklediği sonuçlar açısından, bildirinin iptali ile eş anlamlıdır. Tıpkı, 28 Nisan 2007 günü hükümetin koyduğu tavır ile 27 Nisan “e-muhtırası”nın karşılaştığı akıbete benzer şekilde.

ANKA haber ajansı dün ilginç bir derleme yapmış ve Ak Parti’nin “tarihe geçen 3 bildirisi”nden söz ediyordu. İlki 28 Nisan’da “e-muhtıra”ya karşı çıkan ve Cemil Çiçek tarafından okunan açıklama; ikincisi 14 Mart’ta (2008) “parti kapatma davası”na karşı Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat tarafından okunan açıklama ve üçüncüsü “y-muhtıra”ya karşı yine Cemil Çiçek tarafından yapılan sert açıklama.

Haberin Devamı

Haberde, her bildiri öncesi Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında bir “mini zirve” yapılmış olduğuna dikkat çekiliyor ve her açıklamanın okunduğu mekânların farklılığı dikkate sunularak, mekân belirlenmesinde AKP’nin titizlikle belirlediği bir “strateji”nin söz konusu olduğu vurgulanıyordu.

Ak Parti’nin üç açıklamasından Genelkurmay’a ilişkin olanı Başbakanlık’ta, parti kapatılmasına dönük olanı AKP Genel Merkezi’nde, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisine sert karşılık vereni ise TBMM’de okundu.

Dikkate değer bir ayrıntı...

 

***                    ***                ***

 

Türkiye’nin 2008 ilkbaharında geldiği nokta, “muhtıra”ların, hükümet yönünden gelecek “sert açıklamalar” ile aşılabilmesini aştı. Hükümet, devletin normal işleyişini bozan, görev ve yetki dağılımını karmakarışık hale getiren hamlelere, “sert” de olsa, açıklama yaparak karşı koyamaz. Çünkü, iktidar partisi bizzat “yargı” tarafından “kapatılma” ve Başbakan ise “yasaklanma”ihtimali ile yüz yüze.

Haberin Devamı

Buna, ancak, “daha fazla demokrasi” ile karşı koymayı denemelidir. Kendisi hakkındaki, “çoğunluk diktatörlüğü”ne kayma eğilimi veya ülkenin giderek niyetlerinden ve yasaklanmaması halinde, gelecekte “intikamından korkulan” bir “tek adam” yönetimine girmekte olduğu gibisinden iddiaları boşa çıkarmalıdır.

Ne yapabilir?

Kolları sıvayıp, ilk iş olarak “Siyasi Partiler Yasası”nı değiştirebilir. Türkiye’de “lider sultası”nı imkânsız kılacak şekilde, yeni bir “Siyasi Partiler Yasası” çıkartılması şarttır. Tayyip Erdoğan, kapatma davası sürecinde, siyasi ortamı germemek gerekçesiyle, anayasa değişikliklerine, hatta AB’nin beklediği reformlara gitmeyeceğini söyledi. Türkiye’de “lider sultası”nın önüne set çekecek bir “Siyasi Partiler Yasası” çıkartmak, ülkeyi germez. Tersine, Tayyip Erdoğan’ın en amansız hasımlarını bile şaşırtır, ülkenin çok büyük bölümünü rahatlatır ve Başbakan’ın “demokrasi içtenliği”ni ortaya koymasına en anlamlı biçimde vesile olur.

Böyle bir çalışmaya CHP’nin ve MHP’nin nasıl tepki vereceği de meraka değer.

“Lider sultası”na yolu kapatacak bir yeni “Siyasi Partiler Yasası”, tüm ülkenin kazancı olacaktır. Demokrasinin kazancı olacaktır. Her türlü “muhtıra” ve “müdahale”yi “karşı-bildiriler” ve “açıklamalar”dan çok daha etkili biçimde bertaraf edecektir.

Var mısınız?

Yazarın Tüm Yazıları