Kraliçe’nin gemisinin güvertesinden Türkiye’ye bakış...

Majesteleri Kraliçe’nin savaş gemisinin güvertesinden Türkiye nasıl görünüyor?

Haberin Devamı

Birleşik Krallık Kraliçesi Majesteleri Elizabeth II’nin Türkiye gezisine ilişkin olarak, Sami Kohen dün Milliyet’te BBC’nin Kraliyet muhabiri Peter Hunt’un “Bu kısmen değil, tamamen siyasi bir ziyaret” nitelemesini yazdı. Majesteleri ile dün akşam İstanbul rıhtımına demirlemiş Kraliyet donanmasının “HMS Illustrious” savaş gemisinde bir araya geldik. O vesile ve Bursa gezisi, işin “ziyaret” faslı değildi. Kraliçe’nin genellikle dış ülkelerdeki seyahatlerinde yaptıkları idi.

“Kısmen değil, siyasi ziyaret” faslı, Ankara’da Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yaptığı konuşmayla vurgulandı. Kraliçe Elizabeth II, pek adetten sayılmayacak “siyasi içerikteki” konuşmasıyla Türkiye’nin AB ufuklarına güçlü bir vurgu yaptı.

Konuşmanın yönü, Türkiye’nin “içi”ne olduğu kadar, tüm dünyaya idi. Tüm dünyaya, “İngiltere Devleti”nin görüşü yansıtılıyordu. Ancak, alışılmadık bir siyasi içerik taşıyan konuşma metninde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da adının geçirilmesi ve üstelik övgüyle geçirilmesi, doğrudan doğruya Türkiye’nin “içi”ne gönderilen kuvvetli bir mesaj sayılmalı.

Haberin Devamı

Tayyip Erdoğan, malûm, “mahkemelik”; Anayasa Mahkemesi onun “siyasi yasak” altına alınmasını talep eden bir “iddianame”yi karara bağlayacak. Tayyip Erdoğan’ın yaz sonu-sonbahar itibarıyla Başbakan sıfatı taşıyıp taşımayacağını bilmediğimiz, kendisinin de bilmediği bir ülkede yaşıyoruz ve bu ülkeye 37 yıl sonra ilk kez ayak basan bir Birleşik Krallık (İngiltere) Kraliçesi, böyle bir dönem ve ortamda, yaptığı konuşmada onun adını geçiriyor.

 

***                            ***                         ***

 

Kraliçe’nin yansıttığı, güncel siyaset ve hükümet politikasının ötesine geçenİngiliz “devlet” tavrı, kendisine eşlik eden Dışişleri Bakanı David Miliband’ın, muadili Ali Babacan’la yaptığı ortak basın toplantısında, doğrudan doğruya “kapatma davâsı”na “Avrupa bakış açısı”nı ortaya koyması bakımından özellikle önemli.

Haberin Devamı

David Miliband, Ak Parti hükümetinin kısa bir süre önce büyük bir halk desteğiyle seçildiğine işaret ettikten sonra “Bu nedenle herhangi bir ülkenin anayasa ilkelerine elbette ki tam olarak uyulması gerekli ise de hükümetlerin hukukçular tarafından değil, halk tarafından seçildiği ilkesine güçlü bir biçimde bağlıyız” dedi. Miliband, ayrıca, Türk hükümetinin –bunu Erdoğan hükümeti diye de okuyabilirsiniz- “2002 yılından beri halkın desteği ile önemli reformlar yaptığını” belirtti ve “Hükümetlerin halk tarafından seçilmesinin de AB’nin kuruluş amaçlarından biri olduğunu” söyledi.

Bu sözler, Anayasa Mahkemesi’nden Ak Parti’yi kapatma ve Tayyip Erdoğan’ı yasaklama kararı çıkması halinde “Avrupa kararı”nın ne olacağına işaret ediyor. Türkiye, demokraside sınıfta kalmış olacak ve “demokraside sınıfta kalmış” bir Türkiye’nin Avrupa’da pek yeri olamayacak.

Haberin Devamı

Ne var ki, gerek Kraliçe’nin “tümüyle siyasi” olan Türkiye ziyareti, Çankaya konuşmasının “tümüyle siyasi” olan içeriği, David Miliband’ın vurgularıyla birlikte değerlendirilerek yorumlanırsa, başta İngiltere, Avrupa ve Batı dünyasının, Türkiye’nin “demokrasi dışına düşmesi”ni gözü kapalı seyretmeyeceğini, seyretmek istemediğinin ipuçlarını veriyor.

Dışarıdan harekete geçen böylesine güçlü bir dinamik, ülke içinde “partneri”ni bulabiliyor mu? Hükümet, “demokrasi”de ve “demokratikleşme”de direniyor mu?

Pek öyle bir görüntü vermiyor. Tersine, hükümetin “kapatılmama”yı imkânsız görerek, Tayyip Erdoğan’ın “yasaksız” kalması ya da “hızlı geri dönüşü” üzerinde bir “pazarlık süreci”ne girdiği izlenimi güçleniyor.

Haberin Devamı

Başbakan’ın “demokratikleşme reformları”nın “gündemlerinde olmadığını” yani Anayasa Mahkemesi’nden karar çıkana dek, bu yönde adımlar atılmayacağına ilişkin açıklamasını nasıl okumalıyız ki?

“Siyasi iktidarın kendisine yönelen kuşatmaya, kapatma davasına direnç göstermeyeceği, karşı hukuki hamleler yapmayacağı, ülkenin iklimini demokratik seferberlikle kaplamayacağı anlaşılıyor.”

Bu satırlar, Başbakan’ı neredeyse kayıtsız-şartsız destekleyen Yeni Şafak gazetesindeki bir köşe yazısından. Ve, ardından gelen şu cümleler: “Kimi yorumcuların ifadesiyle Ak Parti ‘akıllı ve uslu’ bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı bekleyecek, giyotine uzatılmış baş, celladın insafına kalacak. Demokratik mücadele açısından sinmiş bir ruh haline işaret eden bu tutumun çok kişi için bir hayal kırıklığı oluşturduğu ortada...”

 

Haberin Devamı

***               ***                 ***

 

Bununla birlikte, “giyotine uzatılmış baş”a “cellad”ın ne yapması gerektiğine de, TBMM Başkanı Köksal Toptan işaret etti. Dedi ki:

“Anayasa Mahkemesi, klasik olarak bilinen, açılan davanın kabulü veya reddi yönünde karar vermek yerine, dava açılmasını değerlendiren ama istikrarın bozulmasına da engel olacak, herkesin (bunu hükümet ve Ak Parti diye tercüme ederek, okuyun) düşünüp, tartışıp kendi eksiklerini bulacağı, yol ve yön gösterecek bir içtihat ortaya koyabilir.

Anayasa Mahkemesi’nin günlük siyasetin üstüne çıkmak suretiyle, dava açmayı gerekli kılan olayları da değerlendirmek suretiyle, ama istikrarı da gözetmek suretiyle, herkesin bir ‘oh’ diyebileceği, kendi endişelerinin giderildiğinin hissedilebileceği bir Anayasa Mahkemesi içtihadı ortaya çıkabilir.”

Köksal Toptan yol gösteriyor. “İstikrar” vurgusu yaparak. Bu açıklama ve ihtiyaç duyduğu vurgu, başka hiçbir tartışmaya ya da iddiaya zemin bıraktırmayacak şekilde, bu davanın “hukuki” değil “siyasi” olduğunun deklarasyonudur. Zaten o da, “siyasi” davanın herkesi –yani çatışan taraflarının tümünü bir ölçüde tatmin edebilecek- formülünün nasıl “hukuki” olarak sunulabileceğinin yolunu gösteriyor. “Anayasa Mahkemesi içtihadı” olmuş olur ve “siyasi karar” böylece “hukuki”lik taşıyıverir.

TBMM Başkanı’nın bu sözleri “dekode” edildiğinde, belki de, Ankara’da cereyan ettiği ileri sürülen “siyasi pazarlık”ın parametreleri ve “uzlaşma formülü”nün içeriğini anlamış olabileceğiz.

Bu tarafların hiçbirine “kesin galibiyet” tanımayan bir “modus vivendi” (yani çatışan taraflar arasında nihai sonucu erteleyen, geçici bir dönem için geçerli olacak çözüm şekli) formülü olacağa benzer. Avrupalılar da, bu “modus vivendi” üzerinden, müzakereler askıya alınmadan, Türkiye’yi “rotada tutmaya” ikna edilebilirler diye düşünülüyor olmalı.

Göreceğiz. “Ankara pazarlıkları”nı izlemeye devam...

Yazarın Tüm Yazıları