ABD, İran’a saldırırsa; AKP kapatılırsa, kapatılmazsa...

Amerika, İran’a 2008 yılı içinde, muhtemelen sonbahar sıralarında saldıracak mı?

Bu soru, bütün dünyayı, özellikle Ortadoğu bölgesini ve “müttefikimiz” ile “komşumuz” arasında olabilecek böyle bir çatışmadan ötürü, Türkiye’yi özellikle ilgilendiriyor.

Haberin Devamı

David Ignatius, Washington Post’taki yazısında Amerikan başkanlık seçimleri kampanyası üzerinde belirleyici önemdeki olayların Ortadoğu’da “savaş ve barış” konularıyla ilgili olduğunu ve bu yöndeki gelişmelerin “bugün ile Kasım ayı arasındaki” dönemde başkanlık yarışını ek bir unsur olarak etkileyeceğini belirtiyor.

“Savaşla başlayalım” diyor ve devam ediyor: “Amerika şu anda zaten iki savaş birden yürütüyor, Irak’ta ve Afganistan’da. Ama yönetim yetkililerinin son açıklamalarından yola çıkarak, İran ile de, az olmakla birlikte, yavaş yavaş gelişmekte olan bir çatışma ihtimali mevcut.”

Ignatius, bu değerlendirmesini gayet ilginç ve üstelik somut bir “enformasyon” ile destekliyor: “ABD-İran kapışması riski bir ölçüde, Suudi Arabistan ile Ortadoğu’daki diğer ABD müttefikleri bunu çok arzuladığı için büyüyor. Bir Suudi bana bu hafta ‘Kapalı kapılar ardında, İranlılar bir hata yapsınlar da, sizin saldırmak için bir gerekçeniz olsun’ dedi. Bir başka önde gelen Arap yetkilisi ise Amerika’nın Irak sınırının hemen ötesindeki İran eğitim kamplarını vurması umudunu dile getirdi.”

Haberin Devamı

Amerika’nın şu anda kendi ülkesinde (ve dünya çapında) kredisini tüketmiş, çaptan düşmüş ve bir “topal ördek” haline dönüşmüş yönetimi, bir yandan da “misyoner ruhlu” olduğu için, İran’a saldırının popülerliğine bakmaksızın, sonbaharda, İran’ın nükleer çalışmalarını ağır bir bombardımanla yerle bir etmeyi hedef alan saldırıya girişebilir.

Bunu yapabilmesi, bir-iki hafta içinde İran’la gerginliği tırmandırması ve kamuoyunu buna göre oluşturmaya kalkışmasına bağlı.

Güçlü bir ihtimal değil bu; ama, yine de bir ihtimal.

 

***                   ***                ***

 

Türkiye’de önümüzdeki aylardaki “iç” siyasi gelişmeler, Amerika’nın İran’a karşı izleyebileceği bir “tırmanma siyaseti”nden “tümüyle” bağımsız düşünülebilir mi?

Bu arada, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in ismi ile simgelenen ve çevresinde en azgın “neo-con’lar”ın yer aldığı bu “İran’a haddini bildirme” çizgisinin, Türkiye’de Tayyip Erdoğan ismine “alerjisi” ve Ak Parti iktidarından hiçbir surette hazzetmediği bir sır değil.

Haberin Devamı

Kimi Türklerin de cephane sağladığı Washington’daki “Tayyip Erdoğan ve Ak Parti karşıtı kampanya”da söz konusu bu çevreler rol alıyorlar.

Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’yi kapatma davasının en kısa sürede, sonbahar gelmeden yaz bitmeden, sonuçlanmasını istemesi ve sonuçlanacağını ummasında acaba “ekonominin asgarî zararla” bu işten çıkmasını istemesi kadar, Amerika-İran eksenindeki gelişmelerin alabileceği seyri sezmesinin bir ilişkisi var mı? Bilemiyoruz.

Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu politikasındaki rotasında, “Amerikan iktidar oyunu”ndaki bir başka “eksen”i hesaba katarak davrandığını gözlemleyebiliyoruz. Söz konusu bu “eksen”, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Stephen Hadley gibi isimlerce temsil ediliyor.

Haberin Devamı

Bu “eksen”, David Ignatius’un, Amerikan seçim kampanyasında “joker kartı” olabileceğine dikkat çektiği “barış”, daha doğrusu Ortadoğu barış müzakerelerinin sonuç verebilmesi ihtimali üzerine dayalı politika güdüyor. Örneğin, yıl sonuna dek İsrail ile Filistinliler arasında bir “barış anlaşması” imzalanması.

“Barış Anlaşması” ile “barış” aynı anlama gelmiyor. Bush, daha Başkanlık koltuğundan inmeden imzalanacak ve 2007 Aralık ayındaki Annapolis sürecini taçlandıracak böyle bir anlaşma, “kağıt üzerinde” de olsa “iki-devlet çözümü”nü hükme bağlamış olacak. Böyle bir anlaşma, BM Güvenlik Konseyi tarafından ”onay belgesi” alarak 2009’da uygulamaya geçilmek üzere “rafa” kaldırılabilir. Önemli olan, Bush döneminde, böylesine bir “ihtiraslı” hedefin gerçekleştirildiğinin kanıtlanması.

Haberin Devamı

Türkiye’nin Annapolis’i desteklemesinden gayrı, İsrail-Suriye hattındaki “aktivitesi”ni de bu “barış süreci” zeminindeki hareketlilikte görüp anlamak gerekiyor. David Ignatius’a tekrar kulak verelim:

“Son olarak, İsrail ile Suriye’den muhtemel bir barış anlaşmasına ilişkin yükselen gürültüler var. Bu, nihai pragmatik projeyi ifade ediyor. İsrail,, Başşar Esad’ın Şam’daki askeri rejiminin sağladığı istikrardan memnun ve Lübnan’daki Suriye hegemonyasını kabul edilebilir ve muhtemelen arzulanır bir fiyat olarak görüyor. Suriye ile İsrail arasındaki pazarlık sürecinin önemli bir veçhesi, her iki tarafın Türkiye’yi anahtar arabulucu olarak kullanmaları. Eğer Türkiye, Amerika’nın da desteğiyle bu iki taraf arasında bir köprü olabilirse, böyle bir sonuç, Ankara’yı Osmanlı İmparatorluğu’nun 1918’deki çöküşünden bu yana ilk kez Ankara’yı sıkı bir şekilde Arap dünyasına bağlamış olacak.”

 

Haberin Devamı

***                ***                ***

 

Yukarıdaki fotoğraf, Türkiye’nin “iç siyasi dengeleri”nin önümüzdeki yakın gelecekte Amerika’daki farklı siyasi tercihler ve Ortadoğu’daki dinamiklerden etkilenebileceğine dair ipuçları veriyor.

Ak Parti’nin ve Tayyip Erdoğan’ın kaderi, Türkiye’nin “gelecek tasavvuru” acaba sadece Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinin mi elinde; yoksa çok daha geniş çerçevede hareket eden dinamiklerle mi ilgili?

Bir soru işte...

Yazarın Tüm Yazıları