AB’nin Türkiye’de “demokrasi denetimi” yanlış mı?

Anayasa Mahkemesi’nde 14 Mart tarihinde Ak Parti’yi kapatma davası açılmasının, şayet tek bir “hayırlı” yanı olduysa, o da çoktandır “rölanti”de giden Türkiye-AB ilişkilerinin canlanması oldu. Tabii, bu “negatif”ten yola çıkan bir canlanma ama yine de canlanma.

Haberin Devamı

Önce, AB yetkililerinden kapatma davasına ilişkin sesler yükselmeye başladı. Öncelikle, AB bünyesinde Türkiye’yi en yakından izleyen ve muhtemelen en iyi bilen ve kavrayan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Joost Lagendijk ve ardından Genişlemeden Sorumlu Komisyon üyesi Olli Rehn’den.

“Yargı darbesi” kavramı öncelikle (ve Türkiye’deki yorumlar ve tepkilerle eş zamanlı olarak) bu şahsiyetler, özellikle Joost Lagendijk tarafından telaffuz edildi.

O günlerde Dönem Başkanı Slovenya’da yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye “bir numaralı gündem maddesi” haline geldi. İktidar partisinin kapatılması halinde “müzakerelerin askıya alınması” ihtimali masaya yatırıldı.

Haberin Devamı

Bu tür tepkilerin işitilmesinden kısa süre sonra AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ile Olli Rehn, Türkiye’ye geldiler. Barroso, TBMM’de bir konuşma yaptı. Ankara ve İstanbul’da, görüşülmesi gerekli resmi ve gayrı resmi, hemen herkesle görüştüler.

Önceki gün Ankara’da “Troika” toplandı. Slovenya Dışişleri Bakanı Rupel, önümüzdeki dönem başkanı Fransa’nın Avrupa işlerinden sorumlu bakanı Pierre Jouyet ile Ali Babacan bir araya geldiler. Olli Rehn de vardı.

AB yetkilileri, 1 Mayıs’a ilişkin olarak “orantısız güç kullanımı”ndan söz etmekten gayrı, AKP kapatma davası konusunda “kaygılı” olduklarını ve sorunun “Avrupa standartlarına uygun” biçimde çözülmesi gereğinin altını çizdiler.

Nedir bunlar?

Gayet net biçimde ortaya koydular:

  1. Venedik Komisyonu normları;
  2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri.

Bu, Anayasa Mahkemesi’nin alacağı karara müdahale midir?

Olli Rehn, bu konuya da açıklık getirdi: “Türkiye aday üye olduğu için AB, bu davaya kayıtsız kalamaz.”

 

***                      ***                 ***

 

Şayet Anayasa Mahkemesi kararı, söz konusu “iki standart”a uymayan bir karar verirse, Türkiye’nin AB ile geleceği “karakolluk” olmaya doğru yer alır.

Venedik Komisyonu normları (1999 Aralık),Avrupa’da parti kapatmayı “ırkçılık, yabancı düşmanlığı, hoşgörüsüzlük” ve bunların da ötesinde, kapatılması istenen partinin “şiddetten yana olması” ya da “şiddet çağrısı”nda bulunmasına bağlıyor.

Haberin Devamı

Bu normlara ve AİHS’e uyulması halinde, Ak Parti’nin mevcut iddianameye göre kapatılması imkansız.

Ancak, Türkiye’nin hayli çarpık Siyasi Partiler Kanunu ve geçmiş Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, Ak Parti’nin kapatılması pekala mümkün olur. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi, Avrupa normlarını esas alırsa, ki, T.C. Anayasası’nın 90. Maddesi Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerdeki hükümler ya da uluslararası mahkeme kararlarının iç hukuka üstünlüğünü ve uyulması gereğini öngörüyor, Ak Parti kapatılmaz.

Bu hükümlere göre hukuk düzenlemeleri yapmak, yani anayasa değişikliklerine gitmek, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamasında bir kez daha vurgulandığı gibi, “siyasi ortamı gereceği” gerekçesiyle hükümet tarafından benimsenmiyor.

Haberin Devamı

Yani, Tayyip Erdoğan hükümetinden, kapatma davası kararı belli olana dek, “demokratikleşme” yolunda anlamlı bir adım atılmasını beklemek imkansız.

Bu durumda, herşey, Anayasa Mahkemesi’nin ferasetine kalıyor.

 

***                   ***            ***

 

Böyle “özel” şartlarda, AB düşmanlığı ve AB’ye yönelik “husumet” söylemi, ister istemez, Türkiye’de “anti-demokratik rejim savunuculuğu” ile eş anlama geliyor.

Hiçbir “ulusalcı” gerekçe, Türkiye’nin mevcut siyasi ikliminde, AB’ye ve yetkililerine yönelik söylemi haklı çıkaramaz ve anlamlı kılmaz.

Örneğin, Joost Lagendijk, geçen hafta İzmir’de 9 Eylül Üniversitesi’ndeki konuşmasında CHP’den “felaket” diye söz etti ve “Avrupa’daki sosyalistler ve sosyal demokratların CHP’den utanç duyduğunu” söyledi.

Haberin Devamı

Bunun üzerine, CHP sözcüleri ve basında kendileriyle aynı dalga boyunda olan dinozorlar, Lagendijk’i “müstemleke valisi” tavrı ile eleştirerek tepki verdiler ve o “yabancı oyuncu”ya “haddini bildirmek”ten söz ettiler.

Lagendijk ise hiç oralı olmayarak, “CHP’nin tehdit savuracağına, Türkiye’nin sorunları için siyaset üretmesini” bildirdi.Daha önemlisi şu sözleri:

“Müzakerelerin başladığı andan itibaren Türkiye’de olan her şey bizi ilgilendirir. CHP, AB üyelik sürecini anlamamış gözüküyor. Eğer AB’yi istemiyorlarsa, dürüst olup bunu açıklamalılar.”

Aslında Lagendijk’in yaptığı “malumu ilam etmek”ten başka bir şey değil. Evet, Avrupa sosyal demokratları ile sosyalistler, CHP hakkında aynen Joost Lagendijk’in ifade ettiği biçimde düşünüyorlar. CHP, Sosyalist Enternasyonal’in üyesi ve ihraç edilmesi konuşuluyor. Bugüne dek ihraç işleminin yürürlüğe konmaması, Avrupa sosyalistlerinin CHP üzerindeki etkilerinin kaybolması ihtimalinden çekinmeleri. Yani, “taktik” bir mesele.

Haberin Devamı

Ayrıca, gerek Joost Lagendijk ve gerekse Olli Rehn gibi isimlerin, AB bünyesinde Türkiye’nin tam üyeliğinin en hararetli taraftarları olduğunu unutmamalıyız. Onların Türkiye’nin “demokratikleşme zaafları”nı işaret eden eleştirileri, hem Türkiye halkının yararına ve hem de Türkiye’nin AB hedefini sağlama almak amacına yönelik.

Türkiye, AB ile köprüleri atma kararı almadığı takdirde, AB’nin Türkiye üzerindeki “demokrasi denetimi”nden kaçıp kurtulma ihtimali yok.

Bunu, bir kenara yazmalıyız. Ve, kendimize sormalıyız: Burada “olumsuz” ne var?

“Olumsuzluk”, Avrupa Birliği’nin Türkiye’den demokratik kurallara uymasını istemesi mi; yoksa “bizim” demokratik kurallardan kaçmaya yeltenmemiz mi?

Yazarın Tüm Yazıları