“Kapatma”dan Obama’ya...

Türkiye’deki kapatma davasından ötürü Avrupa Birliği’nin de kafası bir nebze karıştı.

Haberin Devamı

Amerika’nınki daha karışık. AB’nin kafa karışıklığı, Ak Parti’nin kapatılması durumunda nasıl bir karar alacağına ilişkin.

Bir AB yetkilisi, bu konuda AB ile ABD arasındaki “yaklaşım ve tavır farklılığı”na dikkatini çektiğimizde, “Evet, tabii; Türkiye, ABD’ye katılmayacak. Ama, AB’ye katılacak. AB’nin daha dikkatli, daha titiz, daha ince eleyen sık dokuyan olmasına şaşırmamalı” karşılığını verdi.

AB’den 14 Mart ertesinde gelen ilk tepkiler gayet netti. Olan-biteni “yargı darbesi” olarak niteleyen ve iktidar partisinin kapatılması ve Başbakan’ın siyasi yasaklı durumuna düşmesi halinde, Türkiye ile AB arasındaki katılım müzakerelerinin askıya alınabileceği uyarısı yapan açıklamalar.

Haberin Devamı

AB’nin tavrında, giderek, bu kadar “kategorik” davranmaktan çıkıldığı göze çarpıyor. Ancak, bu, AB’nin, Türkiye’deki kimilerinin görmek istediği gibi, “ayağının suya ermesi”yle, “gerçekleri görmeye başlaması”yla ilgili değil. Yani, AB, “laikliğin tehdit altına girmiş olacağı”na kanaat getirmesinden ötürü, ilk kategorik tepkilerini yumuşatmış sayılmıyor.

Ya niçin?

Türkiye’de Ak Parti’yi kapatmak peşinde koşanları, “AB ile müzakerelerin askıya alınmasından yana” çevreler olarak teşhis ettiği için. Kapatma kararının, kendi deyimleriyle, AB’deki Türkiye karşıtlarını (örneğin Sarkozy) ve Türkiye’deki AB karşıtlarını müthiş sevindireceğinin farkındalar.

O nedenle, AB’nin çoğunluğunu oluşturan “merkezi blok”, Türkiye’deki AB karşıtlarının eline “koz” vermeden, ama bir yandan AB normlarını da ihlal etmeden; Türkiye’yi AB potasında tutacak bir yolun formülünü ve ince ayarını araştırıyorlar.

 

***                       ***                   ***

 

Amerikan yönetim çevrelerinden harekete geçen yaklaşım, AB’nin gerisinde. Ak Parti karşıtlarını yüreklendirecek nitelikte. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu yaklaşımın oluşmasında Dışişleri’nde bu işlere bakan Matt Bryza, Dan Fried, Pentagon’da da Müsteşar Eric Edelman (Cheney’e yakın) gibi isimlerin rolü var.

Haberin Devamı

Bir de başta Richard Perle’ün koruması altındaki Michael Rubin olmak üzere, AEI (American Enterprises Institute) adlı düşünce kuruluşunda yuvalanmış, Türkiye’de askeri ihale peşinde koşan ve ateşli Ak Parti düşmanı kişilerin çıkarttığı gürültü-patırtı var.

Bunlar, buldukları her yere yazıyor, buldukları her podyumda konuşma yapıyorlar. Washington düşünce dünyasında ya adı hiç bilinmeyen veya hiçbir ağırlığı olmayan Michael Rubin, Türkiye’de özellikle askerler tarafından baştacı ediliyor. Harp Akademileri’nde konuşma yapmaya davet ediliyor. Bu gibi kişiler, bu ay içinde Bahçeşehir Üniversitesi’nin de davetlileri.

Önceki gün bir araya geldiğim, Washington düşünce kuruluşlarında Türkiye üzerine çalışmaları ile tanınan bir Amerikalı uzman, Amerikan yönetim çevrelerinin, Türkiye’deki iktidar partisine yaklaşımının hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını, bu yönetimin artık bir “topal ördek” yönetimi olduğunu, kredisini tüketmiş bulunduğunu altını çizerek belirtti.

Haberin Devamı

Yukarıda ismi zikredilenlerden ise “alaycı” bir tavırla söz etti. Türkiye’de kimi kurumlarda baş tacı edilenlerin, Washington’da esamesinin okunmadığını vurguladı. Bu “ekip”in Cumhuriyetçi aday John Mc Cain kazansa bile, bir dahaki Amerikan yönetiminde bulunmayacağına dikkat çekti.

Söyleşi sırasında, Türkiye’nin yöneticilerinin, Mc Cain’i, iki Demokrat adaya tercih ettiklerini söyleyecek oldum. “Ben” dedi, “Türkiye’nin Başbakanı olsaydım, gözümü Obama’ya dikerdim. Obama başkanlığındaki bir Amerikan yönetimi, Türkiye ile çok farklı bir ilişki kalıbını gerçekleştirebilir.”

Ben, kendi payıma, aylar önce Hilary Clinton’un Barack Obama’nın hayli önünde gittiği dönemde bile Obama’nın Amerikan Başkanı seçilmesinden yana olduğumu bu köşede açıklamış olduğum için, bu görüşe itiraz etmedim.

 

 

 

Haberin Devamı

***                              ***                              ***

 

Demokratlar arası yarış, dün (Salı) Indiana ve North Carolina eyaletlerindeki ön seçimlerle son virajları dönüyor. Sonuçlarını bugün alacağımız, söz konusu iki eyaletin sonucu, ya Hilary Clinton’un yarışta yükselişine, ya “havlu atması”na veya yarışın, bir ay daha, son dakikaya dek nefes kesici biçimde devam etmesine yol açacak.

Obama, her iki eyaleti de kazanırsa, Hilary için yol bitmiş gibi sayılacak. Hilary, her ikisini de kazanırsa, ani bir yükseliş ivmesi yakalayacak. Eyaletlerin birini biri, öbürünü diğeri kazanırsa, yarışa devam. Her ikisini de Obama’nın kazanması halinde, Hilary’nin beyaz bayrağı çekmesi bile gündemde.

Haberin Devamı

Şu anda Obama 1493, Hilary Clinton 1338 delegeye sahip. Salı günü 187 delege daha belli olacak ve yarışın sonuna dek kalan delege sayısı 217. Bir de 800 süperdelegeden tarafını halâ belli etmemiş 300 kişi var. Ön seçimlerde Obama, toplam 14.8 milyon, Hilary Clinton ise 14.2 milyon oy toplamış vaziyette.

Ne garip paradoks ki, Hilary Clinton, “işçi sınıfı”nın gözdesi ve siyah Obama’yı “seçkinlik” ve “seçkincilik”le suçluyor. Gerçekten de, Harvard kökenli Obama’nın en büyük handikapı, hakkındaki bu imaj.

Ancak, ABD’de, önceki gün de duyduğum, yaygın kanaati aktarayım: Demokratların adayı Hilary Clinton olursa, Başkanlık seçimini John Mc Cain kazanır. Barack Obama olursa, Başkanlık seçimini de o kazanır.

Daha önemlisi şu: Hilary Clinton, “yönetici elit”in bir parçası ve Amerikan politikasında “devamlılığı” temsil ediyor. Barack Obama ise “değişim”i.

Değişen dünyada, George W.Bush ile hayli yıpranan ABD’nin de “değişmesi” gerekmiyor mu? Hem kendisi için ve hem de tüm dünya için.

Her gün kapatma davâsıyla uğraşamayız. Kafamızı çıkarıp dışarısını da görmeliyiz.

ABD’deki değişim, belki yakın gelecekte Türkiye’de demokrasinin güvencesi de olabilir. Tıpkı, bazı Amerikalıların, “askeri müdahale” ve “darbe hevesleri” bakımından güvence olması gibi...

Yazarın Tüm Yazıları