1 Mayıs ya da Hükümetin harakirisi...

Başbakan Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk döneminde sık sık “Kazan-Kazan” sözcüklerini, özellikle dış politika atılımlarına ilişkin kullanmaktan çok hoşlanırdı.

Haberin Devamı

Bu kavramı, uluslararası ilişkiler disiplini ve “oyun teorisi”nde geçen “Win-Win”in karşılığı olan “Kazan-Kazan”ı ona öğretenler, keşke “No-Win Situation” kavramını da öğretselerdi. İstanbul’daki 1 Mayıs’la simgelenen gelişmeler tam budur. Herkesle birlikte, hükümetin ve bizzat Tayyip Erdoğan’ın kaybettiği bir durum.

1 Mayıs’ların “Bahar Bayramı” olarak kutlandığı günleri hatırlatan nefis bir hava ama böyle bir havada “bahar sevinci”yle bağdaşmayacak adeta yaralı, yaralanmış bir şehirdi dün İstanbul.

Kentin bütün ana arterleri kesilmiş, kentin yüreğinde havayı biber gazının kokusu kaplamış, günün bilançosu 505 kişi gözaltında, 8 yaralı.Ne o, 1 Mayıs’ta sendikaların Taksim’e yürüme ihtimali üzerinde güvenlik güçleri “orantılı güç” kullanıyor!

Haberin Devamı

Kimse ölmedi diye 1 Mayıs “olaysız geçti” diye sevinecek miyiz?

“Marjinal gruplar”ın Taksim’e sızmasından korkarak Meydan’ı kapatan İstanbul Valiliği, bu davranışıyla onlara davetiye çıkardı ve dün gün boyu Taksim’e çıkan tüm yollarda o gruplar ile biber gazı, yüksek basınçlı su kullanan güvenlik güçleri çarpıştılar.

Taksim’de bir şey olmadı, ama Taksim’e çıkan her yolun yer aldığı çok geniş bir alan saatler boyu bir çatışma siperleri haline dönüştü.

Sonuçta, günlerdir yüksek perdeden atıp tutan, başta DİSK Genel Başkanı, sendika liderleri, 100-150 kişiyle çelenk bırakmak için bile Taksim’e yürüyecek gücü kendinde bulamadılar, ülkenin her yanından İstanbul’a çağırdıkları binlerce insana liderlik yapamadılar.

Onların “telef olmasını önlemek” ve “ülkeyi büyük bir badirenin eşiğinden kurtarmak için büyük sorumluluk gösterdiklerini” söylemeleri, aslında bir büyük “başarısızlık itirafı”ndan başka bir şey değildir.

Ancak, bu hazin tabloda “aslan payı”, işleri bu noktaya sürükleme basiretsizliği gösteren ve bildiğimiz, çoktandır alıştığımız bir “devlet yasakçılığı”nı ortaya koyan hükümete ve Başbakan’a aittir.

 

***               ***             ***

 

Haberin Devamı

Kendisi “yasakçı” zihniyetin taarruzu ile, “siyasi yasak” tehdidi altında bulunan, partisi hakkında kapatma davası açılmış bir Başbakan’ın, eş zamanlama ile “yasakçılığın”, “kanun hakimiyeti”nin sözcülüğünü yapması anlaşılır bir şey değildir.

Nitekim, “kanunlara sığınan” bu tavrının, Yargıtay Başsavcısı’nın kendisini “siyasetten yasaklamak” ve partisini kapatmak için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş olmasından hiçbir farkı yoktur. Yargıtay Başsavcısı da “kanun”dan hareket ediyor.

Atılan adımın, Avrupa Birliği ve dolayısıyla “demokrasi normları”na uygun düşmediğine işaret ederek karşı çıktığımız vakit, bunun “hukuk devleti” ilkelerine uymadığını anlatmak istiyorduk. “Hukuki” olan ile “kanuni” olanın eş anlam taşımadığını vurguluyorduk.

Haberin Devamı

AKP’ye ve Başbakan’a yönelik süreç, “kanuni”dir.

1 Mayıs’ta kimseyi Taksim Meydanı’na sokmamak için başvurulan tüm önlemler de “kanuni”dir. Zaten,“yasaklar” kaynağını “kanunlar”da bulurlar.

Ama, bu tavır “yasakçılığa karşı” ve “özgürlükçü” bir tavır değildir. 22 Temmuz sonrası, yeni sivil-demokratik Anayasa vaadi ile ortaya çıkan ve “özgürlükçü” ve “demokratik” bir Türkiye umutlarını yeşerten Başbakan’ın bundan bir kaç ay önceki tavrı ile uyumlu bir tavır değildir.

Siyaseten de yanlıştır. Ak Parti ve hükümeti, iç ve dış ittifaklarını genişletmeyeen fazla ihtiyaç duyması gereken bir dönemde, her kurumla, kuruluşla, kamu vicdanı ile arasındaki köprüleri atmaya yönelen, “içe kapanık”, yasakçı, “hayırcı”, hoyrat bir tutum sergiliyor.

Haberin Devamı

Başbakan, kendisini çoğaltacak yerde yalnızlaştırmak için, sanki, elinden ne geliyorsa onu yapıyor.

Partisinin kapatılması davasına ilişkin “savunma”da bile, bu tavrının serpintilerini görmek mümkün. Parti kapatmayı zorlaştıracak ve Türkiye’ye demokratikleşme yönünde yol aldırabilecek “anayasa değişiklikleri”nin rafa kaldırılmakta olduğu anlaşılıyor.

Başbakan ve parti, kendileri hakkında zaten verilmiş bulunduğu spekülasyonlarına konu olan “kapatma kararı”na giden yolda kurbanlık koyun gibi boynunu uzatıyor görüntüsünde.

 

***                    ***                 ***

 

Ak Parti’ye yakınlığı bilinen bir meslektaşımız dün Başbakan’a ilişkin şu notu düşürmüştü yazısına:

Haberin Devamı

“İşçi sendikalarıyla kavga etmek, ‘ayaklar-başlar’ gibi sözler etmek, 1 Mayıs’la sembolik kavgaya girişmek, DTP liderinin elini sıkmamak, Diyarbakır Baro Başkanı’na ‘PKK yandaşı gibi konuşuyor’ demek, sıradan sözler ve girişimler gibi görünebilir. Ancak kriz dönemlerinde bu küçük sanılan şeyler dev semboller üretir ve siyaseti bu semboller yapar.”

İstanbul’da dünkü 1 Mayıs’dan üreyen “dev semboller”, kimbilir, belki de Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı ve AKP iktidarının sonuna doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini sembolize ediyor.

İstanbul’da dünkü 1 Mayıs gibi bir 1 Mayıs yaşanması için, 22 Temmuz öncesi beklentilerin üzerinde odaklandığı bir AKP iktidarı gerekmiyordu. Bir “özgürlükçü proje”ye sahip bulunmayan, klasik türden herhangi bir “yasakçı” iktidar altında 1 Mayıs’ı dünkü gibi yaşayabilirdi Türkiye.

Hal bu ise, AKP iktidarına Türkiye’nin niçin ihtiyacı olsun?

Yazarın Tüm Yazıları