Ulusalcılar için umut Washington; Demokrasi için Brüksel...

Türkiye, ne zaman bir “siyasi kriz” içine yuvarlansa, gözler “dışarı”ya çevrilir. “Dışarı”dan kasıt, ABD ve AB. Her ne kadar “ulusal onur”, “bağımsızlık”, “egemenlik” gibi sözcükler, “dışarı”nın söz konusu olduğu durumlarda tedavüle sokulursa da, enflasyonun para değerini düşürücü etkisi gibi, bu sözcüklerin enflasyonu da, haliyle, bu sözcükler açısından bir “anlam ve değer erozyonu”nu beraberinde getirir.

Haberin Devamı

Örneğin, kendisini “ulusalcı” diye niteleyen ve AKP’nin her ne pahasına olursa olsun, iktidardan uzaklaştırılmasını zorunlu gören kesim, her türlü “anti-Amerikancılığı”na rağmen, Washington’un AKP’den uzaklaşması ihtimaline kulaklarını dikiyor, gözlerini dört açıyor. “Ulusalcılar”ın Washington’dan beklentileri hayli yüksek. Ne derlerse desinler.

Brüksel’e ilişkin ise umutsuzlar. AB’nin “Avrupa demokratik normları”na göre davranacağı belli edilmiş olduğu ve çeşitli AB yetkilileri, açıkça, Ak Parti’nin kapatılmasına karşı tavır aldığı için, “ulusalcılar”ın AB’den olumlu bir beklentisi yok.

O nedenle, AB şahsiyetlerinden ve kurumlarından bu konuda gelen her tepki, “Müstemleke Valisi tavrı”, “Sömürgecilik”, “İçişlerine müdahale” gibi suçlamalarla hedef alınıyor ve değersizleştirilmeye çalışılıyor.

Haberin Devamı

Oysa, Amerikan Yönetimi’nin en “şahin” ismi Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Türkiye gezisi saldırgan sıfatlarla damgalanmadan pür dikkat izlendiği gibi, ona karşı bir “hat”ta yer aldığı bilinen Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın geçen hafta Washington’da yaptığı konuşma da satır araları didik didik edilerek ve söylenen sözcükler kadar, hiç telaffuz edilmeyenlerden anlamlar üreterek değerlendirildi.

Washington’un, Türkiye’ye yaklaşımında “demokrasi kıstası”nın Brüksel’de olduğu kadar rağbet görmediğine ilişkin genelgeçer bir izlenim var.

Çok da haksız bir izlenim değil bu.

Türkiye, AB ile “katılım süreci”nde bir ülke. AB ise, nereden bakılsa bir “demokrasiler birliği”; dolayısıyla, AB’nin Türkiye’nin “demokrasi sicili”ni denetlemesi ve “demokrasi standartları”nı belirlemesi doğal. Ayrıca, Türkiye’nin altına imza atarak kendisiyle imzaladığı “kontrat gereği” görevi de.

Washington’un konumu farklı.

 

***                        ***                   ***

 

ABD, Türkiye’de “demokrasi ihlali eğilimleri” konusunda, Brüksel’e oranla daha temkinli. Bunu, 27 Nisan 2007’deki “e-muhtıra”ya ilişkin olarak verdikleri “asker-sivil iktidar odakları” arasında “dengeli” duran, aslında Washington’un “demokratik güvenilirliği” açısından bir “utanç belgesi” sayılacak ilk tepkilerinde de, geçen hafta Rice’ın konuşmasında kapatma davası hakkında “sade suya tirit” cinsinden tepkide de, bu “temkinliliği” ortaya koydu.

Haberin Devamı

Gerçi, 22 Temmuz 2007 ve özellikle 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’daki Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra, Washington, Türkiye’deki “sivil yönetim”den açıkça yana tutum almış ise de, kapatma davası sonrası tepkilerinde, yine de, Brüksel ile kıyaslandığında “ürkek ve titrek” görüntü veriyor.

Bunu, Washington’u içerden gözleyen bir Türk uzmanın, Dr. Ömer Taşpınar’ın değerlendirmesine baş vurarak anlamaya çalışalım:

“ABD neden temkinli davranıyor sorusuna cevap vermek için çok basit bir gözlem yapmak yeterli. Unutmamak gerekiyor ki, Washington’un temel meselesi Irak. Avrupa Birliği’nin aksine, Bush yönetimi Türkiye’ye Kuzey Irak endeksli bir şekilde bakıyor. Dolayısıyla Türkiye söz konusu olunca ABD’nin korkulu rüyası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’a büyük bir askeri operasyon düzenlemesi. Bu durumun bölgede ciddi bir Türk-Kürt çatışmasına dönmesinden çekiniyorlar. O nedenle hazır TSK ile Washington’un arası son birkaç aydır biraz düzelmişken Bush yönetiminin en son yapmak istediği şey askerleri kızdıracak beyanatlar vermek. Ayrıca Washington Türkiye’de her ihtimali göz önünde bulundurmak zorunda hissediyor kendisini...”

Haberin Devamı

Taşpınar, bu temel tezini besleyecek argümanların ardından şu hükme varıyor:

“Umarız Türkiye bu zor dönemi kazasız belasız atlatabilir. Ama şurası kesin: bu süreçte Washington’dan umut yok. O nedenle dört elle AB’ye asılmak gerekiyor. Son iki yıldır AB konusunda frene basan AKP umarım hatasını şimdi daha iyi anlıyordur.”

Nitekim, Olli Rehn, dün, Alman Die Welt’e yaptığı açıklamada “Türkiye’nin müzakerelere başlamasından bu yana en kritik dönemden geçtiğini” söyledi. “Türkiye’nin reform sürecine devam etmesi gerektiğini” ve Ak Partisi’nin kapatılması halinde bunun “reform sürecine zarar vereceğini” de açıklamasına ekledi.

Türkiye’nin önümüzdeki “en kısa vâdeli” demokrasi mücadelesinde, ulusal çıkarlarımız AB ile örtüşüyor; Washington ile bire bir örtüşme söz konusu değil.

Haberin Devamı

Tabii, “ulusal çıkarlar” ile “demokratik Türkiye”yi eş anlamlı anlıyorsak; ki, öyle anlamamız gerekiyor.

Bu durumda, paradoksal biçimde “anti-Amerikan ulusalcılar” ile Washington arasında kendiliğinden bir yakınlık peyda olursa, buna da şaşırmamak gerekecek...

 

***                 ***                   ***

 

Elbette ki, hiçbir şeyde olmadığı gibi, siyasi gelişmelerde de “siyah-beyaz” kontrastları sanıldığı ölçülerde bulunmaz. Bu bakımdan, “ABD, Ak Parti’nin kapatılmasından yana” gibi bir sonuç çıkarmak da kesinlikle doğru değildir.

Washington’un Türkiye’deki hükümete yaklaşımının parametreleri arasında yukarıda ifade edilen hususlar –ve başka bir vesilede değineceğimiz bundan başka hususlar da- vardır ama Washington, kendi çıkarları açısından “istikrarsızlığa sürüklenmiş bir Türkiye”yi görmeyi asla istemez. Eğer, AKP’nin kapatılması, Türkiye’nin istikrarsızlaşmasına yol açacak ise –ki, açmaması düşünülemez-, Washington’un bunu istemeyeceğine de hükmedilir.

Haberin Devamı

Ayrıca, Washington ile Brüksel arasında siyasi anlamda bir “Atlantik Okyanusu” yok. Tam tersine, temel konularda, her ikisi “Batı dünyası”nın iki sütununu oluşturuyorlar. Washington’un Cumhuriyetçi olsun, Demokrat olsun, tüm yönetimlerinin Türkiye’nin AB üyeliğini hararetle ve içtenlikle desteklemesinin, hatta bu uğurda bazı Avrupa ülkelerine baskı yapmasının sebebi, “AB çıpası”nı, Türkiye’nin Batı dünyasında bağlı kalmasının “temel bağı” olarak görmesinden ötürüdür.

Yani, Türkiye ile AB arasında ilişkilerin zayıflaması, hatta kopması, ya da AB çıpasının kapatma davası nedeniyle “taranması”, Washington’un çıkarına değildir.

Siyaset, kafayı “komplo teorileri”ne kaptırmadan,bu “parametreler”i görerek, “yol haritası” çıkartmak sanatıdır. AKP’nin böyle bir becerisi var mı?

Göreceğiz...

 

Yazarın Tüm Yazıları