Fenerbahçe’nin Avrupa yürüyüşü

İki Chelsea maçının arasında Sabah gazetesi benimle “Pazartesi röportajı” yaptı. Önceki gün Sabah’ın birinci sayfadan fotoğraflı verdiği ve içeride tam bir sayfasını ayırdığı röportajın başlığı “Fenerbahçe AB yolunda Türkiye’den daha ileride” idi.

Haberin Devamı

Referans’ın hafta sonu sayısında Kenan Başaran imzalı yazının başlığı da çok çarpıcıydı: “Türkiye bilinmez ama Fenerbahçe Cumhuriyeti Avrupa’ya girdi”.

Referans Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, “konu”yla ilgilendi. İstanbul’daki Chelsea maçını yanımda izleyeli beri Fenerbahçe’ye ilgisinin arttığını gözlemledim. O da o gün benim gibi bizim stadın Telsim tribününde Chelsea maçı başlarken ortaya çıkan dev pankartı görmüştü: “The Rising Sun Over Europe” (Avrupa’nın Üzerinde Doğan Güneş)...

Bunu, Chelsea'li oyuncular ve Avrupa’da televizyon ekranlarının başındaki milyonlarca insan, stadyumdaki bizler ve Eyüp Can da gördü.

Eyüp Can, oldum olası kendisine “light Fenerbahçeli” diye takıldığımı ve Fenerbahçeliliğini fazla ciddiye almadığımı bilir. Çünkü, bizim gibileri için “fanatik” sıfatı bile gereksiz ve anlamsızdır. Biz Fenerbahçeliler, Fenerbahçe’ye ilişkin öylesine yoğun bir tutkuyla bağlıyızdır ki, “Fenerbahçeli” demek, yeterlidir. Tutku boyutunu anlatır. O nedenle “light Fenerbahçelilik” bizim açımızdan Fenerbahçelilik değildir.

Haberin Devamı

Chelsea maçını izlerken ilk kez sarı-lacivertli takımın bir maçında sağ yanımda oturan Eyüp Can’ın kendisini aşarak havaya girdiğini ve attığımız gollerde bizim gibi havalara sıçradığını gördüm. Bayağı bir aşama kat etmekte olduğunu gözledim. Benimle yapılan Sabah röportajının ardından Referans’ta üç gün Fenerbahçe yazmamı istemesi, sarı-lacivert renklere yönelik bu gelişmesinin sonucu mudur; yoksa “Fenerbahçe’nin AB yolunda Türkiye’den daha ileride” olduğuna ilişkin değerlendirmemin ağırlıklı olarak bir ekonomi gazetesinin genel yayın yönetmeni olmasından kaynaklanan bir görev anlayışı mıdır veya Chelsea karşısında Londra’da Fenerbahçe’nin Avrupa’nın “ilk dört takımı” arasına yükselme ihtimalinin tetiklediği, bir gazetecilik zamanlamasının gereği midir, bilmiyorum.

Bildiğim, üç gün üst üste Fenerbahçe yazmanın, benim canıma minnet olduğudur...

 

***              ***         ***

 

Haberin Devamı

Bu yazı, Londra’da Stamford Bridge Stadı'nda Fenerbahçe, Avrupa Şampiyonlar Ligi’nin çeyrek final ikinci ayak maçını oynamadan önce yazıldı. Yayımlandığı vakit, sonuç belli olmuş olacak. Ya, Fenerbahçe, yarı finale yükselmiş ve Türkiye’yi ve dünyanın her köşesindeki on milyonlarca sevenini ayağa kaldırmış olacak veya başı dik evimize dönmekte olacağız.

Yazı, skora ve çeyrek final sonucuna bağlı değil. Zira, Fenerbahçe, söz konusu röportajdaki “Chelsea galibiyetini bekliyor muydunuz?” sorusuna verdiğim “Sonuçta Avrupa’nın 8 takımından ikisi kapışıyor. Ya 4 ya da 8 takımından biri olacak. (İstanbul’da) Galibiyete yüzde 30 şans veriyordum. İngiltere’ye ise yüzde 51 eleme şansımız ve duygusuyla gidiyorum” cevabı, ne olursa olsun, geçerliliğini koruyacak.

Haberin Devamı

Bu yazıyı kaleme alırken ya “zafer”le veya “başı dik” Londra’dan döneceğimizi biliyorum. İlkini elbette tercih ediyorum ama ikincisinden de eminim. Bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde hiç yenilmemiş olan ve toplam olarak sadece iki gol yemiş, mali gücü Fenerbahçe’nin 5 misli bir takımı yenmiş olarak, çeyrek finalin ikinci maçına çıkmak, zaten Fenerbahçe için ve onun şahsında Türkiye markasının futbolda 2008’de gelebildiği saygı duyulacak “zirve noktası”dır. Hiçbir şartta başımız öne düşmemiş olacak.

Gelinen noktayı doğru tahlil etmek gerekiyor. Fenerbahçe’nin gelip dayandığı nokta, bir “başarı öyküsü”dür. Bunun nedenlerini doğru kavramalıyız. Nedenleri doğru kavramak, önümüzdeki yıllarda Fenerbahçe’nin “önlenemez yükselişi”ne ve Fenerbahçe’nin niçin “AB yolunda Türkiye’den daha ileride” olduğuna da ışık tutacaktır.

 

Haberin Devamı

***                    ***           ***

 

Fenerbahçe’nin başarısının altında Aziz Yıldırım imzası ve onun “küreselleşme dinamikleri”ni kavraması yatıyor. Fenerbahçe Kulübü’nün 10 yıldır başkanı olan Aziz Yıldırım’ın ilk 5 yılı, “sınama-yanılma” dönemi sayılır. İkinci 5 yılı ise “21. yüzyılın Fenerbahçe vizyonu”nu yerleştirmeye başlamasının dönemidir.

Aziz Yıldırım, bunu aynen bu sözcüklerle ifade etse de etmese de “gerçek” değişmiyor; Fenerbahçe Başkanı, “küreselleşme dinamikleri”ni kavraması sayesinde Fenerbahçe’yi Avrupa’da ve dünya futbol yüzeyinde yüceltmeye başladı.

Bunun için atılması gereken adımlar vardı, bunlar atıldı; bunun için bir “gelecek planlaması” yapılması gerekiyordu, bu yapıldı.

Öncelikle;

Haberin Devamı

1.       Fenerbahçe’ye üyelik yapısını değiştirmek zorunluydu. Fenerbahçe üyeliği, Kadıköy İskelesi ile Fenerbahçe Burnu arasındaki dar alanda sıkışmıştı. Fenerbahçe üyeliği, az sayıda insanın iktidar uğruna, üstelik birkaç fraksiyona bölünmüş halde, bitmez tükenmez hizipleşmeler ve kongre mücadeleleriyle kulübü tüketen çok sınırlı sayıda insanın imtiyazıydı. Fenerbahçe’nin ülke çapındaki popülerliği ile ters orantılı bir üye sayısına son verip, kulüp üyeliğinde “yapısal dönüşüm”ü gerçekleştirmek, Aziz Yıldırım’ın ilk önemli başarısıydı. Fenerbahçe, “kongre çekişmesi içindeki hizipler”den, bir “büyük ve coşkulu camia” haline de bu “yapısal dönüşüm” sayesinde geldi.

2.       Bu “dönüşüm”e paralel olarak “şirketleşme” ve “merchandising” ile Fenerbahçe’yi gelir üreten bir mekanizmaya kavuşturmak ikinci başarısıydı. Bu çerçevede “Fenerium”da başta forma ve ürün satışları, bu “vizyon”un gereği olan “tesisleşme” ve tüm ülkenin gururu olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nun dünyanın en iyi statlarından biri olarak inşa edilmesi, o sayede gerçekleştirilen kombine bilet satışları, Fenerbahçe’yi ülkenin ekonomik açıdan en güçlü spor camiası haline getirdi. Stadı, Fenerbahçe Televizyonu izledi. O alanda da Fenerbahçe “vizyon farkı”nı koyarak, bir “ilk” oldu.

3.       Futbolun, artık “küreselleşme çağı”nda sınır tanımayan “endüstriyel” özellikleri, “futbolcu doğal kaynakları”na el atılmasını gerektiriyordu. Bu “vizyon” önce Arjantin’e yöneldi. Maradona’nın halefi gözüyle bakılan Ariel Ortega’ya 2002 Dünya Kupası’ndan sonra Fenerbahçe forması giydirildi. Onu, UEFA Şampiyonu Feyenoord’un ve Hollanda milli takımının yıldızı Pierre van Hooijdonk izledi. Pierre van Hooijdonk’u, Güney Amerika Kupası Libertadores’i kazanan Brezilya milli takımının kaptanı Alex de Souza. Onun ardından Arsenal, Real Madrid ve Liverpool gibi takımların formasını giymiş dünyanın en pahalı oyuncularından Nicolas Anelka, Fenerbahçe’ye geldi ve nihayet “dünya tarihinin en iyi solbeki” sayılabilen Real Madrid ve Brezilya milli takımının unutulmaz oyuncusu, dünyanın her yanında ismi bilinen Roberto Carlos. Futbol takımı, son iki yılda, 1980’li yıllarda dünyanın en büyük futbol yıldızlarından, Brezilya’da Spor Bakanlığı yapmış, Japonya’da futbola hizmetinden heykeli dikilmiş Zico’ya teslim edildi.

 

***                         ***                        ***

 

Bu isimler ile sarı-lacivert renkleri buluşturmak, bir yanda birer “merchandising” harikası oluşturur ve kulübün gelirlerini artırırken ve “sportif başarı”ya da aracılık ederken, diğer yandan Fenerbahçe’yi dünyanın her yanında tanınan bir “cazibe merkezi” ve “dünya markası” haline de getirmiş oldu.

Bu takımın, bu yıl “dünya futbolunun elit mevkii” olarak kabul edilen “Avrupa Şampiyonlar Ligi”nde İtalya Şampiyonu İnter, Hollanda Şampiyonu PSV (Philips’in spor kulübü) ve Chelsea’yi de satın alan Rus petrol zengini Roman Abramoviç’in ülkesindeki takımı, Rusya ve ayrıca 2005 UEFA Şampiyonu CSKA’yı ve son iki yılın UEFA Şampiyonu İspanya’nın Sevilla takımını devirip, “ilk 8 takım” arasında yerini bulması bir rastlantı değil. Real Madrid’in bile dışarıda kaldığı bu yılın “ilk 8”inde “ilk 4”ü kovalamasında, şaşırtıcı bir yan olmamalı.

Galatasaray, 1980’lerde Turgut Özal’ın Türkiye’yi dışarı açma döneminde, “Zeitgeist”ı sportif alanda doğru yakalamış ve Türkiye’nin Avrupa’ya açılan yüzü olarak, ülkeyi ayağa kaldıran başarılara imza atmış, 2000 yılında UEFA Kupası’nı Türkiye’ye getirmişti.

Fenerbahçe, 21. yüzyıl dinamiklerini doğru yakaladığı, “küreselleşme”nin davetine uyduğu için, “AB yolunda Türkiye’den daha ileri”ye geçti.

O nedenle 21. yüzyılda futbol alanında Türkiye’yi dünyaya ve dünyada o taşıyor...

Yazarın Tüm Yazıları