Hedefte ekonomi, 'hukuk postu'nda siyaset

Dünya finans piyasalarında esen kriz rüzgârını, dünyanın en önemli finans kuruluşlarından birinin analisti, “Şu sıra söz konusu olan, 2001’de Türkiye’de yaşanan mali krizin, küresel ölçekte gerçekleşmesidir” diye tanımladı.

Haberin Devamı

Türkiye, 2001 krizini geçirdikten sonra küresel ekonomiye daha da eklemlendi. Dünya çapındaki büyük mali krizin Türkiye’ye hiç uğramaması, hiç değmemesi düşünülebilir mi?

Bu, mümkün değil. Türkiye’nin de kapısını çalacak ve bir ölçüde vuracak. Mesele, alınacak önlemler ve izlenecek politikalarla “zararı olabilecek asgari düzeyde tutmak”tır.

Dünya ekonomisi, Türkiye’yi de içine alma potansiyeli ile bu derece hassas ve kırılgan bir kriz ortamındayken daha yarım yıl önce seçmenlerin neredeyse yarısının oyu ile iktidara gelmiş bir siyasi partinin kapatılması için düğmeye basılması ne anlama gelir?

Bunun, sadece Türkiye’de kurulmaya çalışılan “siyasi istikrarı” değil, “ekonomiyi sırtından hançerlemek” anlamına geleceği besbellidir. Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesinin ardındaki güçlerin, bunun böyle olduğunu bilmemeleri mümkün değildir.

Nereden mi biliyoruz?

Haberin Devamı

İddianamenin Anayasa Mahkemesi’ne intikal “zamanlaması”ndan. Eğer, AK Parti’yi kapatmayı nişan alan “güçler”, ekonomiden bihaber olsalar, bunu bir cuma günü yani hafta sonu tatilinin başlaması ânına, borsanın kapanmasının dakikalar sonrasına denk getirmezlerdi.

“Ekonomi hesabı” yaptıkları besbelli. Kapatma davası Anayasa Mahkemesi’ne, ne cuma günü mesai saatleri içinde ne pazartesi günü ne de hafta içi bir başka gün açılıyor.

Cuma günü, mesai saati bitiminde, hafta sonu tatilinin ilk dakikalarında açılıyor.

Dolayısıyla bu davanın “hukukla ilgisi”ni külahıma anlatsınlar. Düpedüz, bir “siyasi eylem” bu.

***                  ***               ***

Hukuk kıyafetine büründürdükleri siyasi eylemlerini cuma günü akşamüstüne denk getiren “uyanıklar”, bunu böyle yaparak ekonomiyi, yani halkın yaşam koşullarını “arkadan vurdukları” suçlamasından kendilerini kurtarmayı tasarladı.

Giriştikleri “siyasi eylem”in faturası, “kara pazartesi” yine de çıktı. Önceki gün yani pazartesi günü, söz konusu siyasi eylemin ekonomiye yansıması olan kur ve faizlerdeki artışın, Türkiye’nin genel devlet brüt borç stokuna etkisi yıllık bazda yaklaşık 5 milyar doları buldu. 1 milyar dolarlık da döviz çıkışı oldu. Uzunca bir süredir borsada kalma eğilimi gösteren yabancılar, borsadan yavaş yavaş çıkmaya başladılar. Opus, Raymond James, Morgan Stanley ve HSBC, değişik ölçeklerde hisse satışı yaptı.

Haberin Devamı

Orta ve uzun vadeye yayılabilecek asıl büyük tahribat, doğrudan yabancı yatırımlarda söz konusu olacak. Doğrudan yabancı yatırımlar (FDI), yüksek oranlı büyüme hedefi güden ve istihdam sorunlarıyla karşı karşıya Türkiye gibi bir ülke ekonomisi için adeta “olmazsa olmaz”lardan biri.

AK Parti hükümeti, sürekli olarak kendi iktidar döneminde, FDI oranındaki büyük artışla övünüyordu. 22 Temmuz’dan (2007) bu yana Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye girişinde belirgin bir yavaşlama söz konusu. 14 Mart 2008’den itibaren Türkiye, bir “siyasi belirsizlik” fotoğrafı sunmaya başladı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ı için “siyaset yasağı” sözde hukuk namına istenen bir ülke Türkiye. Siz, yabancı yatırımcı olsanız, Türkiye’ye dalar mısınız; yoksa “Bakalım, bu ülke ne yöne doğru gidecek” diye bakmayı, beklemeyi mi seçersiniz?

Haberin Devamı

AK Parti’nin 22 Temmuz’daki yüzde 47’lik seçim başarısından sonra hasımlarının görünür vadede bu partiyi iktidardan uzaklaştırma hevesleri ve hesapları epey darbe almıştı. Parlamento aritmetiğine bakıldığında, görünür alternatifi de yoktu. Bundan sonraki seçimler ise ta 2011’de. İktidar mücadelesinin “bürokratik tarafı” için dayanılmaz uzunluktaki bir süre.

AK Parti’den kurtulmayı kestirmeden sağlayacak bir “askeri darbe” için ise ne 22 Temmuz sonrası “iç siyasi zemin” ne de “dış siyasi iklim” uygun. “Şeriat geliyor, laiklik gidiyor” yakıtı ile "cumhuriyet mitingi" düzenleyecek enerji ve organizasyon da ortada yok. “Ümraniye çetesi” ve “Ergenekon” soruşturmaları, bu tür mitinglerin organizasyonu bakımından büyük gedik açtı.

Haberin Devamı

Tek ve geçerli beklenti, AK Parti’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesi, parçalanması, dağılmaya yüz tutması ve Türkiye’yi yönetemez bir görüntüye sokulması haline geldi.

Bunun nasıl olabileceğinin cevabı ise hemen her mahfilde kestirmeden veriliyordu:

Türkiye’nin ekonomik krize girmesi, “bunları” yıpratır ve iktidarda sonlarını getirebilir.

Küresel ekonomik kriz, Türkiye’yi de saracak biçimde tırmanırken AK Parti’nin kapatılması girişiminin cuma mesai saati bitimine denk getirilmesi, ekonomik algılar ile hareket eden bir “siyaset mühendisliği projesi”dir.

Burada bulunmayan tek şey “hukuki mülahazalar”dır.

“Olay yargıya intikal etti; hukuka saygı göstermeli ve beklemeliyiz” korosuna dikkat edin; bunların hemen hepsi AK Parti’nin kapatılmasından ya da iktidardan indirilmesinden yana olanlar.

Haberin Devamı

Hukuk, şu anda siyasetin aracı haline getirildiği için hukuk olmaktan çıkarılmıştır.

Bunu, AB, Avrupa Konseyi, Avrupa’nın her demokratik ülkesi, hatta ABD, tüm Batı dünyası gördüğü için Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne başvurusuyla başlatılan süreci, “demokrasiye aykırı” gördüklerine ilişkin gayet net, kesin açıklamalar yaptılar.

Nüfusu Müslüman olan bir ülkede, “laiklik”in ihlali ve “İslamcı rejim” kurulmasına en fazla alerji ve tepki duyacak tüm ülkeler, “iddianame içeriği”ne karşı çıkarak, olan-biteni “demokrasiye aykırı” buluyorlar. Yani, olan-bitenin “hukukla ilişkisi”ni hiç kurmuyorlar.

Bu, hiçbir şey anlatmıyor mu?

***              ***                 ***

Türkiye gündemini, birkaç gün ya da bir-iki hafta işgal edecek bir konuyla yüz yüze değiliz. Önümüzdeki yıl hatta iki yıla yayılabilecek keskin bir siyasi mücadelenin kapısı aralandı. Özellikle, küresel ölçekteki gelişmelerin Türkiye’ye kaçınılmaz yansımaları nedeniyle de zorlaşacak yaşam koşulları içinde yol alınmaya çalışılacak.

Ancak Başbakan'ın önceki gün dediği gibi, “Demokrasi zarar görürse, ekonomi de zarar görür”. Dolayısıyla bundan böyle Türkiye’nin ekonomiyle ilgili her adımı, “demokrasi mücadelesi”nden geçecek. TÜSİAD ve TOBB başta, iş dünyasının etkili kuruluşlarının gözlerini dört açmaları ve tavır sahibi olmaları gerekiyor.

Önümüzdeki dönemin “büyük mücadelesi”nde, ta 2004’e uzanan darbe planlamaları içinde yer alan birilerinin bir “yol haritası” olduğu anlaşılıyor. Böyle bir “yol haritası”nın varlığı, bunun “önsözü” niteliğindeki, Anayasa Mahkemesi’ne iktidar partisini kapatma başvurusundan anlaşılıyor.

Türkiye’nin demokratik ve aydınlık güçlerinin de bir “yol haritası” üzerinden geleceğe ilerlemeleri gerekiyor. Burada, iktidara düşen çok önemli bir ödev var. Bu ödevi, bir emekli büyükelçi (Temel İskit) dünkü Taraf’ta gayet güzel özetliyor:

“Şimdi AK Parti için uyanma zamanı geldi galiba. Başından beri devletin yerleşik güçleri bu partiyi içine sindiremedi, tam tersine sivil ve askeri bürokrasi hep direndi. AK Parti iktidarlarının kaynağı statüko partilerinden ümidini kesmiş halk kesimleri ile Türkiye’nin globalizasyona ayak uydurmasını isteyen dış dinamiklerdi. Avrupa Birliği bu meşruiyetin temel direklerinden biri oldu. İktidarın artık statükoyla ittifak aramayı bırakması şart. Yargı dişini gösterdi. Asker reformları nereye kadar sindirir? Erdoğan’ın tek çıkış yolu, halk desteğinin yanında meşruiyetinin başlıca dış dinamiği olan AB reformlarına sıkı sıkıya sarılmak, gerçekten sivil nitelikte bir anayasanın ortaya konmasına öncülük yapmak.”

Bunun doğal sonuçlarından biri, “kanunun değil hukukun üstünlüğünü güvenceye alacak ve evrensel hukuk normlarını sindirmiş bir yargı ve ‘yargıç reformu’nun da gerçekleşmesi.”

Yani, yeni sivil anayasa yapımına öncelik. Ve bizim önerimiz, bunu “halkoyu”na taşımak.

Önümüze serdikleri “belalı gelecek”ten ancak halk seferber edilerek çıkılabilir.

Siyaseti, Ankara’daki “Yüksek Yargı”nın alanından çıkartmak şart.

TBMM’nin içine almak da şart. Ve halkı siyasete doğrudan dahil etmek de...

Yazarın Tüm Yazıları