Sakin olun beyler, “akıllı” olun...

Şöyle biraz mesafe alıp, Türkiye’ye baktığınızda, “şirazesinden çıkan bir ülke” manzarasını görebilirsiniz. Bir gün, örneğin dünün, içine sıkışan gelişmeler bile bu fotoğrafı kolaylıkla yansıtabilir.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dün Çankaya Köşkü’nde, DTP milletvekillerini kabul ediyordu. Doğru yapıyordu. Cumhurbaşkanı sıfatı, TBMM’de temsil edilen tüm partileri meşru görmeyi ona mecbur kılıyor. DTP’lilerin Cumhurbaşkanı’nın konukları olarak Çankaya’da kabul görmeleri, ülkenin çok ihtiyacı olan “toplumsal barış iklimi” için de gerekli.

Cumhurbaşkanı’nın, DTP’lileri kabul edeceği gün, Yargıtay Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bulunan DTP davasında esas hakkındaki görüşünü sunuyor ve partinin “kapatılmasını” talep ediyor.

TBMM’ye yansıyan oyların, dağlara geri çevrilmesi, meşruiyet ile yasa dışılık arasındaki “ince sınır”da ikincisine “geçiş vizesi” verilmesi talebi diye de yorumlayabiliriz.

Yargıtay Başsavcısı’nın “hukukun gereğini yaptığı” öne sürülebilir elbette ki. Ancak, yüksek yargının “hukuk normları” hayli tartışmalı. Zira, Yargıtay Başsavcısı’nın DTP’nin kapatılmasına ilişkin esas hakkındaki görüşünün açıklandığı gün, Danıştay Başsavcısı (Tansel Çölaşan) hakkında “darbe savunuculuğu” yaptığı gerekçesiyle “suç duyurusu”nda bulunulmuştu.

Haberin Devamı

Danıştay Başsavcısı, 27 Mayıs’ı “devrim” olarak niteleyerek, başta Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın asılarak idam edilmesini olumlu bulan konuşmasını, Ankara Barosu’nda yapmış.

Yüksek yargı, hukukun üstünlüğü, saygınlık gibi sözcüklerin kolaylıkla yan yana sıralanabileceği bir ülke mi Türkiye? Ne dersiniz?

 

***              ***           ***

 

Genelkurmay-Muhalefet polemiği önceki gün zirve yaptıktan sonra, zımnî bir “ateşkes”e ulaşıldı. Genelkurmay ile sağlanan “ateşkes” üzerine, hükümete yönelik “demagojik ateş”in açılması mümkün oldu.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, dün partisinin grubunda konuşuyor:

"Bu askeri harekatı, Talabani'yi Türkiye'de kabul edebilmek için mi yaptık? Barzani ile masaya oturabilmek için mi yaptık? Anayasamızı, Türk milletinin anayasası olmaktan çıkarmak için mi yaptık? Bu sorular, ortadadır. Bu soruların cevabını da kimse veremez"

Haberin Devamı

Baykal, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, "30 yıldır Kandil'e siz niye gitmediniz? Haritada Kandil'i mi bulamadınız?" şeklindeki polemik sorusuna karşılık ise şöyle dedi: "Türkiye'nin 30 yıldır terör mücadelesinde Kandil diye değil, Bekaa diye bir problemi vardı. Bekaa problemi de senden çok önce halledildi, Kandil problemi senin elinde ortaya çıktı."

Aslında, Başbakan’ın Baykal’a yönelttiği “Kandil polemiği” haklı değil. PKK’nın Kandil’e yerleşmesi, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından, Türkiye sınırları içindeki PKK silahlı güçlerine gönderdiği talimatı yerine getirmeleri üzerine 1999 yılında gerçekleşti. Deniz Baykal, o dönemde hükümette bulunmadığı gibi, partisi parlamentoda da değildi. Ayrıca, PKK da “30 yıldır” Kandil’de değil. Dolayısıyla, Erdoğan’ınki doğru polemik değil.

Haberin Devamı

Baykal’ın karşı-polemiği de, tümüyle doğru değil. Çünkü, “Kandil problemi” Erdoğan’ın elinde ortaya çıkmadı. Hem, “Kandil problemi”nin ortaya çıkmasını belki engelleyebilecek olan imkânları veren 1 Mart Tezkeresi’ne Deniz Baykal ve arkadaşları karşı çıkmadılar mı?

Hem 1 Mart Tezkeresi’ne karşı çıkmak, hem de Tayyip Erdoğan’ın “Kandil problemi senin elinde ortaya çıktı” diye eleştirmek de hakkaniyete sığmaz.

 

***                  ***                     ***

 

Asıl dikkat çekici olan, Türkiye’de son haftalarda düzeysiz bir “polemik dili”nin egemen olmaya başlaması. Bu, “striptiz söylemi”ne de varıyor. “Fenerbahçe, Sevilla’yı elesin, bikini giyerim” diyen yani günlük giysilerini çıkaracağı vaadinde bulunan eski futbol hakemi Ahmet Çakar’dan sonra, Genelkurmay Başkanı, “Kuzey Irak’tan çekilme kararında ABD etkisini kanıtlasınlar, üniformamı çıkarırım” dedi. Başbakan, ise Genelkurmay Başkanı’nın yolundan giderek, “siyasetçi elbisesini çıkaracağı” sözünü verdi.

Haberin Devamı

Giyinik dursalar, üstlerindekileri çıkartmaya kalkmasalar ama birbirlerine terbiyeli bir uslûpla, en azından “sen” diye değil de “siz” diye hitap etseler ve birbirlerine hitap ederken boyun damarlarını şişirerek bağırmadan bunu yapsalar daha iyi olmaz mı?

Muhalefet liderleriyle Genelkurmay Başkanı’nın ara ara birbirine terslendiği, Başbakan ile ana muhalefet liderinin hemen her gün birbirlerine “sen” diye hitap ederek avaz avaz bağırdığı, Yargıtay Başsavcısı’nın Cumhurbaşkanı’nın konuğu siyasi partililerin, sivil toplumun “suç duyurusu”nda bulunarak Danıştay Başsavcısı’nın peşine düştüğü bir ülkede, toplumsal piramitin alt katlarının birbirlerine girmiyor olması, ya bu halkın “sağduyusu” veya “mucize” ile açıklanabilir.

Yazarın Tüm Yazıları