Kara harekâtı: Neyin nesi ve neden şimdi?

Türkiye, düne ve güne “Kuzey Irak’a kara harekâtı” haberiyle heyecan içinde uyandı ve başladı. PKK’nın Kuzey Irak’taki silahlı varlığının ortadan kaldırılması için hava harekâtının yeterli olamayacağını, askerlik ile pek az ilişkisi bulunan herhangi bir kişi kavrayabilir. Kara harekâtıyla tamamlanmayan hiçbir “hava kampanyası”nın “nihai sonucu” elde ettiği görülmemiştir.

Haberin Devamı

Dolayısıyla, dün başlayan “kara harekâtı”nı PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki askeri varlığına “son darbe” gibi anlayabilir miyiz?

Hayır. Harekâtın kapsamı ve açıklanan amaçtan, bunun böyle olmadığını anlayabiliriz. Harekâtın “sınırlı” niteliğini –ima yoluyla- bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı ve Genelkurmay açıklamasında da, Başbakan’ınki ile aynı doğrultuda, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev tamamlanır tamamlanmaz, geri döneceği” bildirildi. “Sınırlı” nitelikteki bir harekâtta, “görev”in “son darbe” olmadığı da, ister istemez, anlaşılıyor.

Söz konusu “kara harekâtı”nın PKK karargâhı ve silahlı unsurlarının büyük bölümünün yerleşik bulunduğu Kandil dağı bölgesinden çok uzaklarda olduğu da dikkati çekiyor. Türkiye-Irak ortak sınırının, Kandil’e hayli uzak bazı noktalarında PKK’nın –şu anda yerleşik bulunduğu pek kuşkulu olan- üsleri ve lojistik merkezleri var. Harekâtın, bu gibi hedeflere yönelik olduğu görülüyor.

Haberin Devamı

Nitekim, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin dış politika danışmanı, KDP’nin eski Ankara Temsilcisi Sefin Dizai de yaptığı açıklamada “Bu sabah sınırdan sivillerin bulunmadığı bölgelere Türk askerinin giriş yaptığını öğrendik. Ama bu bölgeler çok uzak yerler olduğu için şu ana kadar net bilgi alamadık... Peşmergeye Türk askeri ile çatışma emri kesinlikle verilmemiştir” diyerek, harekâtın hangi coğrafyada ve nasıl bir kapsamda cereyan ettiğine dair bir “ipucu” sundu.

Türkiye’nin resmî askeri kaynakları, 10 bin askerin görev aldığını belirtiyor. Bunlardan 3000’i “Özel Kuvvetler”, Türkiye’nin en az bir o kadar ve genellikle “Özel Kuvvetler”e mensup askeri personelinin zaten sınırın Irak tarafında yıllardır konuşlandığı da biliniyor. Bu bakımdan, son harekâtın, “askerî açı”dan, PKK’yı bitirmekten ziyade, hava operasyonlarında sağlanamayacak ölçüde, PKK’nın hareket kabiliyetine ve lojistik alt yapısına bir “ağır darbe” indirmeyi hedeflediği açık.

 

***                 ***            ***

 

Haberin Devamı

Asıl gözden kaçırılmaması gereken, kara harekâtının “siyasi anlamı” ve “mesajı.” Kapsamı ve amacı “sınırlı” da olsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bunca yıldır Irak topraklarında bir kara harekâtına girişmemiş olması ve özellikle 2003 yılından bu yana, yani Irak Savaşı’ndan sonra, Irak’taki Amerikan askeri varlığı nedeniyle bunun adeta “imkânsız” olarak algılanması göz önüne alınırsa, bu son “kara harekâtı” kendiliğinden, bir “ilk” olarak özel “siyasi önem” taşıyor.

Bu harekâtın “arka plânı”nda, Genelkurmay ile Pentagon’un işbirliği yattığı besbelli. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un Washington temaslarına ek olarak Bağdat’a gidip, General Petraeus ile yakın geçmişte görüştüğünü, on gün önce Amerikan Genelkurmay İkinci Başkanı General Cartwright’ın Ankara’da temaslarda bulunduğunu ve önceki gece Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amerikan Başkanı George W.Bush ile bir telefon görüşmesi yaptığını bir kenara not etmemiz gerekiyor.

Haberin Devamı

Ayrıca, İngiltere’den yapılan açıklamada da, “harekâttan haberli oldukları” ve Türk askerinin mümkün olan en kısa süre içinde geri dönmesinin beklendiği ifade edildi.

1 Mart Tezkeresi ve Süleymaniye’deki “çuval olayı”ndan bugünlere, yani Türkiye’nin Kuzey Irak’ta “Amerikan onaylı” ve “ABD ile işbirliği” çerçevesinde “kara harekâtı” yapabilmesi noktasına ulaşıldı.

Amerika, bir süredir, Ortadoğu politikasında önceliği “İran’ın tecridi”ne verdi. Bu amaçla, Sünni Arap ülkeleri ile Türkiye ve İsrail gibi bölgedeki müttefiklerini, adı konulmamış yeni bir “siyasi gruplaşma” içinde buluşturmaya öncelik veriyor.

Bu politikasının gereklerinden biri Filistin sorununa da el atmak ve “Annapolis süreci”ni başlatmak oldu. Bir başka gerek ise, Irak politikasında bazı “ayarlamalar”a gidilmesi idi. Savaş, sadece Saddam’ı değil, onunla birlikte “Sünni unsuru” iktidar denkleminin dışına çıkartmıştı ve Arap dünyasında büyük tepkileri beraberinde getirmişti. ABD, bir süredir, Sünnileri “Irak iktidar denklemi” içine yerleştirmeye çalışıyor ve Sünni Arap dünyasını bir araya getirmeye bakıyor.

Haberin Devamı

Bu “yaklaşım”ın vazgeçilmez unsurlarından biri Türkiye’yi de “on board” hale getirmek. Onun, Ankara nezdindeki ön şartı ise PKK’ya karşı “işbirliği.” Bu “işbirliği”, Kuzey Irak’ta bir kara harekâtına “yeşil ışık” yakmayı icap edecek ise, ona da peki. “Sınırlı” olmak ve Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimini bertaraf edecek boyutlara ulaşmamak kaydıyla.

Şu anda olan budur.

 

***                     ***                 ***

 

Kara harekâtı başlamış iken, MGK toplantısının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Irak Cumhurbaşkanı Celâl Talabani’yi telefonla araması ve kendisini “şifahen” Ankara’ya davet etmesi de dikkatle not edilmeli.

Talabani, daveti kabul etti. Sadece, ziyaretin “resmi tarihi” henüz belirlenmiş değil. Hafta sonu, Katar başkenti Doha’da beraber olduğumuz Dışişleri üst bürokrasisi, ziyaret için “Mart ortalarının beklenebileceğini” bana iletmişti. Daha önce, bu ziyaretin Şubat’ta gerçekleşmesinin bile söz konusu olduğunu, Iraklı kaynaklara dayanarak zaten daha önce yazmıştım.

Haberin Devamı

Aynı kaynaklar, Talabani’nin Mart başında İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın Bağdat ziyaretinden sonra Türkiye’ye gelmeyi tasarladığını belirttiler. Ahmedinejad’ın Bağdat ziyareti, bir İran Cumhurbaşkanı’nın “tarihi ve geleneksel düşman başkenti”ne ilk ziyareti olması bakımından, sadece “konjontürel” değil “tarihi önem” taşıyor.

Talabani, bizzat Gül tarafından “sözlü davet”i aldı ve kabul etti. Şimdi, iş, bunun tarihine kaldı.

Ama, dikkat: Gül-Talabani “diyalogu”, Türkiye’nin Irak topraklarındaki “kara harekâtı” başlamış ve devam ederken oldu ve bu, taraflar arasında özel bir “rahatsızlık” konusu olmadı.

Buradan, kara harekâtının hem “askeri açı”dan “anlamı”nı, hem “coğrafi boyutları”nı ve hem de “siyasi içeriği”ni anlayabilmek mümkün.

Talabani, herhangi bir Irak Cumhurbaşkanı değil. Türkiye’nin Irak yöneticileriyle görüşememe sorunu yok ve olmadı. Talabani’nin Arap yardımcıları (Adil Abdülmehdi ve Tarık el-Haşimi) ve Irak başbakanları (İbrahim Caferi ve Nuri el-Maliki) defalarca Türkiye’ye geldiler. Gelemeyen, davet edilmeyen Talabani idi ve bu, onu Ankara’da görmeme durumu, kim ne derse desin, onun “Kürt kimliği”nden ötürü idi.

Buradan hareketle, Talabani’nin Ankara’ya bilinen kimliği ile ve “Irak Cumhurbaşkanı” sıfatı ile gereken protokol gösterilerek ağırlanacak olması, Türkiye’nin, genel anlamda yeni Kürt politikası benimseme ve bu çerçevede özellikle Irak Kürt Yönetimi ile bir “yeni sayfa” açılması “eğilimi”ne işaret edecek.

Böyle bir “açılım”ın yürürlüğe konulması, -ki, Washington’un bu yönde Ankara’ya sürekli “telkin”de bulunduğu da bilindiğine göre-PKK’ya karşı, Irak topraklarında “pazunun şişirilmesi”ni gerektiriyorsa, “kara harekâtı”nın neden şimdi ve ayrıca hangi kapsam ve boyutta yapıldığına da hükmedebiliriz.

Hem, “karlar erimeden”, PKK’nın Türkiye’ye geçiş yollarının kontrol altına alınması ve lojistik imkânlarının bertaraf edilmesi gibi bir de “meşru gerekçe” de söz konusu.

Kara harekâtı ile ilgili “durum” budur...

Yazarın Tüm Yazıları