Ludwigshafen yangınından geride kalanlar

Der Spiegel, “sağ” eğilimli, düzeyli ve nüfuzlu ünlü Alman dergisi. Ludwigshafen olayı üzerine aradılar. Olayın, Türkiye’de “iç sorunların üzerini örterek ‘ortak düşman’da birleşmek amaçlı olarak değerlendirildiği”ne ilişkin ne düşündüğüm soruldu.

Haberin Devamı

Soruyu anladım/anlamadım. “Ortak düşman”dan kastedilen, Almanya ya da Almanlar idi. Onu anladım. “İç sorun”dan kastedilenin “başörtüsü tartışması” zeminindeki kutuplaşma olduğunu da anladım. Ama kimin kime karşı ne amaçla “Ludwigshafen olayı”nı kullandığı faslını anlamadım.

Anlayabilmem için soru biraz açıldı. Türkiye’deki “yükselen ulusalcı/milliyetçilik” işaret edildi. “AKP-asker çelişkisi”ne dikkatim çekildi. Yani, “Ludwigshafen olayı”nın bu olgulara bakılarak Türkiye’de “milliyetçilik”i Almanlara karşı pompalamak vesilesiyle kullanılıp kullanılmadığı soruldu.

Benim, Ludwigshafen’da 5’i çocuk, 9 vatandaşımızın diri diri yanarak ölmesine ilişkin algılamam Alman meslektaşlardan farklıydı. “Tam tersine” dedim, “Türkiye’de hiç kimse Almanları suçlamıyor. Bu olay, Türkiye’de anti-Alman bir milliyetçi dalgayı kabartmış değil. Başta başbakan, hükümet, Almanya’yı suçlayıcı beyanlardan özellikle kaçındılar. Konunun araştırılmasını istediler ve araştırma sonuçlarını beklemeyi yeğlediler. Ancak derhal harekete geçildi. Malum, başbakan, devlet bakanı başkanlığındaki bir heyetin arkasından Ludwigshafen’a gitti...”

Haberin Devamı

Der Spiegel’den muhatabım, “Ama hemen Solingen çağrışımı yapıldı” diyecek oldu. “Evet” diye sözünü kestim, “Herkesin aklına Solingen geldi. Eğer, Solingen olmamış olsaydı;Almanya’da Neo-Naziler ve onların bilinen Türk düşmanlığı olmasaydı, kimsenin aklına Solingen gelmezdi. Solingen’in gelmesi, Solingen diye 1993 yılındaki o hunharca gerçekleştirilen olay olmuş olduğu içindir.”

Almanların şunu anlaması gerektiğini de ekledim: “Türkiye’de insanlar ister milliyetçi, ister liberal, ister solcu, ister sağcı, ister dinci; ne olurlarsa olsunlar, vatandaşlarının yakılarak öldürüldüğü gibi bir ihtimal ortaya çıkarsa, her biri duyarlılık gösterir. Eğer olay, bir kundaklama ise yakılan her birimiziz. Hepimiziz. Bu konuda gösterilen duyarlılığa şaşırmamak gerekiyor. Solingen ve Möll nedeniyle kendiliğinden oluşan bir duyarlılık bu.”

Haberin Devamı

***        ***       ***

Ertesi gün (cuma günü) Der Spiegel’in son sayısının Ludwigshafen yangınına çok geniş bir yer verdiğini gördüm. Uzun bir haber yazısı ve çok sayıda makaleye yer verilmişti. İstanbul çıkışlı bir değerlendirme yazısının başlığı, “Ludwigshafen, Türkler ile Almanlar arasındaki güvensizliği ortaya koyuyor” şeklindeydi.

Doğru. Neo-Nazi eylemleri, Solingen ve Möll kundaklamaları, Almanya’da Türklere genellikle “ikinci sınıf” insan muamelesi gösterilmesi; buna karşılık, Türkiye’de benzeri ve “devletin içlerinden bir yerlerden” desteklenen “Alman vakıflarına yönelik olumsuz kampanya”, bu arada kayıtlardan silinmesi mümkün olmayan, Alman vatandaşlarının boyunları kesilerek inanılmaz bir gaddarlıkla Malatya’da geçen yıl öldürülmeleri, olayın soruşturmasının tatmin edici biçimde yürümemesi.

Haberin Devamı

Bütün bunlar ve bunlara eklenen Angela Merkel (Hıristiyan Demokrat) hükümetiyle birlikte, Türkiye’nin AB yolunda dışlanması girişimlerinin yaydığı “resmi güvensizlik”, Ludwigshafen’daki bir yangın gibi gelişmede, kaçınılmaz olarak bin türlü olumsuz duyguyu karşılıklı olarak harekete geçiriveriyor.

Herkesin kendi eteğindeki taşı dökmesi kaydıyla olayın, Türk-Alman ilişkilerinin üzerinde silinmez bir leke bırakması önlenebilir. Aslında, Türk kamuoyu ve hükümeti, Ludwigshafen olayında, beklenilmedik ölçüde olgun davrandı denebilir. Alman vakıflarına ilişkin “kötü sicil” olmasa ve Malatya canavarlığına olandan çok daha duyarlı davranılsa Türkiye ve Türkler, Ludwigshafen’ın ortaya serdiği “karşılıklı güvensizlik”te “moral highground”a yani “ahlaki üstünlüğe” çok daha güçlü biçimde sahip olurdu.

Haberin Devamı

Almanların da eleştirdikleri Türk medyasından pek de farklı bir tavır ortaya koymayan kendi medyaları başta olmak üzere, eteklerindeki taşı dökerek yaklaşmaları şart. Ludwigshafen olayında, Türkiye’deki “milliyetçi/ulusalcı dalga”ya takılacaklarına, bunun “ilham kaynağı” ve Türkiye’dekinin “Alman kardeşi” Neo-Naziliğe ve her türlü anti-Türk Alman milliyetçi eğilimlerine, bunları kolaylaştıracak “resmi tutumlar”a karşı duyarlı olmaları beklenir.

Bu çerçevede, Der Spiegel yazılarından birinin sonunda yer alan Angela Merkel’in Ludwigshafen’a gitmesi önerisi çok isabetlidir.

Nerede Türkiye’ye AB yolunu açan Sosyal Demokrat-Yeşil (Gerhard Schröder-Joschka Fischer) koalisyonu, nerede Almanya’nın yeni yöneticileri...

Haberin Devamı

Bu arada, Almanya’da çok yaygın bir “anti-Türk” hava estiği gibi bir gerçek-dışı duyguya da kendimizi kaptırmayalım. İki hafta önce Hamburg’da bir panelde Joschka Fischer ile birlikteydim. Joschka Fischer, Türkiye’nin AB üyeliği ve Avrupa için önemi konusunda, Abdullah Gül’den de Tayyip Erdoğan’dan da Ali Babacan’dan da daha ateşli.

İşin önemli kısmı, Joschka Fischer, hâlâ “Almanya’nın en popüler siyaset adamı” özelliğini taşıyor.

***                  ***             ***

Joschka Fischer’in tersine “Alman sağının en popüleri” ise İçişleri Bakanı Walter Schauble. Hafta içinde, İstanbul’da onunla birlikte olma şansını kaçırdım. Ardından Schauble’nin ismi, Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi M. Ali İrtemçelik’le birlikte “sert polemik” vesilesiyle anıldı.

İrtemçelik’in SPD lideri Kurt Beck ile görüşmesinin ardından, Ludwigshafen olayına ilişkin olarak “Kundaklamanın olasılık dışı bırakılması bana garip geliyor” deyince, Schauble, “Büyükelçinin görgü öğrenmesi gerek” sözleriyle Türkiye ziyaretinin hemen ertesinde, Almanya’da Türkiye büyükelçisine “terbiye dersi” verecek nitelikte konuştu.

Görev süresi tamamlanan ve bir ay içinde Ankara’ya dönmesi beklenen İrtemçelik’in cevabı da “diplomatik teamülde pek görülmeyen” bir sertlik ve ağırlıkta oldu. İrtemçelik, “33 yıllık kariyer çizgisi olan bir büyükelçi olarak usul, âdap öğrenme ihtiyacım mesleğe girişimden çok daha önce karşılanmıştır. Schauble’nin bir şikâyeti olacaksa, bunu Sayın Angela Merkel ile görüşmek üzere Almanya’ya gelen Başbakan Erdoğan’a duyurması uygun olacaktır” açıklamasıyla “görgü öğrenmeye ihtiyacı olmadığını” ifade etmekten gayri, Schauble’ye “işini öğrenmesi gerektiğini” hatırlattı.

Ayrıca, Türkiye’ye dönmeden önce Schauble’ye veda ziyaretinde bulunmayacağını da duyurdu.

Dünyanın her yerinde, böyle bir “atışma”ya “diplomatik kriz” denir.

M. Ali İrtemçelik, benim askerlik arkadaşım. Dahası, iyi arkadaşım. “Diplomatik Türkçe”yi, iş polemiğe gelince, ustalıkla kullanmasını ondan daha iyi becerebilen pek az kişi vardır. Bundan özellikle de zevk aldığını bilirim.

Onu ve özelliklerini iyi bildiğim için, varılan noktanın “çok talihsiz” olduğunu da biliyorum. 2004 sonbaharında Berlin’de göreve başladığı vakit, aradan bir ay bile geçmeden onun ilk konuğuydum. “Berlin bilgimiz”, Almanya’da daha önce hiç görev yapmamış olan Galatasaray Lisesi-Boğaziçi Üniversitesi kökenli M. Ali’den daha fazla olduğu için onun Berlin’deki “ilk keşif seferleri”nde “kılavuzluk” yaptık. Potsdam’a, Prenzlaurer Berg’e, daha nice yere “tebdil-i kıyafet”le ilk kez birlikte gittik.

M. Ali İrtemçelik, Berlin’de görev yapacak olmaktan ötürü aşırı mutluydu. Almanya’ya önem veriyor ve sempati duyuyordu. O günlerde en heyecan duyduğu ise hakkında öğrendikleri nedeniyle değer verdiği Walter Schauble, -ki o sırada muhalefetin en önemli şahsiyetiydi- ile yapacağı görüşmeydi.

Olayların ve kişilerin arka planını bilince, gelinen noktanın “talihsiz” olduğu apaçık.

Türk-Alman ilişkilerindeki zorlukların üzerinden gelemeyecek tek bir şey varsa, o da “ırkçılık”la bezenmiş “milliyetçilik” olmalı...

Yazarın Tüm Yazıları