Hükümet ne yaparsa şaşırırız?

“Toplumsal bir akıl tutulması” yaşadığımız su götürmez. Cuma günü Ankara ODTÜ’de Üniversitelerarası Kurul toplantısında bir araya gelen 100 dolayındaki rektör, “akademik ağırlık”tan gayrı her türlü “hafiflik”i sergiliyordu. “Türkiye laiktir laik kalacak” diye, “eylemci öğrenciler” çağrışımı yaptırarak, bağıran çağıran, el çırpan, üzerlerinde cübbeleri, koca koca adamlar ve kadınlar.

Haberin Devamı

Ertesi gün, Cumartesi, Anıt Kabir avlusunu bayraklarla toplanıp dolduran “Cumhuriyet mitingleri replikası” bir gösterinin katılımcıları da, “toplumsal akıl tutulması”nın bir başka tezahürü idi.

Katılımcılara tutulan televizyon kanallarının mikrofonlarına, orada niye bulunduklarına ilişkin açıklamalar, Anıt Kabir’e gelenlerin önemli bir bölümünün ya birbirinden farklı nedenle geldiğini, veya niçin geldiğini tam olarak bilemediğini ortaya koyuyordu.

27 Nisan 2007 ile 22 Temmuz 2007 arasında kalan dönemdeki “Cumhuriyet mitingleri”nin katılımcıları için de aynı durum söz konusuydu. Katılanların kuşkusuz büyük bölümü “halisane” niyetlerle ellerine bayrağı alıp gelmişlerdi. Ama, bu gibi büyük toplumsal olaylarda, gelenin niyetinden ziyade getirenin kim olduğuna ve niyetine bakılır. O büyük gösterilerin, esas olarak, “darbe özlemcileri”nin organizasyonu olduğunu, şimdi kapatılmış bulunan Nokta dergisinin yayınladığı “Sarıkız” ve “Ayışığı” adlı “darbe planlaması”nın içeriğine ait bilgileri okuyan herkes bilir ve anlardı.

Haberin Devamı

Bu kez, durum farklı. Bu tür ve önümüzdeki günlerde de tekrarlanacağı anlaşılan gösteriler, çok farklı bir siyasi ortamda söz konusu olduğu için, “hedefe varma” şansları yok gibi.

O “Cumhuriyet mitingleri”, CHP’nin ve MHP’nin yandaşlarının önemli katılımı ile gerçekleşmişti. Şimdi, bu iki “muhalif” parti “başörtüsü” üzerinden tam ters pozisyondalar.

27 Nisan e-muhtırasının ardından, ABD, “bakalım kim kazanacak” gibisinden “ikircikli” bir tutum içine girmişti. O yüzden, TSK’nın konumu da, 2007 ortalarından farklı.

Beyaz Saray, şu dönem, 5 Kasım 2007 Erdoğan-Bush görüşmesinin ardından ve geçen ay Gül-Bush görüşmesiyle, AKP iktidarına “tescil belgesi” verdi. Bir yandan da, Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı Pentagon-TSK işbirliği yeni bir boyut kazandı.

Ergenekon soruşturmasının “özellikleri”ni de bir yana kaydedelim.

Herkes, 22 Temmuz sonrasının “görev bölüşümü”yle elde edilmiş “yeni işi”yle meşgul. Ayrıca üniversitelerin rektörlerden ibaret olmadığına, şu sırada sayıları 1500’ü geçen, hafta sonuna dek 5000’e ulaşması beklenen, öğretim üyelerinin “başörtüsüne üniversitelerde özgürlük” çağrısını imzalamaları ifade ediyor.

Haberin Devamı

 

***          ***        ***

 

Bütün bunlar, Tayyip Erdoğan hükümetinin “doğru yönde” ve “başarı”yla yürüdüğüne de işaret etmiyor. Tam tersine. Hükümetin “başörtüsü” konusunu gündeme getiriş ve sunuş yöntemi, “özgürlüklerin önünü açmak”tan ziyade “kriz üretme”yi daha fazla andırıyor.

AKP hükümetine en önemli “güç’ü sağlayacak olan “reformcu enerji”, AB’nin de beklentisi olan ve bu yola girildiğinde Sarkozy ve Merkel’in de “tam üyelik yerine, imtiyazlı ortaklık verelim” şeklindeki direnişini bertaraf edecek en etkili silah iken,hükümet, bu önceliği sürekli savsaklıyor.

Haberin Devamı

Nerede “yeni anayasa taslağı”? 301’e ne oldu? Vakıflar Kanunu, bir yandan kuşa çevrildi, bir yandan da “başörtüsü ittifakı”nın diğer tarafı olan MHP’yle uzlaşma gereği, bu haliyle bile çıkabileceği şüpheli hale geldi.

Başörtülülere yüksek öğrenim hakkı konusunu, toplumun “genel özgürleşme ve demokratikleşme” hedeflerinden tecrit ederek ele almak ve bunun çevresinde akıl almaz bir “kutuplaşma”ya imkan vermek, şu değerlendirmeyi doğruluyor:

“... AKP kurmayları, üniversitede türban yasağı gibi bariz antidemokratik birkuralı kaldırmayı, toplumdaki birçok farklı mağduriyete, temel hak ve özgürlük ihlaline son verecek bir anayasa değişikliği ile birlikte çözmekten daha acil ve kapsamlı görüyorlar. Bu ise, üniversiteye türbanla girebilme hakkını, Türkiye’de ihlal edilen diğer bir dizi temel haktan tecrit ederek simgeleştiriyor. Diğer temel hak ve özgürlüklerden yalıtılarak, çözümü tek başına aranan türban sorunu... bireysel bir hakkın kullanım alanını terkedip bir cemaat hakkının kullanımına dönüşüyor.” (Ahmet İnsel, Radikal İki).

Haberin Devamı

Konu TBMM’de oylamalara kaldığı ve bu TBMM’nin sokağa ve 28 Şubat kalıntısı bir rektörler birliğine teslim olması düşünülemeyeceği için, başörtüsü yasağının kalkması kuvvetli ihtimal.

Ancak, sorun, o noktadan sonra başlıyor. “MHP’ye rehin” ve muhalefet olarak sadece CHP’yi hesaba katan bir AKP, yüzde 47 içindeki görünmez, elle tutulmaz ama geniş “demokratik yelpaze”yi göz ardı etmeye devam ederek, “AB ufku”nu savsaklamaya devam ederse, sürekli “siyasi kriz” üretecek demektir ve zincirleme krizlerle Türkiye’nin takatini kesecektir.

 

***         ***           ***

 

Kriter dergisinde Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “2008 AB yılı olacak. Bambaşka bir yıl olacak. Şaşıracaksınız” diyor. Babacan’ın M.Ali Birand ile uzun söyleşisini okuyunca, insanın aklına, ister istemez, biri “Ayinesi iştir kişinin; lafza bakılmaz” ve diğeri “Adam olacak çocuk...” özdeyişleri geliyor.

Haberin Devamı

Dışişleri Bakanı, açılan ve açılacak fasıllar ile ilgili teknik çalışmalar hakkında binbir ayrıntıya giren bilgiler veriyor. Son 5 ayda Brüksel’e 17 heyet gönderildiğini, 5 ay içinde 40 ziyaret yapıldığını ifade ediyor.

AB konusu, keşke “teknik” ve “bürokratik” bir konu olsaydı; o takdirde, Ali Babacan’ın “2008 AB yılı olacak” müjdesinin de bir anlamı olurdu. Sorun, bu tür çalışmalarda değil, “siyasi kriterler”de.

Hükümetin AB’ye sunması gereken “Ulusal Program” ortada yok. Geçen Nisan ayında açıklanan yedi yıllık “AB’ye Uyum Programı”“Ulusal Program” gibi algılanabileceğini sanıyorsa yanılıyor.

Zira, “Uyum Programı” sadece müktesabat uyumunu içeriyor; siyasi kriterleri kapsamıyor. Hükümet, “siyasi reformlar”a ilişkin genel vaadler ve biteviye tekrarlanan basmakalıp açıklamalar dışında, hiçbir yükümlülüğe girmiş değil.

Neyin yükümlülüğüne girecek?

Bu, şu demek: Bir “Ulusal Program” hazırlığına girişmek. O da, şu demek: “Hangi siyasi reformun ve ne zaman yapılacağı”nın kamuoyuna ve AB’ye açıklanması. Hükümetin böylece kendini somut bir “takvim”e göre “yükümlülük” altına sokması.

Başörtüsünü orasından burasından çekiştiren bir “toplumsal akıl tutulması” ortamında ve “siyasi ittifak tercihleri” ile bu hükümet bunu yapacak mı?

Soru ve sorun, burada.

Hadi, şaşırtın bizi!

 

Yazarın Tüm Yazıları