Artık hükümetsin hiç durma, açıkla

Güncelleme Tarihi:

Artık hükümetsin hiç durma, açıkla
OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 23, 2008 00:00

Başbakan Erbakan, güvenoylamasından 2 gün önce Meclis’te basını açıkça tehdit etmiş, "Bu medya şimdi bize karşı ama birkaç gün sonra bizi methetmeye başlayacak. Hele bir methetmesin bakalım. ’Şu bankaya olan borcunu öde bakalım’ dediğimiz zaman methetmeye başlayıp, ’Bu RP ne nimetmiş" demeye başlayacak" demişti.

Güvenoyu aldığı gün eline ulaÅŸan mektupta ise Aydın DoÄŸan aynen şöyle diyordu:    Â

Artık hükümettesiniz. Kamu bankaları, devletin denetim kurumları size istediğiniz bilgiyi anında verebilir. Kim, hangi kamu bankalarından siyasi nüfuz kullanarak kredi çekmiş, hangi avantajlar sağlamış, hiç durmayın, hemen kamuoyuna açıklayın

SİYASET ve medya tarihimizde bugüne kadar ayrıntıları bilinmeyen bir mektup hikáyesi var.

Refahyol Hükümeti’ni kuran Necmettin Erbakan, güvenoylamasından iki gün önce, 6 Temmuz 1996’da, Meclis kürsüsünden Hükümet Programı’nı okumuş ve basını açıkça tehdit etmişti. Erbakan, o gün kürsüden aynen şunları söylemişti: "Bu medya şimdi bize karşı ama birkaç gün sonra bizi methetmeye başlayacak. Hele bir methetmesin bakalım. ’Şu bankaya olan borcunu öde bakalım’ dediğimiz zaman methetmeye başlayıp, ’Bu RP ne nimetmiş’ demeye başlayacak."

Aydın Doğan
o sırada Bodrum’da tatildeydi. Yanında Milliyet Gazetesi’nin o dönemdeki Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak bulunuyordu.

Bu sözleri işitir işitmez Erbakan’a bir mektup yazmaya karar verir. Mektubu yazar.

Erbakan, güvenoyu alıp Başbakanlık’taki odasına gittiğinde Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin kendisini beklemektedir.

Aydın Doğan’ın mektubu böylece elden kendisine iletilir.

Bugüne kadar tam metni yayınlanmayan o mektupta Aydın Doğan, görevine başlayan yeni başbakana şunları yazmaktadır:

YANILIYORSUNUZ SAYIN BAÅžBAKAN

"Sayın Başbakan,

Cumartesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığınız konuşmayı dikkatle izledim. Medyaya yönelik sözleriniz, bu konuda yanlış bilgilerden kaynaklandığına inandığım görüşlerinizin giderek tehlikeli bir ’önyargıya’ dönüştüğü izlenimi veriyor. Yeni bir dönemin başlangıcında bu önyargılarınıza temel oluşturan yanlışlıkları bir defa daha bilginize sunmak ve tecrübelerime dayanan görüşlerimi iletmek istedim.

Önce beni bir vatandaş olarak en fazla rahatsız eden noktadan başlayayım. Diyorsunuz ki, ’Medyanın bir eli devlet kasasında, öteki eli ülkenin direksiyonunda.’

Yanılıyorsunuz.

Medya, ülkedeki bütün sanayi kuruluşları gibi kredi kullanır. Kredi, ticari sistemin vazgeçilmez bir aracıdır. Hemen belirteyim. Biz de kredi kullanıyoruz. Önemli olan bu kredilerin haksız mı yoksa piyasa kurallarına uygun mu alındığıdır. Artık hükümettesiniz. Kamu bankaları, devletin denetim kurumları size istediğiniz her bilgiyi anında verebilir. Kim, hangi kamu bankalarından siyasi nüfuz kullanarak kredi çekmiş, hangi avantajlar sağlamış, hiç durmayın hemen kamuoyuna açıklayın.

DEVLET KASASINDA OLAN EL, KIRILSIN

Bana gelince...

Ben medya sektöründeki güçlü yerim nedeniyle, istediğim kurumdan istediğim krediyi anında bulma imkánına sahibim. Bunu içeriden de alabilirim, dışarıdan da.

Birçok özel banka bana istediğim krediyi vermeye hazırdır. İstediğiniz banka yöneticisine bir telefon açıp bunu öğrenebilirsiniz. Ama asıl bilmeniz gereken özelliğim şudur: Benim grubumun devlet bankalarından kullandığı kısıtlı kredi oranı şu anda neredeyse sıfıra yakındır.

Bu mektubu zat-ı álinize tam bir alın açıklığı, onun bana verdiği haklılık gücü ve rahatlığı ile yazıyorum.

O nedenle diyorum ki, ’devletin kasasında eli olanlar’ varsa, o eller kırılmalı ve teşhir edilmelidir.

Gelelim KDV ödemediğimiz iddianıza. Basın bugün KDV borçlusu değil alacaklısı durumundadır. Promosyon olarak verdiğimiz ürünlerin tamamının vergisi ödenmiştir.

BÄ°Z SADECE BONCUK DAÄžITMADIK

Buna karşılık grubumuz gazetelerinin KDV nedeniyle devlette birikmiş milyarlarca alacağı bulunmaktadır. Size şu bilgiyi de ileteyim:

Grubumuz yılda bir milyar dolar üzerinde ciro yapmakta. 8 bine yakın insan çalıştırmaktadır.

1995 yılında ödediğimiz vergi 5.5 trilyonun üzerindedir.

Meclis kürsüsünde, medyanın promosyon faaliyetlerini biraz da aşağılayıcı bir üslupla eleştirdiniz. ’İncik boncuk dağıttığımızdan’ söz ettiniz.

Biz sadece incik boncuk dağıtmadık Sayın Başbakan.

Bugün milyonlarca Türk ailesinin evindeki ansiklopediler, bilgisayar ve Kuran-ı Kerim’in Türkçe meali gibi dini yayınlar da bizim kültür amaçlı promosyon ürünlerimiz arasında bulunmaktadır.

Gazetelerimiz, Çanakkale Şehitleri Abidesi’nin yapılması, Güneydoğu gazilerine yardım, Mostar Köprüsü’nün onarımına kadar sosyal amaçlı kampanyaların da öncüsüdür.

Hiç kuşkusuz bizim asıl işimiz gazeteciliktir. Bunu da iyi ve ülke yararına, halkın hizmetine uygun biçimde yaptığımıza inanıyoruz.

Promosyon denilen satış artırıcı faaliyeti ne biz icat ettik, ne de sadece biz uyguluyoruz.

Alın İngiliz basınını. Orada Murdoch Grubu’nun, Times gibi ağırlıklı bir gazetenin de hediyeli satış yöntemleri uyguladığını göreceksiniz.

Alın Fransız basınını. Le Monde gibi, bütün dünyaca ciddiyeti tescil edilmiş bir gazetenin zaman zaman okura dönük hediyeli kampanya yaptığına tanık olacaksınız.

Bu örnekleri alt alta koyup üzerinde düşündüğüm zaman ne yazık ki aklıma şu kuşku saplanıyor.

Acaba asıl gayeniz, promosyon bahanesine sığınıp, bunun ardından basının yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine gitmesini engelleyecek bir düzen getirmek midir?

Üzülerek belirteyim ki, cumartesi günü Meclis’te yaptığınız o konuşmadan sonra bu ihtimal güçlenmeye başlamıştır.

Basına yönelik ağır bir suçlamanız da dağıtımda tekel kurduğumuz iddiasına dayanıyor.

Sayın Başbakan, izninizle size Batılı ülkelerdeki uygulamalardan kısaca söz edeyim.

Almanya’da basılan Türk gazeteleri dağıtım ücreti olarak yüzde 50’nin üzerinde bir bedel ödemektedirler.

Bizim burada koyduğumuz yüzde 30’luk miktar kesinlikle yüksek değildir.

Bu bedelin önemli bir kısmı gazete dağıtıcılarına, bayilere verilmektedir. Kalan miktarı ise dağıtım sisteminin gelişmesi ve modernleşmesine dönük yatırımlara gitmektedir.

Yaptığımız işin tekelcilikle ilişkisi yoktur, inançları ve içerikleri ne olursa olsun yasalara aykırı olmayan tüm yayınlar dağıtım şirketlerince eşit koşullarda dağıtılmaktadır.

ÖNYARGISIZ BAKMAYA ÇALIŞIN

Gelelim konuşmanızın en önemli bölümüne...

Konuşmanızda, medyanın şerefli insanlara ’yargısız infaz’ yaptığından söz ederek ’bunun önleneceğini’ söylediniz.

Elbette kimsenin namuslu insanların şeref ve haysiyeti ile oynamaya hakkı yoktur.

Elbette basının yargısız infaz yapmaması gerekir.

Ama çok değil, şu yakın geçmişe bir göz atın. İnsaflı ve önyargısız bakmaya çalışın. Bunu yapabildiğiniz takdirde, grubumdaki gazetelerin nasıl bir toplumsal hizmet yaptığını göreceksiniz. Burada uzun örneklerle bunu anlatmamın gereği yok.

Birçok konuda bağımsız mahkeme kararları, gazetelerimin yayınlarının haklılık ölçüsünü oluşturmuştur.

Bu yayınların bazı siyasetçileri, bazı siyasi kurumları rahatsız ettiği doğrudur. Ama hür dünyanın bütün öteki ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de basının bu rolünü, demokrasinin vazgeçilmez kuralı olarak kabul etmek zorundayız.

ONLARINKÄ° GÄ°BÄ° BÄ°Z DE HÃœR BASIN Ä°STÄ°YORUZ VE BUNU YAPIYORUZ

Biz ne istiyoruz?

Biz, Kohl’ün, Chirac’ın, Major’ın, Clinton’ın ülkesinde basın nasıl çalışıyorsa öyle çalışmak istiyoruz.

Hür, tarafsız, bağımsız olarak.

Zaten bunu yapıyoruz.

Biz ne istemiyoruz, neyi kabullenmeyiz? Biz, İran gibi, Suriye gibi, Irak gibi ülkelerde görülen ’kapalı rejim basını’ olamayız.

Biz, birinci sınıf demokrasilerin basını oluruz. Bununla birlikte şu noktayı da dikkatinize sunmak isterim. Mevcut yasalar kişinin haklarını yeterince koruyamıyorsa, elbette meslek kuruluşlarının görüşleri de alınarak düzenlemeler yapılabilir.

TEHDİT OLURSA KARŞI ÇIKARIM

Ancak bu düzenlemeler basına karşı tehdit, onun faaliyet alanını sınırlama haline dönüşürse emin olunuz ki buna karşı çıkacağım.

Bu, yarım asırdır bütün gücümüzle korumaya çalıştığımız demokrasimizin bize yüklediği bir görevdir.

Tabii aynı zamanda bu ülkenin başbakanı olarak sizin de görevinizdir. Üzülerek ifade edeyim ki, cumartesi günü yaptığınız konuşmada gerçek niyetinizin kişi hak ve çıkarlarını korumaktan çok, canınızı sıkan bir basını susturmak olduğu hissine kapıldım.

İnanınız ki, bu sadece bana has bir hissiyat değildir. Ülkemizin sağduyu sahibi insanları da aynı duyguları taşımaktadır. Size bizim hakkımızda yanlış bilgi, yanlış izlenim vermişler.

Diyorsunuz ki: ’Biz güvenoyu aldıktan sonra bunlar 180 derece döner, bizi överler.’

Yanlış. Biz ne kimseyi haksız yere överiz, ne de haksız yere yereriz.

Haklıyı övmekten, haksızı yermekten de kaçınmayız. Bu konuda ne bir kompleksimiz, ne de bozuk sicilimiz vardır. Ama Sayın Başbakan, şunu çok iyi bilmenizi isterim. Hiçbir tehdit, hiçbir menfaat, hiçbir güç odağı, hiçbir baskı grubu, bizim hür ve bağımsız yayın yapmamızı engelleyemez. Bütün hayatım boyunca şuna inandım: Bir ülkede hür basın yoksa o ülkede demokrasi de yoktur.

YASAKLI GÃœNLERDE BÄ°Z YANINIZDAYDIK

Siz cumartesi günü Meclis kürsüsünden o konuşmayı yaparken, gerilere, 1980’lere döndüm.

Sizin, şu anda Çankaya Köşkü’nde oturan Cumhurbaşkanı Demirel’in, Ecevit’in, Baykal’ın, Türkeş’in yasaklı günlerinizi hatırladım. O günlerde sizlerin siyasi hakları için mücadele eden yine bizlerdik. O günlerde de bizden şikáyet edenler vardı. O günlerde de tehditler alıyorduk. Gazetelerim kapatıldı. Gazetecilerimiz tutuklandı, hapse girdi.

Yılmadık...

Bütün bunlardan dolayı gurur duyuyorum. Bunu bir görev ve ülkemin demokrasisine yapılmış bir hizmet olarak görüyorum. Bir de çocuklarıma, torunlarıma bırakacağım manevi bir miras olarak.

Sayın Başbakan, Demokrasi neredeyse siz ve biz orada olmalıyız. Demokrasi ortadan kaldırılmadıkça bizler de ortadan kaldırılamayız.

Sahibi bulunduğum yayın kuruluşları yarım asırdan bu yana özgür basın ve demokrasi bayrağını ellerinden düşürmediler.

Bugün de, yarın da düşürmeyecekler. Çünkü bu bizim varlık nedenimizdir. Aynı duyguyu siz de paylaşıyor olmalısınız. Siz de demokrasinin ürünü değil misiniz?

Son sözüm şu olacak:

Biz özgür basın olarak doğruların peşinden gitmeye devam edeceğiz. Bu, sizin ve ortaklarınızın hoşuna gitmese de böyle yapmaya devam edeceğiz.

Hepimizin demokrasiye ihtiyacı var. Siz de her yerde, baskıcı bir rejimin değil demokratik bir ülkenin başbakanı olmakla övünmelisiniz.

Bu vesile ile saygılar sunar, başarılar dilerim."

2 gün önce tehdit etmişti

Refahyol Hükümeti’ni kuran Başbakan Necmettin Erbakan, güvenoylamasından iki gün önce, 6 Temmuz 1996’da Meclis kürsüsünden Hükümet Programı’nı okumuş ve basını açıkça tehdit etmişti. Hükümet sıralarına oturduğunda, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e ait olan yanındaki koltuk boştu. Çiller, DYP’nin Yalova kongresine gittiği için, Refahyol programının okunduğu Meclis oturumuna gecikmeli olarak katılmıştı.

Birer kopya gönderilmişti

Aydın Doğan bu mektubu sadece Erbakan’a göndermekle yetinmedi.

Bilgi için cumhurbaşkanına ve öteki parti başkanlarına da gönderdi.

Mektubun altında "Bilgi için" başlıklı bir bölümle bu kişilerin listesi de verilmişti:

Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel

ANAP Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz

DYP Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller

DSP Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit

CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal

BBP Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu

MHP Genel Başkanı Sayın Alparslan Türkeş

Evet, bu mektupla başlayan ilişkiler, daha sonraki günlerde karşılıklı iki görüşmeyle devam edecekti.

Vakit Gazetesi’nin güya Şevket Kazan’ın ağzından verdiği sözlerle, Aydın Doğan’ın "Kredi borçlarımızı erteleyin, sizin için iyi manşetler atalım" dediği iddia edilen bu iki görüşmede gerçekte neler konuşulmuştu?

O konuşmalarda çok önemli bazı şeyler söylenmişti ve bunlar görüşme notu altında bir tür tutanağa dönüştürülmüştü.

Yarın o konuşmaların notlarını açıklayacağız.

YARIN: Yemekte "Erbakan’ı yıktı" tartışması

Erbakan, yemekte Aydın Doğan’dan hangi siyasetçiyi desteklemesini istedi? Aydın Doğan ne cevap verdi? "Bizi medya yıktı" diyen Erbakan’a, "Hayır sizi medya değil başkası yıktı" diyerek, neler söyledi?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!