Hrant, 'adalet', siyasi iktidar

Hafta boyunca Hrant Dink yazdım. Hafta boyunca yurtdışındaydım. Haftanın sonuna doğru çok sayıda kalem devreye girdi. Hrant’ın öldürüldüğü gün, arkasından haince ve kalleşçe vurularak katledilişinin birinci yıldönümünde bazı gazeteler, konuyu manşete taşıdı ve “cinayet soruşturması”yla ilgili “karanlıkta kalan” soruları gündeme getirdi.

Haberin Devamı

19 Ocak günü Agos önünde vurulduğu saatte, öğleden sonra 3’te anma gösterisi vardı; gece de İstanbul Lütfi Kırdar salonunda ayrı bir toplantı. Önceki gün (pazar) mezarı başında anıldı Hrant.

İnsanların kabristanı terketmeye başladığı saatlerde ben İstanbul’a ayak bastım. Anma törenlerini ve katılanların “hayatta kaçırılmaması gereken bir olaydı” diye aktardıkları Lütfi Kırdar gecesini, hiçbirini yerinde izleyemedim. Ama, saat farkı ve internet sayesinde ve elbette ki telefon olanaklarıyla, Washington’dan saat be saat haberdar oluyordum anma törenleri ve geceden.

Agos’un önünde binlerce kişinin biriktiğini öğrenince mutlu oldum. Gecenin “unutulmazlığı"ndan da. Agos önünde toplanan binlerce kişi, “toplum vicdanı”nın her şeye rağmen bastırılmamış sesi gibi, Okyanus ötesinde kulaklarımda çınladı.

Haberin Devamı

Acılı anma gününde mutluluğumun en büyük nedeni, Hrant’ın aramızdan ayrılışının birinci yıldönümünün “ruhu” ve bu “ruh”tan üreyen sloganıydı: “Hrant için; Adalet için”!

Aynı şekilde Rakel’in konuşmasının en vurucu cümlesi de: “Adalet cesaret ister”!

Bir hafta boyunca, ısrarla Hrant yazmış olmamın “leitmotif”i tam da buydu: Adalet!

Hrant’ı geri getirmemiz artık imkansız. Hrant’ı isteyemeyiz artık. Ama, “adalet” geri getirilebilir. “Adalet” istiyoruz. O nedenle her gün “adalet” isteğini dile getirmek için yazdım.

Birbirinden habersiz konumdaki binlerce insanın, Rakel’in ve benim, yani “herkes”in aynı “leitmotif”te, “adalet”te birleşmiş olması çok anlamlı geldi bana.

Olmayan şey ya da olması gereken şey istenir. Hrant Dink cinayetine ilişkin, bir yıldır ortada olmayan “adalet”.

***        ***       ***

Adalet isteğinin, Hrant’ın çok özel kişiliğinden ötürü bir “uluslararası beklenti”ye dönüşen bu isteğin adresi, ister istemez, iktidar; ülke yönetimi. Cinayetin doğrudan sorumlusu o değil ama “adalet”in egemen kılınmasının sorumlusu o.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Şam’da iken, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri aracılığıyla Hrant’ın kardeşi Yervant’a “Cinayetin takipçisi olacağım” mesajını iletmesi çok iyi. Ama, sözün ötesine eylemde “takipçisi” olması kaydıyla.

Haberin Devamı

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın Hrant’tan “Ülkemizin güzel insanlarından, güzel aydınlarından birisi, gerçek bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir arkadaşım sevgili ve değerli Hrant Dink” diye söz etmesi çok hoş. Cumhurbaşkanının, kültür bakanının böyle duyarlılığı insanın için ferahlatabilir.

Ama Ertuğrul Günay ekliyor, “Faillerinin gereken cezayı göreceğini umuyorum. Adaletten bunu bekliyorum” diyor. Ne var ki, “beklemek”le olmuyor. Hepimiz “adalet”ten bir yıldır boşu boşuna bekledik. Olmadı.

İş, “yürütme”de; yürütmenin çalışmayan ya da tam tersi yönde çalışan adalet mekanizmasını yeniden düzenlemesinde. Bu cinayette “rol sahibi” olduğu ayan beyan ortada “güvenlik bürokrasisi”ni temizlemesinde. Siyasi iktidardan bunu yapmasını “bekliyoruz”.

Haberin Devamı

Yani, görüntüdeki “kuvvetler ayrılığı” gereği “Hrant Dink cinayeti”ni “bağımsız” yargıya havale edince, iş bitmiyor. İş, “yargı”dan ziyade ve yargıdan öteye “idare”de çünkü.

Geçen yıl cenazede tek bir bakan yoktu. Bu yıl, Hrant’ın anıldığı sırada cumhurbaşkanı Şam, kültür bakanı Antalya yerine, İstanbul’da ve en önemlisi bizzat başbakan (ve bu arada bir ya da birkaç gazete sahibi, bir ya da birkaç genel yayın yönetmeni, etli butlu kuruluş yöneticileri de) “anma törenleri”nin birinde, Patriklik Kilisesi ya da kabristanda olsaydı. “cinayetin takibi” ve “adaletin yerine getirileceği” konusunda bir hayli umutlanırdık.

***           ***         ***

Haberin Devamı

Ülkemizin iktidar sahiplerinin, “Hrant Dink cinayeti”nin gereğince izlenmesinin savsaklanmasının yol açacağı çok ağır “siyasi fatura”nın idrakine varmaları bekleniyor.

İşin “insani boyutu”ndan vazgeçtik. Konunun “siyasi” idrakine varsalar.

Örneğin, 1998 yılında Yunan servislerinin “Abdullah Öcalan olayı”yla bağlantısı açığa çıkınca, Başbakan Kostas Simitis, harekete geçmiş ve “Yunan derin devleti”ni darmadağın etmişti. Türkiye’nin Yunanistan kadar olabilmesi için, önünde “Hrant Dink cinayeti”ne ilişkin “adaleti çalıştırma” fırsatı var. Kullanabilirse ne ala.

Türkiye, “Hrant Dink cinayeti”nde “adalet”i çalıştırmadan Avrupa Birliği’ne bırakın girmeyi, o yönde yol alamaz. Adaleti ve güvenlik sistemi böyle olan bir ülke, AB’ye yaklaşamaz bile. Pek yakında, “Hrant Dink cinayeti soruşturması”nın Türkiye ile AB arasında bir “pürüzlü dosya” daha halinde gündeme gelmesi kimseyi şaşırtmasın.

Haberin Devamı

Ayrıca, Lübnan’daki Refik Hariri suikastı üzerine Birleşmiş Milletler “özel mahkeme” kuruyor. Bunun emsali yok. “Refik Hariri suikastı Uluslararası Mahkemesi”, Ortadoğu’da “siyasi suikastlar”ın bundan böyle cezasız kalmayacağına ilişkin bir “emsal” oluştursun isteniyor.

Türkiye’de “Hrant Dink cinayet soruşturması” gargaraya gelirse, ülkenin önü bundan önce olduğu gibi “suikast yapma özgürlüğü”ne açılacak.

Bu noktada şu soruyu sorabiliriz ve sormalıyız:

Siyasi iktidar”, bir yıl aşkın süredir, -MHP ile takazaya girmemeyi de hesaplayarak- 301’e elini dokunamadı ve “Hrant Dink cinayeti”nin bir “adalet cinayeti”ne dönüşmesine seyirci kaldı. Şimdi, yeniden açılan “başörtüsü meydan muharebesi”nde MHP ile işbirliği yapabileceğini görüyor. Bu konuda, ülkenin “liberal” ve “demokrat” kamuoyunun desteğini de “çantada keklik” olarak mı görüyor acaba?

Yazarın Tüm Yazıları