Hrant’a ne demeliyiz?

Bugün ayın 17’si. Hrant, geçen yıl bugün yaşıyordu. Son yazısını, son yazısı olduğunu bilmeden yazmış olmalı. Belki de biliyordu. Kimbilir...

Haberin Devamı

Yazmıştı. Ayın 17’sinde yazmış olması gerekiyor. Yazı, ayın 18’inde baskıya giren Agos gazetesinde yer aldı. Agos, ayın 19’unda yayınlandı. Ve, o gün, Hrant vuruldu!

Şu “güvercin tedirginliği” içinde olduğundan söz ettiği ama “Bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz” diye noktaladığı yazısı. O yazının piyasaya çıktığı gün, Hrant’ın yaşamı arkadan sıkılan kalleşçe kurşunlarla, İstanbul’un göbeğinde, gündüz ortasında noktalandı.

Dokunmak ne kelime, “güvercin”i öldürdüler.

O yazıyı yazdığı günden bu yana bir yıl geçti ve o yazının tasarlandığı ya da kaleme alındığı günün yıldönümünde, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın sözleri, gazetelerde yayınlandı.

Beşir Atalay, “güzel” şeyler söylüyor. “Hrant Dink cinayetinde şu ana kadar yargıya intikal etmeyen hiçbir boyutunun kalmadığını” söyleyerek, “Adli mercilere intikal etmediğinden endişelenen bir konu varsa, lütfen adli mercilere iletilsin. Gereğini yapmak boynumuzun borcudur” diyor. Ve, ekliyor:

Haberin Devamı

“Bu saldırıyı yapanlar veya yaptıranlar Türkiye’nin dünyaya açılımını ve toplumsal barışı etkilemeye çalışan hastalıklı kafalardır. Bundan daha üzücü olan bir vatandaşın yaşam hakkının ele alınması ve onun ailesinden ayrılmasıdır.”

Beşir Atalay’ı 26 yıldır tanıyorum. Beyefendi bir insandır. Yukarıdaki sözleri, Türkiye’de bir içişleri bakanından duymaya alışılan türden, basmakalıp, “bürokratik” söylemin ötesinde. “İnsani titreşimler” taşıyan cinsten. Konunun, kendince, siyasi açıklamasını yapmasının ardından, “Bundan daha üzücü olan” diye başlayıp, “onun ailesinden ayrılmasıdır” diye bitirdiği cümle, Bakan’ın “insan” yanını yansıtıyor.

Teselli bulabilir miyiz?

 

***             ***         ***

 

En az, İçişleri Bakanı’nın sözleri kadar önemli olan, bu sözlerin söylenmesine gerekçe oluşturan DTP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’ın TBMM kürsüsünden yaptığı gündem dışı konuşmada, Hrant Dink’in cinayetinin “göstere göstere işlenen ve önlemeyen bir cinayet olduğunu” söylemiş olması. Yani, Hrant Dink cinayetinin TBMM’de kovalanabilmesi.

Haberin Devamı

Akın Birdal’ın özelliği var; Akın Birdal, 1998 yılında kamu otoritesi (asker) ve medya açısından yüz karası “Andıç” olayının hedefi olan üç kişiden biriydi. “Andıç”ın tetiklediği toplumsal linç ortamında, vücuduna iki şarjör kurşun boşaltılmıştı ve mucizevi şekilde hayatta kalmıştı. Yani, “halden anlayacak” biri kişi ve bugün milletvekili. O sayede, Hrant’ın öldürülmesini TBMM kürsüsüne taşıyabiliyor. Kendisi de bir dönemin “mağdurları”ndan olan İçişleri Bakanı’ndan anında ve ilk bakışta yüreklendirici sözcüklerle cevap alabiliyor.

Teselli bulabilir miyiz?

Akın Birdal, esas olarak, “cinayetle ilgili soruşturma”yı eleştiriyor; “Siyasi suikastların çok örnekleri var. Ama ne yazık ki Türkiye kendi tarihiyle yüzleşip bu suikastları açığa çıkaramadı. Bu suikastlara Hrant eklenmiş oldu. Ne yazık ki davanın aydınlanması, sağlıklı bir yargılamanın yapılması azmettirenlerin bulunma çabaları bin bir türlü engellerle karşılanmıştır” diyor.

Haberin Devamı

Bir nebze “teselli” bulabilmemiz için, Birdal’ın bu sözlerinin zemininin ortadan kalkması gerekiyor. İçişleri Bakanı Atalay, “Konunun yargı boyutu ve süreci devam ederken İçişleri Bakanlığı olarak olayın bütün boyutlarıyla ele alınması, sorumluluğu bulunan kamu görevlileriyle ilgili işlem yapılması, medyada dile getirilen bütün konuların araştırılması için mülkiye baş müfettişi ve jandarma müfettişi görevlendirdiklerini” ifade ediyor ve şöyle bir güvence veriyor:

“Hiçbir konu karanlıkta kalmayacak şekilde, ortaya atılan tüm iddialar için müfettiş görevlendirmesi yapılmıştır. Bu konuyla ilgili yeni ipuçları bulunması durumunda hemen olayın üzerine gidileceğinden emin olabilirsiniz. Polis ve jandarma teşkilatının gerek olayın aydınlatılması, gerekse açıklık ve hesap verilebilirlik ilkesine uygun olarak cevap verilebilirliğini sağlamak bizim önceliklerimizdendir. Hiçbir konunun karanlıkta kalmasına izin vermeyeceğiz. Endişeleri ve hassasiyetleri bende duyuyorum. Bu konuda ne yapılacaksa yapılacak. Bu konuda karanlık hiçbir nokta kalmaması için çalışıyoruz.”

Haberin Devamı

Beşir Atalay’ın içtenliği ve iyi niyetinden kuşkulanmak için hiçbir sebep yok. Ama yetiyor mu?

Bir de “Hrant Dink Dava İzleme Komisyonu”ndan önceki gün yapılan şu açıklamaya bir göz atalım: “Hrant Dink'in cinayeti konusunda Jandarma, Emniyet ve MİT arasında herhangi bir bilgi paylaşımı olmadığı” kaydediliyor ve “Bilgi ve duyumların ve gerekli tedbirlerin tartışılması yönünde aralarında bir koordinasyon bulunmadığı, tam tersine bu kurumların birbirlerinden bilgi sakladığı, cinayet sonrasında da birbirlerini suçladıkları görülmüştür” deniliyor.

Açıklamadaki şu sözcükler dikkati çekiyor: “Kurumlar arası çekişmenin, soruşturmalara da yansıdığı ve her kurumun kendi elemanlarını koruma yoluna gittiği savunularak, 'Trabzon Jandarma soruşturması sırasında, jandarma müfettişlerinin jandarma görevlilerine hiçbir kusur atfetmemeleri, emniyet soruşturması sırasında ise mülkiye müfettişlerinin emniyet görevlilerine hiçbir kusur yüklememesi bu kanımızı güçlendirmiştir.”

Haberin Devamı

Ayrıca, soruşturmaların “olaya karıştığı iddia edilen görevlilerin, amirlerin, müdürlerin ve komutanların sunduğu bilgi ve belgelerin esas alınarak yapılmasının etkili ve sağlıklı sonuçlara varılamayacağını” kanıtladığı da belirtiliyor.

Devam edelim: “Haklarında soruşturma yapılan bu görevliler, sadece idari soruşturma dosyalarına değil İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hrant Dink cinayeti ile ilgili yürütülen soruşturmaya da delil ve belge sunmuşlardır. Hatta bu görevlilerin bir kısmı bugün dahi İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesi'nde yürümekte olan davaya delil ve belge sunan kişi durumundadırlar.”

Yani, “iyi niyet” yetmiyor; İçişleri Bakanı’nın “insanca tepkileri” teselli bulmaya yeterli olmuyor. Hrant Dink cinayetine şu ya da bu şekilde adı karışmış görevliler, bu cinayette paylarının ölçüsü ne olursa olsun veya olmasa bile, görevlerine devam ettirilemezler.

 

***          ***          ***

 

Konu, sadece “yargıya intikal etmiş” gibi değerlendirilemeyecek özellikler taşıyor. Konu, esas olarak, “idare”yi, “yürütme”yi ilgilendiren bir durumda. Söz konusu görevlilerin tümü “idari işlem”le görevlerinden alınmazlarsa, cinayet soruşturmasının sağlıklı yürümesi ve “adaletin yerine gelmesi” mümkün değildir.

Hrant Dink cinayeti konusu, bu nedenle, yargıdan önce ve öncelikle “yürütme”nin işidir ve cinayet soruşturmasının selametle yürümesi, yürütmenin “tavrı” ve “yaklaşımı”na bağlıdır.

Diyeceğimiz şu: “Ey hükümet, işini doğru dürüst yap.”

Peki, ölümsüz öte dünyayla haberleşme imkanı olsa ve Hrant, “Bizim iş ne oluyor?” diye sorsa, biz, geride kalan faniler ona ne demeliyiz?

“Müsterih ol. Rahat uyu” diyebilir miyiz?

Demeli miyiz?

Yazarın Tüm Yazıları