“Garp Cephesi”nde “Kürt konusu”nda “yeni” bir şey var mı?

Türkiye cumhurbaşkanları ve başbakanları ne zaman Washington’a Beyaz Saray’a gitseler, “olay” Türkiye gündeminin birinci maddesi haline gelir. Bu, doğaldır. Dünyanın bütün ülkelerinde de öyle olur; çünkü Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın “tek süperdevleti” ve en güçlü ülkesidir ve Başkanlık sistemiyle yönetilen o ülkenin Başkan’ı tarafından ağırlanmak ve onunla görüşmek, ülkelerin yakın ve uzak geleceği üzerinde etki yapar.

Haberin Devamı

Amerika Birleşik Devletleri, bir nevi “21.Yüzyıl’ın Roma İmparatorluğu”dur ve Beyaz Saray’a gitmek, bir dönemde “Sezar”a gidip, görüşmek ile eş anlamlı algılanır.

Birçok kez, Beyaz Saray görüşmelerini izlemiş ve “Oval Office”e girip çıkmış biri olarak, bizim Türk basınının genel huyunu yakından bilirim. Görüşme bittikten sonra, iki liderin sözlerini not etmek ve satır aralarını yorumlamak üzere, hep birlikte Beyaz Saray kapısının önüne seğirtilir. Ardından, bizim basın mensupları, izledikleri Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın peşine takılıp, Beyaz Saray’dan ayrılırlar. Çünkü, “Türk konuk”, Beyaz Saray’dan çıktıktan sonra, kendi medya mensupları için basın toplantısı düzenler, ayrıca bir Washington düşünce kuruluşuna konuşma yapmaya gider.

Bu iki yer, Beyaz Saray’daki görüşmenin içeriğini, Türk-Amerikan ilişkilerinin nereye doğru yol aldığını, ne durumda bulunduğunu, görüşmenin nasıl geçtiği konularını sorularla deşmeye yarar. Ertesi gün, görüşmeye katılan Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın ağzından ve görüşmede yer alan, ismi saklı tutulan yetkililerden sızdırılan bilgiler ve bilgi kırıntıları çarşaf çarşaf Türk basınının sayfalarını doldurur.

Haberin Devamı

Bizler, genellikle, kendi tarafımızın söylediklerini aktarmakla yetiniriz. “Karşı taraf”, aynı görüşme hakkında ne diyor, nasıl yorumluyor, buna pek takılmayız. Oysa, bazıları,Beyaz Saray’da kalır ve Amerikan tarafının görüşme hakkındaki “brifing”ini dinlerler. Doğrusu budur. Ve, genellikle –Amerikan sisteminin özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle de- Amerikan tarafının brifinginden daha fazla “bilgi” çıkar.

Abdullah Gül’ün Bush görüşmesinin “en can alıcı” bölümlerinin, PKK ve Kürt sorununa çözüm arayışları ile Kerkük sorunu üzerinde cereyan ettiği de, bizim tarafın anlattıklarından ziyade, Beyaz Saray kaynaklı açıklamadan anlaşılıyor.

 

***                ***            ***

 

Beyaz Saray internet sitesinde, ismi açıklanmayan ve “üst düzey yetkili” olarak tanımlanan Amerikalının Gül-Bush görüşmesine ilişkin açıklamaları ve sorulara verdiği cevaplar tam 12 sayfa tutuyor. PKK, Kürt sorunu ve Kerkük’ün, görüşmede “özel ağırlık” taşıdığını bu sayede görebiliyoruz.

İlkin ilişkin açıklama şöyle:

Haberin Devamı

“PKK’ya ve soruna ilişkin değişik çözümler üzerinde uzun bir tartışma oldu. Tartışma PKK sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması üzerineydi. Bu, sadece askeri eylemle değil, Türkiye’nin güneydoğuda ekonomik ve siyasi gelişme, toplumsal gelişme konularında yapacağı siyasi eylemleri ifade ediyor...Dolayısıyla, bildiğiniz gibi, dünyanın değişik yörelerindeki teröristlerle uğraşırken, halkın bazı kesimleri için teröristlerin cazip olmaktan çıkması için bir seçenek sunmanız gerektiğine ilişkin bir tartışma söz konusu. Bunlar tartışıldı.”

Bir noktada şu soru soruluyor: “Bunun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceği ve kapsamlı bir çözüm gerektirdiği konusunda her iki Cumhurbaşkanı da aynı görüşte mi?”

Haberin Devamı

Cevap: “Cumhurbaşkanı Gül adına bir şey söylemek istemem. Kendisine bu soruyu yöneltmeniz için önünüzde bir çok fırsat var. Ama, her ikisi de bu konuyu tartıştılar ve Cumhurbaşkanı Gül geçmişte Türkiye’deki Kürt nüfusuna ilişkin yorumlarda bulundu. Kürt nüfusuna ilişkin çok şey yaptı ve bu nedenle sanıyorum, o, bunun böyle olduğunu kabul ediyor. Ama, bu soruyu sormanızı salık veriyorum.”

Bu soruya gayet kolay ve kısa bir “evet” cevabı verilebilirdi, değil mi? Böyle bir açıklama, iki liderin, Kürt sorununa ilişkin bir “somut çözüm plânı” ya da bir “yol haritası” üzerinde anlaşmadıklarının bir ifadesi olarak algılanabilir.

Zaten, bu konuyu “ana hatları” ile konuştukları, “ayrıntıya girilmediği” de, Beyaz Saray üst düzey yetkilisinin açıklamasında yer alıyor. Ayrıca, Abdullah Gül’ün Wilson Center adlı araştırma merkezindeki konuşmasında, bu konuda kendisine sorulan sorulara, bir ölçüde “asabî tepki” vermiş olmasını da göz önüne alırsak, Türkiye’nin ya da Ak Parti hükümetinin şu anda “taslak halinde bile olsa”, elinde Kürt sorununun çözüm arayışı anlamında bir “kapsamlı plân”a sahip olmadığını da varsaymalıyız.

Haberin Devamı

Amerikan tarafının, Gül-Bush görüşmesinde Türkiye’yi Irak Kürt liderliği ile temasa geçmeye teşvik ettiğini de, yine şu soru-cevaptan anlayabiliyoruz:

Soru- PKK’yı kapsayacak şu kapsamlı/siyasi çözümün nasıl bir şey olacağını tam anlamış değilim. Uzun vâdeli siyasi çözümden söz edilirken, siz şimdi kapsamlı çözümden söz ettiniz. Bu konudaki ABD pozisyonunun geniş çizgilerini bize açıklayabilir misiniz? Bölgesel Irak Kürt liderlerinin masada bir yeri var mı?

Cevap: “Türkleri, gerek merkezi gerekse bölgesel hükümet düzeyinde temasta bulunmaya teşvik ediyoruz. Ve bu konuda bazı adımlar atıldı ve umuyoruz ki, bunun fazlası da gelecek, çünkü Başkan’ın da (Bush) söylediği gibi, bu, Türkiye, ABD ve Irak’ın birlikte üzerinde çalışmaları gereken bir konudur. Ama, kapsamlı veya uzun-vâdeli, ne derseniz deyin, PKK’ya çözüme gelince, (ABD) askeri yöntemin bu terörist tehdide karşı koymanın sadece bir bölümü olduğunu kabul ediyor. Siyasi çaba göstermek ve bu arada Türkiye’deki Kürtlerin yaşamlarını kolaylaştırmak ve onu PKK için adam devşireceği bir havuz olmaktan, dışlanmış bir azınlık olmaktan çıkartmak, bu konudaki uzun-vâdeli çözümün de bir parçasıdır. Uzun-vâdeli çözüme ilişkin olarak konuşacağımız budur.”

Haberin Devamı

Kerkük konusunun, Abdullah Gül tarafından gündeme getirildiği belirtildikten sonra, “Kerkük’ün geleceğine ilişkin iki Cumhurbaşkanı bir anlaşmaya vardı mı? Herhangi bir somut ya da ayrıntılı bir anlaşma söz konusu mu?” sorusuna gelen cevap ise şu:

“Hayır, ayrıntılı bir anlaşmaya sahip değiller. Daha ziyade BM süreci üzerinde konuşuldu. Şu anda orada bir BM Temsilcisi var ve bizim hükümetimizin güvenine sahip. İnanıyorum ki, Türk hükümetinin de... Şu anda harekete geçmiş bir süreç var. İki başkan, çözümün ne olması gerektiği üzerinde konuşmadılar. Süreci desteklediklerini ve sürecin gelişmesini gözleyeceklerini konuştular.”

Bu açıklamayı izleyen soru ise şu:

“İkisinden biri, önümüzdeki altı aylık süreçte ülkelerinin rolünün ne olacağı hakkında bir şey söylediler mi?”

Cevap: “Hayır. Kerkük’e ilişkin değil. Hayır.”

Bu minvalde devam edip giden soru ve cevaplar...

 

***          ***         ***

 

Peki, Gül-Bush görüşmesini nasıl “okumamız” gerekiyor?

Ortada, Türk-Amerikan ilişkilerinde “yeni sayfa” dedirtecek bir durum yok. Somut bir şey de yok. Yani, Tayyip Erdoğan’ın 5 Kasım (2007) Bush görüşmesinden bugüne yeni, ek bir şey yok. O görüşmede varılan noktanın teyidi ve tahkimi söz konusu.

“Ne var?” diye sorulacak olursa, Beyaz Saray’ın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na ve Ak Parti’nin 22 Temmuz performansını, İngilizce deyimle “endorse” etmesi, buna bir “Washington onayı” vermiş olması var. Bu, kendi başına önemli ve anlamlı.

Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten çok kısa bir sonra, kendisini ilk arayanın Bush olması ve kendisini Washington’a davet etmesiyle ortaya konan bu “endorsement”, önceki günkü Beyaz Saray görüşmesiyle “hayatiyet kazanmış” oldu.

Bunun ötesinde, hayal kurmak ve özellikle Kürt sorunu ve hatta Kerkük konusunda şimdiden “senaryolar” yazmak için, bu görüşmenin “ürettiği veri/veriler” yok...

Yazarın Tüm Yazıları