Resmi tepkiler; Gayrıresmi gerçekler...

Fazla vakit geçmeden, bir önceki yazımızda altını çizdiğimiz hususlar teyid edildi. Radikal gazetesi dün “Gül’ün ABD ziyareti ‘fast food’ tarzı olmayacak” başlığı altında, Ankara’nın ABD basınının “Fast food ayak üstü hızlı yemek ziyareti olacak” yorumuna tepki gösterdiğini yazdı.

Haberin Devamı

Bu köşede dün çıkan yazımızın başlığı “Washington’da Türkiye için fast food diplomasisi mi?” idi. Bu yazıyı yazarken, Amerikan basınında bu ziyarete ilişkin yazılan tek bir satırı okumamıştık. Meğerse, Amerikan basını, ziyareti zaten “fast food diplomasisi” için damgalayarak, bizim “soru”muza peşinen cevap vermiş bile.

Ankara’nın tepkisinin, dolayısıyla, bizim yazıya değil; Amerikan basınına olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Radikal gazetesi, konuyla ilgili haberinde şöyle yazıyor:

“Gül-Bush görüşmesinin ‘fast food’ tarzında kısa olacağını yazan Amerikan basını Türkiye’yi kızdırdı. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, ABD’ye cumhurbaşkanı düzeyinde resmi ziyaretin en son 1996’da Süleyman Demirel’in gerçekleştiğini hatırlattı... İkili ilişkilerin bu seyahatte en üst düzeyde ele alınacağını belirten diplomatik kaynaklar, ‘Güçlü ittifak ilişkilerine vurgu yapılacak ve Türkiye’nin bu ziyaretten beklentisi karşılanmış olacak’ diyor.”

Bir de şu satırlar ilginç:

Haberin Devamı

“Ankara, Bush’un bu görüşmenin ardından Ortadoğu turuna çıkacak olmasını ‘Amerikan yönetimine mesajları en doğru zamanda verme’ fırsatı olarak görüyor.”

Amerikan basınının “Türkiye’yi”, bir başka deyimle bu ziyaretin hazırlanışında rol almış olan “Dışişleri yetkililerini kızdırdığını” anlamış bulunuyoruz ama bu açıklamanın, ziyaretin bir “fast food diplomasisi olmadığı”na işaret ettiğini söyleyemeyiz.

 

***           ***            ***

 

Dünkü yazımızda “En iyisi, bir ‘resmi açıklama’ yapılsa ve Abdullah Gül’ün 7-11 Ocak Washington ziyaretinin ‘önemi ve anlamı’ hakkında aydınlatılabilsek. Malûm, burası Türkiye’dir ve ‘resmî açıklamalar’ her zaman ‘doğru’dur” diye yazmıştık.Amerikan basınındaki “fast food diplomasisi” nitelemesine yönelik “Dışişleri yetkilileri”nin tepkilerini üzerimize almasak da, besbelli ki, “resmî açıklama” yapılsa, beş aşağı beş yukarı o cins bir açıklama olacak.

Türkiye’nin Washington’a cumhurbaşkanı düzeyindeki son (1996 Süleyman Demirel) ziyaretinde rol almış olan İlnur Çevik, dünkü New Anatolian gazetesinde, o ziyareti hatırlatarak, “Gül, oraya bir dışişleri bakanı ya da bir başbakan gibi gitmemelidir. Bu tür devlet ziyaretlerinin törensel nitelikleri vardır ve bunlar iş ziyaretleri değildir. Cumhurbaşkanı Kongre’ye hitap edebilmeli veya ünlü bir resmi akşam yemeğinde resmi işlevine uyan bir şekilde ağırlanmalıdır. Ama bunların hiçbir söz konusu değildir. Bu bakımdan, Gül, ABD’yi bu şartlar karşılandığı takdirde ziyaret etmeliydi” diye yazmış.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı sıfatıyla Amerika’ya defalarca gitmiş ve belki de bu sıfatı taşırken en fazla ziyaret etmiş olan Turgut Özal, “protokol” ve işin “törensel” kısmına metelik vermezdi. Pragmatik kişiliğini ön plâna çıkarırdı. Ama, Turgut Özal’ın Başkan Bush ile geliştirdiği “çok özel” kişisel ilişkileri bulunuyordu. Bill Clinton ile görüşen “ilk yabancı devlet başkanı” da o olmuştu. Bunların tümü “iş ziyaretleri” çerçevesindeydi. Bununla birlikte, Turgut Özal, pek az yabancı devlet başkanına nasip olan bir “ağırlama”dan nasibini almış, Bush tarafından Camp David’de bir hafta sonu (1992) konuk edilmişti.

Ahmet Necdet Sezer, yedi yıllık cumhurbaşkanlığı süresinde son çeyrek yüzyıl içinde ABD’ye ayak basmayan tek Türk cumhurbaşkanı oldu. Bunca uzun bir aradan sonra ve Başbakan Tayyip Erdoğan, şunun şurasında iki ay önce zaten Beyaz Saray’a ayak basmış iken, Abdullah Gül’ün ziyaretinin çok daha iyi hazırlanmışve “özellikli” olması gerekirdi.

Hepsi bu.

 

Haberin Devamı

***                 ***             ***

 

“Bush’un bu görüşmenin hemen ardından Ortadoğu turuna çıkacak olmasının, ‘Amerikan yönetimine mesajları en doğru zamanda verme’ fırsatı olarak görüldüğü”ne gelince, Bush, Gül ile “kısa görüşmesi” ve “hızlı öğle yemeği”nin ardından seyahate çıkacağı ülkelere ilişkin olarak, acaba “hangi Türkiye mesajları”“bagajı”na ekleyecek?

Türkiye’nin ABD’ye “Başkan düzeyinde”, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn konusunda ABD’nin “siyaseten bilmediği” ve bu nedenle vereceği ne gibi “mesajlar” olacak, gerçekten meraka değer.

Gül’ün “resmî olmayan”yakın çevresinden şöyle “öneri” ve “uyarılar” da dikkat çekiyor: “Almanya’da Merkel ve Fransa’da Sarkozy, ‘ABD yanlısı’ olduklarını saklama ihtiyacı duymayan liderler... Washington’un geleneksel politik çizgisi Türkiye’yi AB içerisinde görmek isteyen bir çizgi; iyileşen Türk-Amerikan ilişkileri, Washington’un Sarkozy ve Merkel üzerindeki etkisini AB konusunda Ankara’nın yanında devreye sokabilir.”

Haberin Devamı

Bu, elbette, mümkün ve Türkiye, ABD diplomasisini bu şekilde devreye sokmalı da. Ancak, bu işler sadece konuşarak ve “sesli talep” ifade ederek de pek olmuyor. Türkiye, AB’de kendisine karşı tutum alanları “silahsızlandıracak” şekilde, başta 301, “demokratik reformlar” konusunda ayak sürümeye devam ederse, Bush’un Sarkozy ve Merkel üzerindeki etkisi ne kadar olabilir ki?

Ayrıca, Bush ve Sarkozy, özellikle Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin olarak Suriye’ye ateş püskürüyorlar. Fransa, Suriye ile her düzeyde temaslarını dondurdu. Türkiye ise, “uluslararası plâtformlar”da “Suriye’nin avukatı” gibi.

Bu “uyumsuzluk”, Bush’un Sarkozy’yi Türkiye konusunda etkileyebilmesini sağlayacak şekilde nasıl giderilebilecek?

Haberin Devamı

Hem, bütün bunlar, “kısa görüşme”de ve “fast food” tüketir gibi yenecek bir öğle yemeğinde ne kadar ele alınır ve üzerlerinde anlaşma sağlanabilir ki?

Göreceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları