Burjuva ev kadınıydı inat etti yazar oldu

Güncelleme Tarihi:

Burjuva ev kadınıydı inat etti yazar oldu
Oluşturulma Tarihi: Haziran 08, 2002 20:54

1984 yılında Güneşe Dön Yüzünü adlı öykü kitabıyla edebiyat dünyasına adım atmıştı Ayşe Kulin. Ama asıl patlamasını 1997'de Adı: Aylin'le yapmıştı.

1996'dan itibaren sırasıyla Münir Nurettin Selçuk'un hayatını kaleme aldığı Bir Tatlı Huzur, Foto Sabah Resimleri, Geniş Zamanlar, Sevdalinka, seramik sanatçısı Füreya Koral'ı anlattığı Füreya, Köprü adlı kitapları çıkan Kulin, son olarak otobiyografik kitabı, İçimde Kızıl Bir Gül Gibi'yi yayımladı. Kulin bu dokuzuncu kitabında, Nazım Hikmet'in şiiriyle nasıl tanıştığını, çeşitli dönemlerinde bunlardan nasıl etkilendiğini, hayatından kesitlerle birlikte anlatıyor. Kitap adını da şairin bir şiirinden alıyor; çünkü yazar ‘‘ne zaman aşık olsam içimde mis kokulu kızıl bir gül gibi dururdu zaman. Ben aşık olmaya biraz da Nazım yüzünden öykünürdüm gençliğimde’’ diyor. Biz de başkalarının hayatını yazmaya alışık olan yazarın kendi hayatının kısa bir toparlamasını sunuyoruz size. Herkesin gençliğinde aşka öykünmesini değil, her yaşında sahiden aşık olmasını dileyerek...


1940'lı yılların başında İstanbul Nişantaşı'nda, tipik bir Osmanlı ailesinin içine doğar. Dedeli, nineli; anneanne, teyzeler, dayılar ve bol bol kuzenin olduğu kalabalık bir ailedir bu. Ailenin hemen hepsi sarı uzun saçlı, beyaz tenli olan, piyano çalıp sözünü dinletebilen kadınları, nedense hep kendilerinden çok büyük içgüveysi erkeklerle evlenmiş; aşkı ‘‘sevilmekten ibaret’’ bilmiş, ayıp sayıp konuşmamış, nazlı mı nazlı kadınlardır. Ama hepsi de edebiyatla içiçe, ezberden şiir okuyan insanlardır. İki aylıkken mühendis babasının DSİ'deki görevi nedeniyle Ankara'ya göçen küçük Ayşe, yazları geldiği Nişantaşı'ndaki Narmanlı Apartmanı'nda, dedesinin ahbabı, Rey kardeşlerin babası Ahmet Reşit Rey'in evinde, 15-20 kişilik yemek sofralarının kurulduğu Burgaz adasındaki konakta, hep şiir dinleyerek büyür. Tabii Ankara'daki üç kişilik evinde de. Çünkü annesi de o kadınlardan biridir ve edebiyat öğretmeni Faruk Nafiz olabilen şanslı öğrencilerdendir.

ŞİİR BİLMEZ ERKEKLER

Ankara'daki hayatı, İstanbul ile kıyaslandığında düz bir çizgi gibidir. Akşamları ne yenirse yensin pilav ve hoşafın hiç eksik olmadığı, daima şımartıldığı konağın upuzun sofrasında buluşan onca kalabalığa karşı, Yenişehir'deki evin kare masasında üç kişidirler. O da babası yine Anadolu'da bir yerlerde değilse. Yine de Ankara'daki hayatını daha çok sever. Ama aile geleneği, ortaokulu bitirdiğinde onu çekirdek ailesinden koparacaktır. Çünkü ailenin kadınları Arnavutköy'deki Amerikan Kız Koleji'nde okumuştur hep. Burgaz'daki konak artık eziyetli ve masraflı olduğundan Fenerbahçe'de tramvay yolu üzerinde, bahçesinde palmiye ağaçları olan çardaklı pembe evin giriş katı kiralanmış, ada yıllarına veda edilmiştir. Lise yıllarını burada anneannesiyle birlikte geçirir, Nazım'la da orada ‘‘gizlice’’ tanışır. Trenle yapılan İstanbul -Ankara yolculukları, taşra istasyonlarında oğlan çocuklarının ‘‘gaste gaste’’ bağırışları, İstanbul'daki istasyonda kalabalık karşılamalar birkaç yıl daha sürer.

Yakışıklı babasının, hayatına hep ışık tutan dürüst, ahlaklı, sevecen karakterine ve prensiplerine karşın, hayatındaki diğer erkeklerde aradığını bulduğu söylenemez. İlk evliliğini ‘‘yanlış’’ dediği biriyle çok erken yapar, üç yıl sonra bittiğinde iki çocuk sahibi olmuştur bile. İki çocuk sahibi daha olacağı ikinci evliliğini, 1960'ların ortalarında yaptığında, London School of Economics'te iki yıl sosyolojiye devam edip bırakmış, varlıklı, tipik bir ev kadınıdır. Bir farkı, yazmaya olan merakıdır.

Ancak yazmak, ‘‘karı’’lık yapmasını engellemeyecek, daktilo sesi kocayı rahatsız etmeyecek, her akşam 17'yi 12 geçe eşi eve geldiğinde bırakılacak noktaya kadar izinlidir! Yine de hikayeler, denemeler yazar. Ancak yayıncı yayıncı gezse de yayımlatmayı başaramaz. Söylediğine göre o yıllarda yazar olmamak için ne gerekiyorsa hepsine sahiptir: Varlıklı, çoluklu, çocuklu bir burjuva ev kadını! Çok istemesine rağmen bir gazetede de iş bulamaz.

Son kitabında, ‘‘şiir bilmez, kıymet bilmez, sevgi bilmez’’ diye tarif ettiği erkeklerden biridir ikinci kocası da. Çok sevdiği Nazım Hikmet'in çapkınlıklarına hep hoşgörüyle baktığını itiraf eder, ama aldatılanın kendisi olduğunu öğrenince, evliliğini bitirecektir. Bu kez çocuklu, varlıksızdır. Üstelik işsiz.

30'lu yaşlarının ortasını geçtikten sonra, yani geç bir zamanda atılır hayatın içine. Ne var ki yazarlık kapısı yine kapalıdır. Sonradan bunu ‘‘makus talihim’’ diye açıklar: Çünkü, daha önce Haldun Taner öykü yarışmasına gönderdiği iki öyküsünü, adı kendinde saklı büyük bir yayınevine götürmüştür. ‘‘Fevkalade kötü, üzgünüz’’ cevabı aldıktan bir hafta sonra biri Haldun Taner ödülüne layık görülmüş, öykünün yeraldığı kitap ise ertesi yıl sonra Sait Faik öykü yarışmasını kazanmıştır. Ondan sonra ardı ardına yayımlanan kitapları onlarca baskı yapar ama bu kez de ‘‘edebiyat sosyetesine kabul’’ sorunu yaşadığını düşünür. İşin tuhafı, ‘‘kötü üslup, berbat teknik’’ gibi bir eleştiri de yazılmaz kitapları hakkında. Çok sattığı için kötülenmeye, kategorize edilmeye isyan eder. Ama okuyucularından aldığı güzel tepkiler onu mutlu etmeye, gerisini boşvermeye yetecektir.

SİNEMA VE GAZETECİLİK

Kitaplara kadar ne yapmıştır peki? Tunca Yönder'in reklam, sinema ve dizi filmlerinin prodüksiyonunu yapar, senaryo yazar (Ki Gülizar adlı öyküsünü senaryolaştırır, Kırık Bebek adıyla çevrilen ve Hülya Avşar'ın rol aldığı bu film 1986'da Kültür Bakanlığı ödülünü alır), kah freelance, kah kadrolu gazetecilik mesleğini sürdürür, Betül Mardin'in yetiştirmesiyle halkla ilişkilere bulaşır, hatta bir ara bir şirket kurar.

Ama geç de olsa hayattan asıl istediğini koparır: Yıllar önce sıkıntılı Londra günlerinden sonra ‘‘sabahın ilk ışıklarıyla, rüyaların dip sularından yükselerek denizin üstünde belirmeye başlayan, ufka çizilmiş ufak bir hayal gibi, mavi, uhrevi, şiir şehir’’ İstanbul'da yapacaktır bunu. Babasının gönderdiği Anadolu kartpostalları, anneannesinin bej rengi kılıflara geçirilmiş valizleri, Ahmet Reşit Rey'in rubaileri, cinselliği olmayan melek teyzeleri yoktur artık ama dört erkek çocuğuna karşın beş kız torun, daktilo sesinden rahatsız olmayan bir sevgili, ödüller, bol bol imza günü ve okur mektubu vardır bugün. Yakın gelecekte ise teyzeleri içinde diğerlerine benzemeyen bir tanesinin hikayesi ile 2. Dünya Savaşı yıllarında geçen uzun bir roman...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!