Almatı güvenliği

ŞİMDİ belki biraz değişmiştir, on yıl önce rahmetli Turgut Özal'a son yolculuğunda refakat ederken gördüğüm ve o zaman Kazakistan'ın resmi başkenti olan Almatı, küçümen bozkır izbelerinin Stalin üslubu devasa binalara karıştığı, nispeten büyük bir şehirdi.

O haşmetli ve kasvetli binalar ki, estetik yoksunluğuna rağmen eminim, hafta başından beri bu kentte toplanan ve Türkiye'nin de Cumhurbaşkanı Sezer tarafından temsil edildiği ‘‘Asya İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Zirvesi’’ne katılan on beş ülke liderini avizeli salon, kadifeli koridor ve dumanaltı kulislerinde ağırlamaya yetmiştir.

‘‘Sovyet ekolü’’ böylesine ‘‘töresellik’’lerin üstesinden iyi gelir.

* * *

MALUM, Hindistan'la Pakistan yeni ve rizikolu bir savaş arifesinde olduklarından, Zirve'nin ‘‘görünürdeki özelliği’’ Yeni Delhi - İslamabad çelişkisinde odaklaştı.

Nitekim, özellikle, daima ‘‘bölgesel çatışmalara karışmamak’’ siyasetini benimsemiş Çin açısından beklenmedik değişim, Pekin ve Moskova Almatı'da ortak hareket ederek, düşman kardeşleri barıştırabilmek için büyük diplomatik çaba sarfettiler..

Ancak, aktüalitenin aciliyetinden dolayı Hint - Paki sorunu, Kazakistan toplantısının ‘‘kamera boyutunu’’ yansıtsa dahi, Zirve'nin esas can alıcı noktasını, tüm devletlerin ‘‘Ayrılıkçılığa Karşı Sözleşme’’ adı altında imzaladıkları deklarasyon oluşturdu.

Bunun üzerinde duralım.

* * *

NADİR istisnalar hariç, Asya'daki, bilhassa da Orta Asya'daki sınırlar yapaydır.

Bunlar, birincisi bölgenin yerlisi Çin; ikincisi, ister istemez‘‘yarı yerli‘‘ sayılan Çarlık; üçüncüsü de aleni sömürgeci Britanya imparatorluklarının kalıntısıdır.

Söz konusu sınırlar ne coğrafyayla, ne etnisiteyle, ne de tarihle uyuşurlar.

Aslında bir bütün olan Türkistan'dan Pamir'e, hatta Nepal'e dek, hepsi böyledir.

Oysa, ‘‘Güneş Batmayan İmparatorluğun’’ batmasına ek olarak on yıl önce bir de ‘‘Kızıl İmparatorluk’’ batınca, durum eskisinden fazla vehamet arzetmeye başladı.

Örneğin, ahalisi az ve bir bölümü Slav olan Kazakistan, Rusya'ya toprak kaptırmaktan çekiniyor ama, zaten 90 bin hektar araziyi Çin'e ‘‘hudut ayarlaması’’ diye vermek zorunda kalan Kırgızistan da, aynı Kazakistan'ın bu defa kendisine ‘‘sulanacağından’’ korkuyor.

Türki ve İrani kavimlerin içiçe olduğu Özbekistan - Tacikistan sathı da farklı değil.

Daha önemlisi, Pekin, Sincan dediği Doğu Türkistan'daki milli bilinçten derin endişe duyuyor ve olur olmaz, buna derhal ‘‘köktendinci’’ (!) damgasını vuruyor.

Ayrıyeten, Kafkas coğrafyasında başı belada olan Moskova da, ırki ve dini bağlardan dolayı Orta Asya cumhuriyetlerinin oraya sempatiyle bakmasını istemiyor.

Ve tabii, Hint Altkıtası'ndaki iki devleti yine savaş arifesine getiren Keşmir sorunu.

* * *

TAMAM, durum böylesine karmaşık ama ortada bir de nesnel gerçek var!

Hiçbir ülke hiçbir zaman başkasına ‘‘al buyur’’ diye toprak hibe etmedi ve de etmez.

Sınır değişimleri ancak ya bölgesel, ya da daha geniş savaşlarla mümkün olabilir.

Halbuki, bırakın silahlı arbedeye kadar uzanmayı, biraz ‘‘yüksek tansiyonlu’’ gerilimler dahi, zaten kuru bozkır otları tutuşmaya hazır bütün bölgeyi alevlendirmeye yeter!

Dolayısıyla, en azından şu an için, mevcut statükolara ‘‘ilişmemek’’ gerekiyor.

İşte, önceki gün Kazakistan kentinde imzalanan ‘‘Ayrılıkçılığa Karşı Sözleşme’’ de, hiç olmazsa teorik açıdan, bir ‘‘statüko pekiştirme’’ belgesi oluşturdu.

11 Eylül'ün etkisiyle bunda biraz ‘‘köktendinciliğe dur’’ mesajı varsa da, Almatı Deklarasyonu özünde bir ‘‘Asya sınır güvenliği’’ antlaşmasına tekabül etti.

Bölge ve dünya güvenliği için sözleşmenin gerçekten güvenlik getirmesini dileyelim.
Yazarın Tüm Yazıları