Gidelim buralardan dayanamıyorum

Bugünlerde kime rastlasam, göçüp gitmek istediğini söylüyor. Öteki dünyaya değil, Güney'e! Bir zamanlar pek moda olan bu trend, yine depreşmiş.

Ülke mi abuk sabuk hale geldi, havalar mı güzelleşti, ne olduysa oldu, insanların aklına ‘‘gitmek’’ düştü, Güney düştü. Hepimiz için böyle bir hayal var. Havuç gibi önümüze uzatılmış. Evet, posası çıkarılmış gibi hissediyoruz kendimizi. Ama bir dakika, geçecek... Bir zaman gelecek, şartlar denk düşecek, derlenip toplanıp Güney'e gidilecek ve esas ve yeni hayat orada başlayacak. ‘‘Öteki dünya’’ gibi. Ama bütün bunlar yaşarken olacak. Yani Güney'deki, daha gevşek, daha rahat, daha ucuz, daha insani hayat, kurtuluşumuz olacak. Minik bahçelerimiz, domateslerimiz, biberlerimiz, kafalarımızda hasır şapkalarımız,

mandalina, portakal kokularımız... Oh be Reha Muhtar'dan uzaktayız, hiçbir şey itiraf etmek zorunda değiliz, koşa koşa inanmadığımız işlere gitme mecburiyetimiz yok, yalan yok, dolan yok. Ama şu var: A aaa! Hayat, bu kadar kolay mıymış? Zorluklardan, zorunluluklardan, sorumluluklardan yılmış vaziyetteyiz. Bir gitsek... Bir gidebilsek... YIRTACAĞIZ. MI? Melek Sarı Yüm'ün mektubunu gündeme getirmemin nedeni, işte bu masum soru eki. Tam havaya girmişken, hayali yolculuklarda hasır şapkaları kafama geçirmişken, buradakilere içimden ‘‘Ne haliniz varsa, görün!’’ demişken... O da ne! Arkadaş bir ‘‘Hoooop!’’ çekiyor, ‘‘Bedeninizi ve ruhunuzu buralara taşımadan bir düşünün’’ diyor. Yaşanmış deneyimler de, oldum olası beni baştan çıkarıyor..


İstanbul'dan yeni geldik.

Bir ay kadar hasret giderdikten sonra göç ettiğimiz mekana geri döndük.

7 yıldır Marmaris'te yaşıyorum. Kızım Elifsu burada doğdu. Zaten İstanbul'da yapmakta olduğum işi yapıyor ve o tempoda yaşıyor olsaydım, Elifsu asla doğamazdı. Ben hamile kalamazdım ve zaten evlenemezdim de...

Zira 11 yıl reklam, 6 yıl da televizyon sektöründe çalıştıktan sonra insanın ‘‘normal insanlar’’ gibi İstanbul hayatına devam etmesi olanaksız gibiydi. Bizim sektörde çalışan kadınların hayatına ‘‘anormal’’ demek bilmem doğru mu, ama ‘‘normal dışı’’ olduğu kesin.

Siz daha iyi bilirsiniz, hala yaşamaya devam ediyorsunuz.

* * *

İstanbul
'a giderken, görmek istediğim arkadaşlar listesi çıkarmıştım.

Gördüm onları, mümkün olduğunca sohbet ettim.

Özlemişim.

Burada en özlediğim şey zaten geride bıraktığım, kişisel tarihimi oluşturan dostlar ve arkadaşlar.

İstisnasız hepsi İstanbul'dan gitmekle en iyi şeyi yaptığımı söylediler.

Mümkün olabilse, neredeyse hepsi, aynı şeyi yapmak istediklerini belirttiler.

Sonra Marmaris'e dönünce, baktım kendime.

Herkesin yapmayı çok istediği bir şeyi, yine onların ifadesiyle çok cesurca gerçekleştirmiştim ama nasıl desem...

Yine de yeterince mutlu ve mesut değildim.

Bir yerde bir hata vardı ama nerede?

* * *

Mekan değiştirmekle insan yaşamını değiştiremiyor.

Değişen sadece yaşamdaki fon oluyor, yani arka fon.

Aslolan yaşamı değiştirmek ise...

Hazırlıklı olmak gerekiyor.

Ama bu, depreme hazırlanmak gibi, fiziki tedbirlerle olamıyor, önce insanın beyin olarak buna hazırlanması gerekiyor.

Nedir bu hazırlıklar?

En önemlisi, hayatta insanın kendisini ne ile ifade ettiğini bulabilmesi. Yani gücümüzü hangi özelliklerimizden alıyoruz? Bazıları fiziki güzellikleriyle, bazıları yetenekleriyle, bazıları ilişkileriyle ifade ediyor kendini. Ve yaşam gücünü bundan alıyor. Eğer bizi, biz yapan bu şey, her ne ise, gittiğiniz yerde yoksa ve biz kendimize başka bir ifade tarzı geliştiremiyorsak, eksiklik başlıyor. Bir çok insanın gıptayla baktığı bir konum, çözemediğimiz bir mutsuzluk kaynağı oluyor. Herhangi bir düzen değişikliğinde önemli olan, neleri bırakmak istediğimizi doğru anlamak kadar, nereye ve nelere gittiğimizi iç seslerle doğru kavramak.

* * *

Tamam, herkes İstanbul'dan kaçmak istiyor.

Ama işte ‘‘gitmek’’ her zaman çözüm değil.

İnsan ya o gittiği yerde, kendisiyle yeniden tanışıp, barışabiliyor, (ki umut edilen bu), ya da dünyanın en güzel yerine mutsuzluk kaynağını, yani kendini taşıdığı için, mutsuz olmaya devam ediyor.

Ee o zaman bırakıp gittiğin şehrin suçu ne?

En acımasızı da, insan nereye giderse gitsin, kendini götürüyor.

Kendinden kaçmak isteyenler, bir yere gitmesinler yani, otursunlar oturdukları yerde!

* * *

Tebdil-i mekanda ferahlık olduğu doğru.

Ama bu insanı yaklaşık bir yıl oyalayabiliyor!

Sonra yine kendinizle başbaşa kalıyorsunuz...

Bulunduğunuz coğrafya parçasıyla ve onun sunduğu fiziki şartlardan mumnun değilseniz, evet, yapacak bir şey yok; ama eğer bunları bahane ediyorsanız ve aslında kendinizden şikayetçiyseniz, bulunduğunuz yeri yeniden algılayıp, sevin derim ben.

Tecrübe konuşuyor!

İnsanın kökleri önemli çünkü...

Özellikle entellektüel aktiviteyle yaşamlarını sürdürmüş insanların yeni yerlerde köklenirken, geçmiş bağlarına çok ihtiyaçları oluyor.

Yeni mekanlarda insan ne kadar da yeni ve ilginç insanlarla tanışırsa tanışsın, hiç kimse belli bir yaştan sonra diğerine ve onun problemlerine çözüm sunmak adına ayna tutamıyor.

Bunu ancak eski arkadaşlar başarabiliyor.

Bu tabii ben ve benim gibi kendini insan ilişkileriyle ifade eden insanlar için geçerli.

* * *

17 yıl boyunca çalışma hayatımda başarımı, paramı, keyfimi böyle kazanmış ve yaşamımı bunun üzerine kurmuşum.

Beni ben yapan asıl kaynakları hayatımdan çıkardığımda geriye derin bir boşluk kalmış, bunu son İstanbul seferinde çok iyi kavradım.

Ama şimdi huzurluyum, belki bunu farkettiğim için.

Bunca yıl yaşadım ama kendimi ancak şimdilerde tanıyorum.

Beni ben yapan gücün kaynaklarından birini şimdilerde tarif edebiliyorum.

Yani diyeceğim, Türkiye'nin hatta dünyanın neresinde olursa olsun, insanlar, temel bir yaşam değişikliği yapmayı hayal ediyorlarsa oturup düşünsünler...

Problem yeni mekanın neresi olduğunda değil, insanın kendisinde...

Kendi yarattığımız kendimizde...

Yeni bir hayata geçerken, gerçekten değişebilecek misiniz?


Bu aslında bir tartışma. Bayağı kapsamlı bir tartışma. Eskiden de vardı ama şimdi daha bir alevlendi. Kriz-mriz de tetikledi bu işleri tabii. Bunaldı insanlar, ‘‘gidelim buralardan sendromu’’ ortaya çıktı. Kimi yurtdışına, kimi Güney'e. Gitme fikri güzel de, o kadar kolay bir şey değil. Melek Sarı Yüm'ün mektubu bunun en güzel örneği...
Yazarın Tüm Yazıları