Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi...

Kadın tuhaf.

Severse, gider aynı tişörtten 18 tane alır.

Aynı pantalondan...

Aynı bermudadan...

Aynı kasketten...

Ama sen Altan'a bakınca hep aynı şeyi gördüğünü zannedersin. Bir stili vardır asla dışına çıkmaz. Onun stilini, yaptığı işte de görürsün, mutlaka yansır.

Bir Safran yaptı mesela, bütün İstanbul'u oraya toplamayı başardı.

Gecenin bir saatinden sonra Orhan Gencebay modasını o çıkarttı.

Bayılır kuş kondurmaya!

Ama bir özelliği vardır ki, ben ölürüm...

Biliyorsunuz, bir mekan (onun deyişiyle bir dükkan!) sahibi.

Patron yani. Ama o aynı zamanda, o yerin DJ'i. Müzikler ondan sorulur. Ve Aslı Altan, yaptığı işi, dükkan sahipliğinden çok daha fazla önemser. Dünyanın neresine giderse gitsin (çok da seyahat eder), ilk işi CD toplamaktır. Deli gibi para yatırır. Onlara canı gibi bakar. Gözü gibi kıskanır. O CD'lerin de özel bir çantası vardır. Simsiyah, kocaman bir şey. Evden işe, işten eve sürekli taşır onları. Başlarına bir şey gelecek diye ödü kopar, üzerlerine titrer...

*

Kuraldır!

Sakınan göze çöp batar...

Battı.

Asistan DJ'lerinden biri, o herşeyden kiymetli çantayı, Altan'ın meslek aracını taksinin birinde unutuverdi. Topluca karalar bağladık. Ağıtlar yaktık.

Giden 158 CD'nin ardından içkiler devirdik. Ruhlarımız çöktü, perişan olduk, (yazdıklarımla durumu abartıyormuşum gibi olabilirim, n'apim yay burcuyum, ne var ki Altan da yay burcu!), meseleyi topluca abarttık yani. Hatta bu dramatik olayın ağırlığından kurtulabilmek için, son bir buçuk aydır, hatırlamayalım diye Safran'a gitmekten bile vazgeçtik.

Ama bu arada, radyolardan kayıp CD çantası ilanları dinledik.

Telsiz taksici arkadaşların alarma geçirilmesini umud etik.

Öyle büyük bir darbeydi yani.

*

Şeytan CD'leri aldı götürdü...

Ama satamadan getirdi!

İstanbul gibi karman çorman bir şehirde, milyonların yaşadığı, yüzbinlerce taksinin hizmet verdiği bir yerleşim merkezinde, bir tesadüf, ama inanılması zor bir tesadüf, o CD'leri ortaya çıkardı.

Gerçekten mucize. Altan'ın kardeşi Oğuz, güneşli bir günde Ulus'ta bir taksiye biniyor, elinde de bir CD var. Şoför arkadaş dönüyor, ‘‘Siz bu işlerden anlıyorsunuz galiba. Arkada bir çanta dolusu CD var. Sahibini bulamıyoruz’’ diyor.

Doooooooooooooooonk!

O anda biri kafasına taş atsa daha iyiydi.

Gözler faltaşı gibi açılıyor:

- Ne yani? Nasıl yani?

Böyle bir ilahi tesadüf olabilir mi yani?

Bir taksi, bir şoför, Altan'ın kardeşi, Altan'ın CD'leri.

Bu puzzle'ın parçalarını bin yılda birleştiremezsin.

Mistik bir güç sayesinde birleşti.

*

Ertesi gün saat dörtte, şoför, Altan ve kardeş Oğuz buluştular.

Altan, küçük bir imtihana tabi tutuldu.

Paraloyı da bildi.

Şoför, mutevazi bir mükafata, Altan da o çok değerli CD'lerine kavuştu.

Bu öykünün bir anlamı var tabii.

Biz de Safran'a kavuştuk yeniden.

Öncelikle CD'lerin bulunmasını kutlayacağız.

Daha sonraki günlerde de, kutlayacak bir şeyler buluruz elbette...


Star adaylarına duyurulur


Ben elçiyim.

Daha doğrusu idim.

Benim öyle bir gücüm yok, ben sizi star-mtar yapamam. Öykülerinizi bana anlatmanızın kıymeti harbiyesi yok yani. O kadar çok ki zaten, tamamını okuyabilmem bile mümkün değil.

Herkesten başka türlü keman çaldığını söyleyenler, ilk senaryosunun son noktasını dün gece koyanlar, çektiği fotoğrafları portfolyosuna dizenler, yeni bitirdikleri resimlerini çerçeveletmeye koşanlar... yani kendilerinin bir yetenek olduğuna inananlar... beni rahat bırakın.

Boynuna çökmeniz gereken adam Abdullah Oğuz'dur.

Bana kalsa telefonunu yazarım, ayıp olmasın diye e-mail'ini yazıyorum:

apooguz@superonline.com

Bana gönderdiklerinizi lütfen bu adrese transfer edin.

Aksi takdirde keşfedilmemiş yetenek olarak kalacağınızdan şüpheniz olmasın!

Bay bay.


Hayatımın protestosu


Faks önümde duruyor.

O bana bakıyor, ben ona.

Tepesinde Ayşe Arman-Erman yazıyor, altında da Hürriyet Gazetesi.

Benden şikayetçiler.

İcralık olmuşum.

‘‘Gebze İnönü Mh. Mutlukent Ada Güneş Blokları'nda iki adet daireniz bulunmaktadır. Bugüne kadar, gerek avans, gerekse diğer masraflarla ilgili dairelerinize düşen giderleri düzenli olarak alamadık. Tahsilatlarınızın tümü kapatılmamamış icra takipleriyle olmuştur. Yine icra takibine başvurmak zorunda kaldık. İki dairenizin ekstresini gönderiyorum ve borç bakiyenizin ivedilikle kapatılmasını rica ediyorum. (500 Ada Yönetimi adına Lütfi Acar)’’

*

Tam fıkradaki gibi.

Bir iyi haber, bir kötü haber.

Kötü haber icralık olmuşum.

İyi haber, durduk yerde iki daire sahibi olmuşum.

Daha geçen gün, bir yazı yazıp evsahibi olamamaktan, kira ödemek için çalışmaya çalışmaktan yıldığımı anlatmıştım. Acaba bu faks onun üzerine mi geldi? Yani beni mutlu etmek için... diye de düşünmedim değil! Ama bu kadar iyi niyetli insanların yaşadığı bir ülkede bulunmadığımızı da hemen hatırladım. Muhtemelen olay şöyle cereyan ediyor: Ayşe Erman diye birini arıyorlar, bulamıyorlar. Ee bu isim üzerinde çağrışım yapabilecek en yakın kim var? Ben! Ama soyadı uymuyor. Mesele nasıl çözülüyor? Araya tire koyarsın, Arman-Erman yaparsın.

Ya tutarsa diye!

Tutmadı.

Lütfen bırakınız.

Bu paraları benden tahsil edebilmeniz mümkün değil.

Dairelerin gerçek sahibini bulunuz...
Yazarın Tüm Yazıları