Dümbeleği çala çala yoruldu bileklerim!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, "Beni tefe koyacaklar" diye tanımladığı görüşlerini açıklarken şöyle düşündüm: "Simit tablasında yapılan ekonomi doktorası"nın böyle bir sonuç vermesi kaçınılmazdı.

Belli ki Başbakan, İstanbul’da yaşayanların Boğaz’da gezip, káğıt helva yemek için otomobil satın aldıklarını zannediyor.

Türkiye’de üretilen mal ve hizmetlerin neredeyse yarısının bu kentte üretildiğinin farkında değil.

İnsanların işlerine gidip gelmek, ürettikleri mal ve hizmetleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için yolları kullanmak zorunda olduklarını da bilmiyor.

İstanbul’un bu büyüklüğüne rağmen bin kişiye düşen otomobil sayısı bakımından kendisinden daha küçük yabancı kentlerin çok gerisinde olduğunu da kimse ona söylememiş.

Dünyanın bazı yerlerinde kent merkezlerine otomobil girmesine kısıtlamalar uygulandığından dem vuruyor; ama o kentlerin neredeyse yüz yıldır metro tünelleriyle donatıldığını, milyonlarca insanın yeraltından taşındığını da unutuyor.

Şu kadar senedir İstanbul’da, bu kadar senedir de Türkiye’de iktidarda olduğunu ve bu sorunu çözmek işinin kendisine ait olduğunu da ihmal ediyor.

Başbakan "Beni tefe koyacaklar" diyor; ama öyle görünüyor ki aslında tefe konulup çalınan bizleriz.

Ve üzülerek söylemeliyim ki seçimlerde iyi nutuk atanlara kolayca kandığımız için bunu da hak ediyoruz.

Bu bir ’savaş’ ise nasıl biteceği belli

ANKARA’da düzenlenen "Türkiye Barışını Arıyor Konferansı"nda yapılan konuşmaları dikkatle okudum. Ben bu ülkede yaşadığım için söylenenlerin ne anlama geldiğini anlamakta güçlük çekmiyorum.

Ama uzayda var olduğu düşünülen canlılar, gelişmiş aletleriyle bu konuşmaları dinledilerse şöyle düşünebilirler:

Türkiye diye bir ülkenin içinde yaşayan bir etnik topluluk, bazı özgürlükler istedi diye öldürülüyor, köylerinden sürülüyorlar vs.

Ve ülkede bir savaş sürüyor, Türk devletine hákim olan güçler ise bu savaşı bitirmemekte ısrarlılar.

Konuşmalardan "barışın" şöyle elde edilebileceği fikri de ortaya çıkıyor: Devlet, "terörist" olarak tanımladığı ama Yaşar Kemal’in "gerilla" dediği silahlı güçlerle mücadele etmesin, onları rahat bıraksın!

Kelime kelime böyle söylenmiyor belki ama konuşmalara hákim olan anafikir bu.

Buna en basit bir tanımlamayla "gerçeğin çarpıtılması" diyebiliriz.

Oysa çıplak gerçek şu: Ülkeyi bölmek için başkaldırmış bir silahlı grup var. Bunlar sınır dışında, bazı yabancı devletlerin de desteğiyle üslenmişler. Sınırların içinde de iyi silahlanmış silahlı adamlarıyla oraya buraya baskınlar yapıyorlar, yollara mayınlar döşüyorlar.

Ve bizim konferansçılarımız "savaşın" bitmesini istiyorlar!

Farkında değiller ki eğer bu bir savaşsa, bunu bitirebilecek tek şey "gerilla" diye yücelttikleri çetenin ellindeki silahları bırakmasından geçiyor.

Almanya, bizimle kafa bulmuş

ALMAN Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle yayımlanan Deutschland isimli derginin son sayısı, Almanya’nın AB Konseyi Dönem Başkanlığı konusuna ayrılmış.

Yılda altı kez 11 dilde yayımlanan derginin 180 ülkede dağıtımı yapılıyor.

Derginin Türkçe baskısını okurken, Alman hükümetinin bizlerle dalga geçtiğini düşündüm.

Mesela, 7. sayfada şöyle bir başlık var: "Başka bir ülkede yaşamak ve çalışmak Avrupa’yla kolay!"

Sanki Türkiye’nin AB üyeliğine ve Türklerin serbest dolaşımına karşı çıkanların başında Almanya gelmiyormuş gibi!

Bir de "AB Testi" yayımlanmış. Çözenlerden iki kişi Almanya’da tatil kazanacakmış.

Bu tatil hakkını kullanmak için "vize"nin nasıl verileceği ve hangi zor soruların yanıtlarının aranacağı ise belirtilmemiş!

Ve Almanya’nın AB konusunda Türkiye’yi ne kadar ciddiye aldığını gösteren küçük bir detay: Dergideki tüm başlıklar hatalı.

Türkçe’nin noktalı harfleri öyle kılıklara girmiş ki çözebilene aşk olsun!
Yazarın Tüm Yazıları