Karanfil cephesi dağıldı mı

DÜN Birgün Gazetesi’nde Hrant Dink’in yazısını okurken kendimle ilgili şaşırtıcı bir haberi öğrendim.

Meğer bir yazımdan dolayı Lübnan’da yalanlanmışım ve haberim olmamış.

18 Ağustos günü bir yazı yazmıştım.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Beyrut’u ziyareti sırasında Lübnan Başbakanı’nın verdiği yemekte ilginç bir olay olmuştu.

Lübnan Başbakanı Sinyora, "Türk askerinin gelmesini bütün Lübnan istiyor. Hatta Ermeni bakanımız bile Türk askeri gelsin diyor" demişti.

Bununla da kalmamış, Ermeni bakanı masasına çağırıp ona sormuş, o da "Evet" demişti.

* * *

Meğer bu yazı çıktıktan sonra Lübnan’daki Ermeni cemaati karışmış.

Lübnan’ın Ermeni asıllı bakanı Oğassapyan, bir bildiri yayınlayarak yazdıklarımı yalanlamış.

Gül ve Sinyora’nın bulunduğu masaya yaklaşmadığını söylemiş.

Bu açıklaması, Ramgavar Partisi’nin yayın organı Zartonk’ta 22 Ağustos tarihinde yayınlanmış.

Lübnanlı bakan bununla da yetinmeyip, California Courier adlı Ermeni gazetesinin editörü Harut Sassounian’a da bunları tekrarlamış.

* * *

Ben bu olayı, bizzat Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den dinledim.

Gül, 17 Ağustos günü beni, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayının arkasında bulunan Başbakanlığa ait binaya davet etti.

Orada sohbet sırasında bu olayı anlattı.

Sohbetten sonra Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan’ı arayarak eksik kalan bazı bilgileri de ondan aldım.

Dün Dink’in yazısını okuyunca, Tan’ı arayıp bunu anlattım.

Daha sonunu dinlemeden "Ne yalanı, ben de kulağımla duydum, gözlerimle gördüm. Orada bizimle birlikte en az 50 kişi vardı. Herkes gördü" dedi.

Umarım Beyrut’ta bir gazeteci de bu sözleri kendi kamuoyuna aktarır.

Zaten bir bakan, böyle bir ayrıntıyı kafasından uydurur mu?

Öyle tahmin ediyorum ki, Ermeni bakan, Taşnaklar’dan ve diasporadan gelen tepki üzerine bu yalanlamayı yapmak zorunda kaldı.

Lübnan’a asker gönderme tezkeresi, 1 Mart tezkeresi kadar olmasa da büyük tartışmalara yol açacağa benziyor.

Bu defa birincisine benzeyen bir cepheleşme yok.

Mesela birinci savaşa kesin karşı çıkan Murat Belge gibi bir yazar, dünkü yazısında "asker gönderilmesini" savunuyordu.

Sol ulusal çevre asker göndermeye kesin karşı çıkarken, bu çevrelerde ilgiyle okunan Özdemir İnce asker gönderilmesinden yana.

Ben de gönderilmesini savunuyorum.

Ama bu konunun bütün açıklığı ile tartışılmasından da yanayım.

O nedenle dünkü Hürriyet’in manşetinden, oraya gidecek askerin "angajman kurallarını" yayınladık.

* * *

Orada "Süngü savaşı dahil" diye bir ifade var.

Dün bir hükümet yetkilisi aradı.

"Bu çağda süngü mü kaldı" diyerek manşetimizi eleştirdi.

Ben de ona şunu sordum:

"Öyleyse BM’nin angajman kuralları arasına niye böyle bir ifade konması ihtiyacı duyuldu?"

"Süngü savaşı"
diye bir şeyin kalmadığını ben de biliyorum.

Ama bu ifade orada duruyor ve komutanın yetkisinde bu da var.

Diyorum ki, kamuoyu bütün bunları bilsin.

Herkes kendi görüşünü serbestçe savunsun.

Meclis de buna göre karar vesin.

Benim görüşüm şu:

Türkiye Lübnan’a asker göndermelidir.

Sayın komutanlar

DÜN akşam saatlerinde bu yazıya şöyle başlamıştım:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sayın komutanları.

Bir maruzatım var.

Dünkü gazetelerde, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Kürt çocuklarıyla halay çeken bir karakol komutanının fotoğrafı vardı.

Ben o fotoğrafı, ilk yayınlandığında çok sevmiştim. Şimdi öğreniyoruz ki, o komutan hakkında inceleme başlatılmış.

Umarım bu rutin bir şeydir ve sonunda bir soruşturma veya dava gelmez.

Karakol Komutanı Azim Başol, soruşturulacak değil, tam aksine takdir edilecek bir şey yapmış.

Çünkü biz böyle sahneleri özlüyor ve istiyoruz...

O nedenle bu yazımı bir "vatandaş dilekçesi" olarak kabul ediniz.

Yazımı gönderdim. Bir buçuk saat sonra, askerden açıklama geldi.

Böyle bir inceleme ve soruşturma yokmuş.

Böylece dilekçem gönderilmeden kabul edilmiş oldu.

Türk askerinden beklediğim de buydu.
Yazarın Tüm Yazıları