İstanbul’da ezan ve namaz yasağı

İstanbul'da, şehrin fethinden bugüne kadar ezan sesi hiçbir zaman eksik olmadı ama bir gün hariç: 1730'un Cuma gününe rastlayan 29 Eylül'ünde şehirde ezan okunması yasaklandı, cuma namazı kılınmadı ve hiçbir cami açılmadı. İşte, Patrona Halil ayaklanması yüzünden yaşanan bu garip yasağın öyküsü:

İstanbul'da, şehrin fethedildiği 1453'ün 29 Mayıs'ından bugüne kadar ezan sesi hiç eksik olmadı. Müezzinler vazifelerini asırlar boyunca günde beş vakit yerine getirdiler, bu işgal günlerinde bile böyle devam etti ama tek bir gün hariç: 1730'un 29 Eylül'ünde İstanbul'da ezan okunması yasaklandı ve camilerde namaz kılınmadı. Şehirde ne kadar cami varsa, o gün kapalı kaldı.

İşte, bu garip yasağın öyküsü:

Yeniçeriler tarihleri boyunca defalarca ayaklandılar. Bazan padişahları tahtlarından, bazan da sadrazamları, şeyhülislamları ve vezirleri kellelerinden ettiler. En büyük ve en kanlı yeniçeri isyanlarından biri, 1730'da yaşandı ve tarihlere 'Patrona Halil Ayaklanması' diye geçti.

O günler, 'Lale Devri' denilen zamanlardı. Tahtta Üçüncü Ahmed, sadaret yani başbakanlık koltuğunda da Nevşehirli Damad İbrahim Paşa vardı. Memlekete barış hakim olmuş ama bir kesim sınırsız bir eğlenceye dalmış, devlet kendi başına bırakılmış, neticede ekonomi yoldan çıkmış, pahalılık dayanılmaz bir hal almıştı. Halktan homurdanmalar yükseliyordu.

Tarihe geçen ve bir devri kapatan ayaklanma işte böyle bir ortamda başladı. Bayezid Hamamı'nın telláklarından Patrona Halil'in önderliğinde sokağa dökülenler birkaç dakika içinde kendilerine binlerce destekçi buldular. Derken, asker yani yeniçeriler de isyancıların tarafına geçti ve Bayezid Hamamı'nın tellákı Halil bir anda İstanbul'a hakim oldu.

Saray, olup bitenin henüz farkında değildi ama isyancılar da ne yapacaklarına henüz karar vermemişlerdi. Halil ile yeniçeriler arasındaki ilk ciddi görüşme, sokağa dökülmelerinin ikinci gününde yapıldı. Halil, Sadrazam Damad İbrahim Paşa ile bazı devlet adamlarının 'halkı sıkıntıya soktukları için' kellelerinin alınmasını istedi. Bu arada bütün yeniçeri kışlalarının ve tersanenin de ayaklanmayı desteklediği haberi geldi. İyice güçlenen Halil, şehirdeki bütün zindanları boşalttırıp mahkumları serbest bıraktırdı.

İşte tam bu sırada, ortaya 'Deli İbrahim' adında bir softa çıktı. Patrona Halil ile yeniçeri ağalarının önüne geldi ve 'Mübarek bir davaya kalktınız. Zalimlerden hesap soruyorsunuz. Böyle büyük bir günde ezan okunmaz, namaz kılınmaz' dedi, derken bir de fetva verdi.

Deli İbrahim'in fetvasıyla, o gün camiler ve mescitler kapatıldı, ezan okunması ve camilere namaz için gelinmesi yasaklandı ve 1730'un 29 Eylül günü, tarihlere 'İstanbul'da fetihten buyana ezan okunmayan tek gün' olarak geçti.

Sonrası, malum... Yeniçeriler saraya yürüyüp Üçüncü Ahmed'i tahtından indirdiler. Tahta Birinci Mahmud geçti. Damad İbrahim Paşa önce idam edildi, sonra cesedi parçalandı. Ayaklanma 29 gün boyunca devam etti. Yeni hükümdar 26 Ekim 1730'da Halil ile arkadaşlarını bir baskınla ortadan kaldırdı ve herşeye hakim oldu.

O günlerden bugüne iki hatıra kaldı: Biri İstanbul'da 29 Eylül günü namaz kılınmadığı bilgisi ve bir de yasaklama: Herşey sakinleştikten sonra Birinci Mahmud İstanbul kadısına bir ferman gönderdi ve 'Halil, Arnavuttu. Sebep olduğu kötü hatıradan dolayı bundan böyle hamamlarda Arnavut tellák çalıştırılmayacaktır' buyurdu.

Ramazan MÖNÜSÜ


Patlıcan dolması

Patlıcanları önce ortalarından ikiye kesin, sonra içlerini bir miktar oyarak boşaltın. Bir tencereye bir kepçe zeytinyağı koyup kızdırın. Maydonoz, soğan, iki diş sarmısak ve dört beş adet mantarla beraber patlıcanların içinden bir parçayı çok ince kıyın. Tuz ve biberini koyarak yağın içine atın ve biraz kavurun. Sonra patlıcanları bu karışımla doldurarak çukur bir kaba dizip üzerine ufaltılmış ekmek içi serpin ve bir miktar zeytinyağı koyun. Kızgın fırına salarak yirmibeş dakika pişirin.

Abdülbaki Hoca'nın Ku'ran yorumu


Tasavvufta kadınla erkeğin farkı yoktur

İslamiyet'in ilk yıllarında kadınla erkek arasında bir fark yoktu, kadınlar büyük haklar kazanmışlardı ve kadınlardan hadis bile rivayet edilirdi. Harem uygulaması saray hayatıyla beraber başladı ve medrese kadını toplumdan ayırdı.

Tasavvuf, kadınla erkek arasındaki farkı kaldırmaya çalışmıştır. İslamiyette aslında harem hayatı yoktu. Kadın, cahiliyye devrine nazaran İslam'da pek büyük haklar kazanmıştı. Sahabe, Ayişe'den Ümmü Seleme'den hadisler rivayet ederler, şairler şiirlerini İmam Hüseyin'in kızı Sekine'ye arzederler, fikirlerini alırlar, eleştirmesine önem verirlerdi. Harem hayatı saray hayatıyla başladı ve medrese kadını toplumdan ayırdı.

Sufiler, IV. surenin (Nisa) 34. ayetini 'erlik makamına erenler, yani aktif bir rol oynayanlar, pasif kalanlardan üstündür' tarzında yorumlamışlar, kadınlardan 'rical-erler' derecesine erişenlerin bulunduğunu kabul etmişlerdir. Sülemi'nin sufi kadınlar hakkında ayrı bir kitabı vardır. Hatta bazı sufiler, 'kadınların, erkeklere üstünlüklerini anlatsaydık, güneş kelimesini dişi olarak kabul etmek ayıp olurdu, erkeklerde bir üstünlük olmazdı' diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Mevláná, Mesnevi'sinde bilgisiz kişilerin kadınları horladığını, çünkü onlarda hayvanlık sertliğinin bulunduğunu, akıllılara, gönül sahiplerine ise, kadınların üst olduğunu, sevginin, inceliğin insan vasfı bulunup öfkenin, şehvetinse hayvanlık sıfatlarından sayıldığını, kadının, sevgili değil, Tanrı ışığı, hattá ádeta yaratılmış değil, yaratan vasfına sahip bulunduğunu söyler.
Yazarın Tüm Yazıları