Neden ‘çocuklarınıza göz kulak olun’ tavsiyesi Fatih Ürek’ten gelir

Neden ‘çocuklarınıza göz kulak olun’ tavsiyesi Fatih Ürek’ten gelir, neden bir kişinin elinde bile kitap yoktur, neden pet şişeler denizi boylar

Son günlerin en gözde yazı konusu anladığım kadarıyla İstanbul plajlarının hal-i-pür melali. Bütün kalem erbabı ağız birliği etmişçesine bu konuya değiniyor: Açılan Caddebostan ve açılamayan Menekşe plajları ve plaja akın eden ahali...

Sadece kalem erbabı mı? İşin içine Büyükşehir Belediyesi bile girdi ve en yetkin ağızdan halkımıza iç çamaşırı ile denize girmemesi ve mangalda tavuk kanadı pişirmemesi yönünde çağrı yaptı.

Bakalım mayo satışlarında artış, mangal sefalarında düşüş olacak mı?

Sanmam ya...

Fişeği, bildiğim kadarıyla Mine Kırıkkanat’ın yazısı ateşledi. Mine’nin tepesinin tasını attıran sahil manzaralarını haşin bir üslupla eleştirdiği yazısına yanıt, Ahmet Hakan’ın köşesinden geldi. Mine bu, durur mu durmadı, yanıtı yanıtladı. Beriki kaleme sarılıp yanıtın yanıtını yanıtladı; derken iş iki yazar arasındaki polemikten çıkıp sosyo-kültürel analizlere dek uzandı.

Göç dendi, altyapısı olmayan kentlerin gecekondular tarafından ablukaya alınması dendi, kentlerin hızla kasabalaşması dendi, bu sonuç varoş kültürünün egemenliğinin göstergesidir dendi, müsebbip, bu günü hazırlayan koşullara yıllardır göz yuman siyasilerdir dendi, bunca aç yoksul, umutsuz insan varken başka ne bekliyordunuz dendi, hiçbir eğitim olanağı sunmadığınız insanları aşağılayamazsınız dendi, peki bu görüntüleri eleştirme hakkımız yok mu diye soranlara da üslup dersi verildi.

KALEMLER İKİYE BÖLÜNDÜ OKURLAR BÖLÜNMEDİ Mİ?

Kalemler ikiye bölündü de okurlar bölünmedi mi?

Yazarların yayımladıkları okur tepkilerine bakılırsa, onlar da bölünmüşler.

Belli ki siyasetin durgunlaştığı şu yaz günlerinde bu konu üzerine daha çok yazılıp çizilecek.

İstanbul elden gidiyor diye feryat edenlere diğerleri, onun neden gittiğini izah edecek.

Peki ama bu yeni mi?

Hani, gazetecilik okullarında okutulduğu söylenen iki ünlü ders vardır: Haber köpeğin insanı değil insanın köpeği ısırmasıdır örneği ve yıllar önce ünlü bir gazetemizin iri puntolarla attığı ‘Halk plajlara hücum etti, millet denize giremedi’ manşeti.

O manşete bakılırsa İstanbul plajlarının, plaj dışı görüntülere sahne olması yeni değil.

Yeni olan ve sanırım insanların infialine yol açan bu anlayışın iktidar olması.

Yıllardır yaz aylarında çoğunlukla da hafta sonları evin yanındaki küçük parka gelip piknik yapanları izlerim. Söz ettiğim, içinde bir kaydırak, iki salıncak, bir basket potası, dört beş bank bulunan; asırlık ağaçların gölgelediği küçük bir park. Öğleye doğru yandaki sokağa arabalar park etmeye başlar. İçine bu kadar insanı nasıl aldığına şaştığınız arabalar. İşte o arabalardan çoluk çocuk hayli kalabalık iki aile iner. Yorgun yüzlü kadınlar mis gibi yaygıları duvar dibine yayar, salıncaklara hamle eden çocuklar iki dakika geçmeden kavgaya başlar. İlk iş çaydanlıkla demliğin küçük bir tüp gaza yerleştirilmesi, evden gelen nevalenin yaygıya serilmesidir.

Kadınlar bu işlerle uğraşırken babaların işi mangal yakmak ve arabaların kaset çalarındaki kasetleri değiştirmektir. Bazen bu görev ailenin büyük oğluna verilir. Her arabadan farklı müzik yükselir ve herkes sesi sonuna kadar açar. Bir süre sonra kokular kokulara, sesler seslere, bağırtılar bağırtılara karışır.

İki adım ötedeki deniz, gözü pek gençler dışında kimsenin ilgisini çekmez. Ne bakmak, ne kıyısında yürümek için. Akşam olup da eve dönüş saati geldiğinde herkes tarhlara ekili çiçekleri koparmaya ve günün anısı olarak evine götüreceği buketi hazırlamaya başlar. Benden sonra tufan misali, iki adım ötedeki çöp kutusuna gitmek zahmetine kimse katlanmaz, çöpler olduğu gibi bırakılır ve çok geçmeden yeniden arabalara doluşulup oradan ayrılınır.

Oysa bir sonraki hafta gelinecek yer gene aynı parktır.

On yıldır manzara hiç değişmedi.

Hatta git gide kötüleşti.

MİLYON DOLARLIK EVLERDEN YÜKSELEN FOSEPTİK KOKULARI

Basının son günlerdeki gözde konularından bir diğerine gelince o da sahillerle ilgili.

Ama bu kez konu; Bodrum, Göcek, Çeşme gibi tatil beldeleri.

İşin magazin faslı ayrı, ondan söz etmiyorum.

Mesela İsmet Berkan son üç yazısını Bodrum, özellikle de Türkbükü’ne ayırdı. Her saptamasına yüzde yüz katıldığım üç nefis yazı.

Peki burada durum farklı mı yoksa işin özü aynı mı?

Buraya gelenler evin yanındaki parka gelen insanlar değil elbet. Onlar varsıl, onlar tok, onlar eğitimli olduğu varsayılan insanlar. Peki o zaman neden burada da sesler seslere, kokular kokulara, bağırtılar bağırtılara karışıyor? Neden milyon dolar verilerek alınan evlerin, yapılan tesislerin foseptiklerinden ağır kokular yükseliyor... Neden devasa iskelelerde adım atacak yer yokken denizde yüzen yok, neden jet ski’ye kim önce binecek diye kavgaya tutuşan çocuklara kimse karışmaz... Neden yat sahipleri aynı denize gireceklerini bile bile koyu kirletmekten kaçınmaz... Neden bir kişinin elinde bile kitap yoktur, neden ana babalara çocuklarına göz kulak olmaları tavsiyesi Fatih Ürek’ten gelir... Neden ünü kendinden menkul mimarların ucube yapılar yapmasına izin verilir... Neden pet şişeler doğruca denizi boylar, neden dünya güzeli koylar balık çiftliklerine peşkeş çekilir... Neden rüşvet aldığı malum belediye başkanları üst üste seçim kazanır... Neden eğlenmek gürültü çıkarmak demektir, neden neden neden?

Biraz daha düşünsem parka gelen yoksullar ve iskeleleri dolduran varsıllar arasında yüz tane daha ortak yan bulurum.

Uzatmak yersiz.

Bilmiyorum görünüşleri bunca farklı ama özleri aynı azınlıkla çoğunluğun, arada kalan ve ne ona ne buna ait olmayan insanlara acı çektirdiği bizimki gibi başka bir ülke daha var mı?

Sanmam.

Dolayısıyla sorun ne İstanbul ne Bodrum plajları ile sınırlı. Bence sorun yoksulluk, varsıllık sorunu da değil. Sorun, görgüsüzlük sorunu.

Görgüsüzlük ve kültürsüzlük.

Her ikisi de bir günden ertesi güne edinilemeyeceğine göre.

Daha çook yazılıp çizilir.
Yazarın Tüm Yazıları