Sunset’teki öğle yemeğinde dünyanın en iyi şaraplarını içtim

Geçen hafta küfemde sürüklediğim iki yazıdan söz etmiş ve Sunset’te yediğimiz beş kişilik öğle yemeği yazısı bu haftaya kalsın demiştim. Başlayalım...

Bir ay kadar önce Mehmet Yalçın arayıp o hafta sonu Antik A.Ş’de yapılacak şarap müzayedesine gidip gitmeyeceğimi sordu. Şarap almasam da, küçük bir grup davetli için yapılacak şarap tadımının ilgimi çekeceğini düşündüğünü; satılacak şaraplar arasında Kavaklıdere’nin vintage’larının bulunduğunu, bunların da iyi senelerin iyi şarapları olduğunu söyledi. İçim cız etti. Cız etti, çünkü aynı gün aynı saatte başkalarına verilmiş sözüm vardı ve aynı anda iki ayrı yerde olunamayacağına göre, gönül şarap tadımından vazgeçmek zorundaydım. ‘Vazgeçtiğin bu olsun, üç beş yudum önemli mi’ diyeceksiniz. Evet önemli. Çünkü Mehmet Yalçın bir şarap için iyi diyorsa iyidir, üstelik onunla şarap üstüne konuşmak içtiklerinizi unutturacak kadar keyiflidir. Sadece şarap üzerine de değil... İçki kültürü diye bir şey varsa, Mehmet o kültürün adamıdır. Müthiş birikiminin yanı sıra dağarcığında içkiye, özellikle de şaraba ilişkin, yeri geldiğinde yüzlerce anekdot, fıkra, komik anı vardır. Şarapla yatar şarapla kalkar. Türkiye’de şarabın tanınması, yayılması için uğraşır: Dergi çıkartır, danışmanlık yapar, ders verir, özel tadım geceleri düzenler. Yolculuklarını bağbozumlarına denk getirir. Dünyanın dört bir yanında üretilen şarapları, üreticilerin sorunlarını, değişen iklim koşullarını ve bunun sonuçlarını bilir. Nasıl iyi bir filatelist, pulun tırtılından hangi pul olduğunu anlarsa, Mehmet Yalçın da bağ kütüğüne bakıp şarabın kalitesini anlayabilir. Velhasıl, Mehmet Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi şarap uzmanlarından biridir. Neyse ki ikinci bir teklifi daha varmış. Sunset’te küçük bir öğle yemeği. Hemen evet dedim ve İstanbul’un sıcaktan kavrulduğu o öğle üstü koşa koşa, kuş bakışı Boğaz manzarası, püfür rüzgarıyla ünlü Sunset’e gittim.

Küçük bir öğle yemeği dendiğinde ne anlaşılır? Eğer üç beş kişilik bir grubun bir araya gelip yediği yemek anlaşılırsa; evet, gittiğim küçük bir öğle yemeği idi.

Yok eğer salata gibi hafif bir şeyler atıştırmak anlaşılırsa; katıldığım yemek bırakın küçük yemek olmayı, hayatımda yediğim en iyi üç beş yemekten biriydi.

Beş kişiydik. Ben, Mehmet Yalçın, Güngör Uras, Teoman Hünal ve Sunset’in sahibi Barış Tansever.

Önce bahçedeki bara geçtik.

Mevsim çilek mevsimi ve çilekle içeceğimiz şampanya, buz gibi Louis Roederer Cristal 1997.

Hani her davette özellikle de davetliler birbirlerini pek iyi tanımıyorsa küçük konuşmalarla geçen sıkıcı bir süre vardır ya; eğer bu süre sözünü ettiğim şampanyayı içerek geçiriliyorsa davet sahibi rahat olabilir. Kimse, ama kimse konuşmakta zorlanmaz!

Laf kendiliğinden lafı açar ve söz döner dolaşır, gelip Cristal’e bağlanır. Ne de olsa içilen şampanya herhangi bir şampanya değildir. O, Rus çarlarından Fransız krallarına, zadeganın tercih ettiği markadır ve her yudumla insana kendi ayrıcalığını hatırlatır.

TÜRKİYE’NİN EN ZENGİN KAVI

Masaya geçtiğimizde yemeğe ikinci bir şampanya ile, Pembe Taittinger Comtes de Champagne 1993 ile devam edeceğimiz söylendi. Şimdilerde özellikle de eski kıtada şampanyaya şarap muamelesi yapmak, başlangıç yemeğini havalandırılmış ve köpüğü sönmüş şampanya ile yemek modaymış. Taittinger’in yanında portakal ve rezeneli kılıç balığı carpaccio ve ızgara tarak geldi. Nefisti!

Ardından, gene portakal aromalı, tereyağlı pazı ile fırınlanmış ördek ve yanında Grands Echezenaux Rene Egel 1988, kırmızı. Enfesti!

Sonra, fesleğenli püre eşliğinde Sunset filet ile Chateau Haut Brion 1976. O da öyle...

Ve son olarak altın rengi Chateau d’Yquem eşliğinde hurma sufle, Muhteşemdi!

Bütün bu şarapların hepsi dünyanın en iyi şarapları arasında yer alan markalar ve o markaların en iyi seneleri.

Sunset’in kavı -kişisel kavları bilemem ama- şu anda Türkiye’nin en zengin kavı.

Barış Tansever, 1994 yılında açtığı lokantasının yemek kalitesinde Avrupa’nın kalburüstü lokantalarının standartlarını tutturmasına rağmen şarap konusunda cılız kaldığını düşünüp, bundan bir süre önce atılım yapmaya karar vermiş.

Dünyanın en nadir ve değerli şaraplarından oluşan bir kav oluşturmak için çalışmalara başlamış. Kimilerinin tarihi 19’uncu yüzyıla uzanan bu hazineleri toplamak elbette kolay olmamış. Büyük bir ön hazırlık gerekmiş. Mehmet Yalçın, alımlar ve kavın oluşmasından tutun, aksesuvarların seçiminden personelin eğitimine kadar yanlarında olmuş.

Elbette Paris’e gidilmiş. Paris’in en köklü ve en şık restoranlarından Taillevent ile Tour d’Argent’ın sahipleri ve sommelier’leri ile toplantılar yapılmış. Görüşleri ve önerileri alınmış. Şarapları ideal koşullarda yıllandırmak için büyük bir kav odası yapılmış. Sunset’in bütün personeli, garsonlardan maitre d’hotele kadar herkes günlerce süren şarap eğitimi almış. Billur karaflar, gümüş şarap aksesuvarları tedarik edilmiş, listeler hazırlanmış, fiyatlar saptanmış...

TURİST ÇEKMEK İÇİN KAPALIÇARŞI YETMEZ

Fiyatlara gelince...

Dünyanın hiçbir yerinde çok ama çok iyi bir şarap ucuza içilmez.

Burada da ucuz değil. Pahalı. Ama şöyle söyleyeyim; aynı şişeye Paris, Londra, New York’ta ödeyeceğinizden daha pahalı değil. Bunun altını önemle çizmek isterim, çünkü koşullarımız da oradaki koşullarla bir değil. Her gün arttırılan vergiler, navlun, şu bu derken aslında bu anlamda kavı olan bir lokantanın kár etmek istiyorsa saptaması gereken fiyatlar, şu an Sunset’in saptadığı fiyatların en az üç katı olmalı.

Onlar bunu yapmamış. Zaten Barış Tansever’in bu kavı oluşturma isteği de kár amaçlı değil. ‘Eğer İstanbul’u bir marka yapmak, dünya zenginlerini buraya çekmek ve adımızı duyurmak istiyorsak, onlara alıştıkları konforu da sunabilmeliyiz’ diyor. ‘Manzaramız var, lüks otellerimiz, iyi yemeklerimiz, Kapalıçarşı gibi egzotik çarşılarımız, camilerden müzelere anlı şanlı tarihimiz var. Tamam da, adamın hep içtiği ve şişesine şu kadar para ödemekten çekinmediği bir şişe şarabımız yok, işte bu olmaz’ diyor.

Şu anda binden fazla şişenin olduğu kavın en iyi müşterileri Türkiye’de yaşayan yabancılar imiş. Listeyi inceledikten ve aynı şarabı dünyanın başka bir yerinde daha pahalıya içeceklerini gördükten sonra gönül rahatlığı ile bir şişe açtırıyorlarmış. Başka otellerde konaklayan ünlüler de şarap, konyak, şampanya, armagnac konusunda titizlendiklerinde otel müdürleri tarafından Sunset’e yollanıyorlarmış.

O ÜNLÜ AİLENİN ŞARAPLARI SUNSET’TE

Bizim içtiklerimize gelince, içtiklerimiz dünya çapında değer ve öneme sahip, en önde gelen şarap koleksiyonlarından birine ait şaraplardı. Bu koleksiyon Türkiye’de TMSF tarafından kısa bir süre önce satışa sunulmuş ve satış bütün ayrıntıları ile medyada yer almıştı.

Ve Petrus adı o günden sonra, biz faniler için, Türkiye’den kaçtıktan sonra Bermuda Şeytan Üçgeni’nde turlayan o ünlü ailenin alamet-i farikası olmuştu.

İşte o müzayedenin en büyük alıcısı Sunset, o öğle yemeğinde içtiğimiz şaraplar da söz konusu koleksiyonun parçaları imiş.

Bir ara, kalkmamıza ramak kala, Chateau d’Yquem’imi yudumlarken aklıma firari aile geldi.

Kimbilir neredeydiler? Hangi korkularla cebelleşiyorlardı? Ne ummuşlardı ne bulmuşlardı? Daha doğrusu, yıkılmaz sanılan kaleler bir günden diğerine nasıl ufalanıp dağılıyordu? Açgözlülük, kibir, kıskançlık, oburluk, bencillik, tembellik ve şimdi sonuncusunu hatırlayamadığım yedinci günah, işleyenlere gerçekten de cehennemin yolunu mu döşüyordu?

Peki o insanlar, yola çıkarken, birbirlerine bakıp ‘Şerefe’ mi diyorlardı?

Kasvetli düşüncelerden sıyrıldım; yanımda oturan Teoman Hünal’a dönüp, ‘Kime niyet kime kısmet’ dedim, altın sarısı şarabımdan koca bir yudum aldım.

Sunset Restaurant, Tel: 0212 287 03 57. Rezervasyon yapılmalı. Bir yenilik olarak pazar akşamları ‘Bring Your Own Wine’ programı var. Evdeki değerli şaraplarınızı, ‘bouchon’ ücreti karşılığı Sunset’te içebilir, dostlarınızı kendi şaraplarınızla ağırlayabilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları