Bugün dünya nüfusunun yüzde 60’ı lükse ulaşabiliyor

‘Kimse modanın dışında kalamaz’ diyor. ‘Moda giysi demek değildir’ diyor.

‘Moda; bindiğiniz arabayı, kullandığınız telefonu, dinlediğiniz müziği, izlediğiniz filmi, gittiğiniz ülkeleri, kaldığınız otelleri, yaşadığınız evleri, kullandığınız eşyaları, yediğiniz yemekleri, algılarınızı, düşüncelerinizi, kısaca hayatınızı biçimler’ diyor.

‘Günümüzde ne yazık ki devrimci diye niteleyeceğimiz büyük fikirler, büyük yaratıcılar çıkmıyor artık. Geçmişe özlemin bir nedeni de bu’ diyor.

‘Pazarlama, yaratıcılığın önüne geçti’ diyor.

‘Taklit ediliyorsan başarılısın demektir. Coco Chanel boşuna ‘taklitler asıllarını hatırlatır’ dememişti’ diyor.

‘Christian Lacroix bütün yeteneğine karşın taklit edilecek tek bir nesne yaratamadığı için battı’ diyor.

‘Çok değil, on yıl öncesine kadar dünya nüfusunun sadece yüzde otuzu lükse ulaşabilirken, bugün bu oran yüzde altmışı buldu. Lüks, ulaşılır olunca lüks olmaktan çıktı’ diyor.

‘Giyimde olsun, ev döşerken olsun, ikinci el değerli mallara rağbet bu yüzden arttı’ diyor.

‘Bu tüketim çılgınlığında kalıcı olmak için, insanlara kendilerini özel hissedecekleri şeyler sunmak gerek. Buthan’da gün boyu gizemli tapınakları gezdikten sonra Amankora Oteli’nin Spa’sına gitmek bunun için moda’ diyor.

‘Uzak her zaman çekici olmuştur’ diyor.

‘Ender olana ulaşmak insanı mutlu kılar’ diyor.

‘Keşif duygusu insana aittir; etnik akımların moda olmalarının bir nedeni de bu’ diyor.

‘Bilinmeyen bilinenin öteki yüzüdür’ diyor.

‘Gizem kışkırtıcıdır, Da Vinci Şifresi’nin başarısı buradan geliyor’ diyor.

‘Önümüzdeki yıllarda neyin moda olacağına bütün bunlara bakarak karar veririz’ diyor...

Kim mi bunları söyleyen? Laurent le Mouel.

ADDRES GERÇEKTEN FARKLI BİR KONSEPT

Kim mi Laurent le Mouel? Alanında dünyanın dört büyük ajansından biri olan Promostyle’in Yaratıcı Direktörü. Promostyle’in alanı mı ne? Promostyle bir kehanet merkezi. İşi, bize geleceğin ne getireceğini söylemek. Bize dediğim, müşterilerine.

Müşterileri de öyle sıradan firmalar değil. Kimler yok ki? Nokia’dan Ferrari’ye, dünyaca ünlü modacılardan kumaş fabrikalarına, dekorasyon şirketlerinden lokanta zincirlerine yığınla firma...

Laurent le Mouel de buraya zaten eylül ayında Şişli’deki Akın Plaza’nın altında açılacak Addres İstanbul’un davetlisi olarak gelmiş. Ve ayağının tozuyla Türkiye’de ilk kez yapıldığını sandığım şantiye partisine katılmış. Sonra da 2006-2007 kış trendlerini, bu trendleri oluşturan toplumsal, bireysel ve global etkileri anlattığı bir sunum yapmış.

Addres’ten öyle etkilenmiş ki, durup durup böyle bir dekorasyon merkezi ile karşılaşmayı ummadığını, buranın dünyada eşi benzeri olmayan bir yer olduğunu söylüyor. Bunu söylerken de içinde oturduğumuz cam fanusu gösteriyor. Gerçekten de Addres’teki dükkanlar cam fanusları andırıyor. Burada alışıldık sıra sıra mağazalar yok. Buradaki mağazalar binanın duvarlarına değmedikleri gibi birbirlerine de değmiyor ve dört yanları camla kaplı olduğu için havaya asılı gibi duruyorlar. Üç kata yayılmış bu kübik mağazaları birbirinden her mevsim değişeceği söylenen çiçeklerin ekildiği ince uzun yollar ayırıyor.

Farklılık bunlarla da bitmiyor. Bir kere giriş farklı. Mekana bildik alışveriş merkezlerinin aksine uzun ve loş bir koridordan geçilerek giriliyor. Bir tünelden. Zaten Mimar Emre Arolat da bunu bilinçli yapmış. Tünele adım atanlar şehrin gürültüsünü, karmaşasını arkalarında bıraksınlar ve farklı bir dünyaya girdiklerini hissetsinler istemiş.

Laurent le Mouel’le bakılırsa da bir ilki gerçekleştirmiş. Çünkü yakın gelecekte yorgun şehir insanları, her geçen gün gürültüden daha da yılacak, karmaşadan bunalacak ve onlara sakin ortamlar sunan mekanları yeğleyeceklermiş. Bu alacakları ev için de, gidecekleri lokanta için de, alışveriş merkezleri için de geçerliymiş.

ONUN ÖNGÖRÜLERİNE BENİM KAHVE FALIM

Addres İstanbul’un onu bu kadar heyecanlandırma nedeni mimarın burada bir vaha yaratması olduğu kadar, Funda Akın başkanlığındaki ekibin de konsepti oluştururken günümüz insanın beklentilerini çok iyi kavrayıp insanın beş duyusuna seslenmeyi bilmeleriymiş.

Le Mouel, ilk katı gezenlerin günceli yakalayacaklarını, ikinci kata çıkanların tıpkı Mondrian’ın bir tablosunun karşısında hissettiklerini hissedeceklerini, üçüncü kata gelenlerin klasik bir güzellikle karşılaşacaklarını, ortak kullanım alanlarının çok doğru değerlendirildiğini, işte bu yüzden de buranın bir benzerinin olmadığını düşündüğünü söylüyor.

Bunları başkası söylese pek aldırmam ama söyleyen bir uzman. Karşımda oturan ufak tefek adama, hepimizin hayatını etkileyen trendleri nasıl öngördüğünü soruyorum.

Bunu tek başına yapmadığını, büyük bir ekiple çalıştığını anlatıyor. Ekibinde filozoftan yazara, bilim adamından ev kadınına, politikacıdan işi sadece aylaklık olan serserilere kadar yığınla insan var. İşte bu ekip baş başa verip iki yıllık dilimler için nelerin gündeme geleceğini saptıyor; bu bulguları da yılda iki kez yayınlıyormuş. Özel müşterileri içinse çok daha ayrıntılı çalışmalar yapılıyormuş.

‘Zevkli bir işiniz var’ diyorum. ‘Zevkli olmasına zevkli ama bir o kadar da stresli’ diyor. Her dört ayda bir doğum sancısı çektiğini ve her seferinde istifaya yeltendiğini, Paris’te oturmasına karşın bir ayağının New York’ta, diğerinin Tokyo’da olduğunu; zaten bu iki kentin nabzını tutmadan bu işin hakkıyla yapılamayacağını anlatıyor.

Laurent le Mouel gerçek bir profesyonel. Her şeyi anlatıyor, hiçbir şey söylemiyor. Üç yıl sonrasının modasını genel ifadelerle çiziyor. Sezmenize izin veriyor. Bilmenizi istemiyor. Onu müşterisine saklıyor.

HER ŞEY DEĞİŞİR HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEZ

Konuşmalarından lüks olan her şeyin baş tacı edileceğini, uçaklarda kaldırılan First Class’ın geri döneceğini, modacıların gün doğumu ve gün batımı renklerini kullanacağını, etnik akımın bir süre daha devam edeceğini, giysilerin şaşaalı olacağını, en sıradan nesnenin bile müthiş paketlerde satılacağını, sürpriz sunan bütün eşyaların tutulacağını, insanın aurasını çeken fotoğraf makinelerinin yok satacağını, giysilerden yastıklara kadar çift yüzlü mallara rağbet olacağını, Spa’ların her yeri saracağını, dünyanın en pahalı ve en klasik modaevi Hermes’in ‘Her şey değişir, hiçbir şey değişmez’ logosunun her alanda geçerli olacağını, Gaultier’nin yıldızının daha da parlayacağını öğrenebildim..

Biraz daha otursam belki biraz daha öğrenebilirdim. Ama uçağa yetişmem gerekiyordu. Gene de kalkmadan önünde duran fincanı aldım, o ana kadar onun kehanetlerini dinlediğimi, sıranın bende olduğunu söyleyerek ona Türk işi bir kahve falı baktım.

Kim bilir belki günün birinde ekibine bir de falcı gerekir!
Yazarın Tüm Yazıları