Hesap hatası

GEÇEN hafta Bolu’da bir lisede kalorifer kazanı patladı. Televizyonda heyecan içinde okulun bahçesini terk eden öğrencileri seyrettim. Kız-erkek, endişeyle gidiyorlardı.

* * *

Bir şey dikkatimi çekti. Bolu, muhafazakár eğilimleriyle tanınan bir şehir. Ancak okuldan ayrılan gençler, çok modern görünümdeydi.

Tipleri, kılık kıyafetleri, Avrupa’daki, Amerika’daki akranlarından farklı değildi.

Çoğunun elinde cep telefonu vardı. Davranışları, mimikleri, endişelerini dışavurum biçimleri yüzde yüz Boluluydu.

* * *

Bu görüntülere bakarken, rahmetli Turgut Özal’ı hatırladım.

Bir gün bana Hürriyet’teki bir fotoğrafı göstermişti. Fotoğraf, isimleri değiştirildiği için Bulgaristan’dan kaçan Türkleri Sirkeci Garı’nda karşılayanları gösteriyordu.

‘Bir Bulgaristan’dan gelenlere bak, bir de karşılayanlara. Türkiye’nin nereye geldiğini görüyor musunuz?’

Gerçekten Bulgaristan’dan kaçanları karşılayanların kılık kıyafetleri çok daha moderndi.

* * *

Bu basit fotoğraflar, Türkiye’nin artık gelişmiş güncel dünyada insanların yaşadığı ülke olduğunu gösteriyor.

Ama bütün kurumlarımız bu modern davranış biçimlerini benimsedi mi? Size bunun tamamen zıttı bir örneği vereceğim.

Yine Bolu’dan. Yani okulumuzda patlayan o kazandan ayrılan çocukların şehrinden. Hem de okumuş, çok okumuş bir insandan vereceğim şu örneği.

Bir gazete yöneticisinin en zorlandığı anlardan biri, haberle içindeki tepki arasında sıkıştığı durumlardır.

Önceki gün böyle zor bir durumla karşı karşıya kaldım. Öğleden sonra, Bolu’da Abant İzzet Baysal Üniversitesi’ndeki tören haberi geldi.

Temel atma törenine Başbakan Tayyip Erdoğan da davet edilmiş. O da kabul etmiş. Ama bakın bu üniversitenin rektörü ne yaptı. Başbakan’ı protesto etmek için törene gelmedi.

* * *

Bu haberi okuduğum an, içimden şu ses geldi: ‘Ne ayıp bir şey...’ Ama bu tepki, öfkemin yanında cılız kaldı.

Daha öfkeli, daha ağır ifadeler istedim. Bunların çoğu, Doğan Yayın Konseyi’nin ilkelerine tersti. En iyisi haberi verip tepkiyi köşelere, yazılara bırakmaktı.

İtiraf edeyim ki rektörün bu davranışı, en ağır eleştirileri hak ediyordu.

* * *

Ama beni daha çok endişelendiren başka bir neden var. O neden, insanı rektörün nezaketsiz davranışını çok aşan bir endişeye sevk ediyor.

Rektör acaba hangi psikolojik gerekçeyle bunu yapıyor?

Evet hangi?

* * *

Biraz muhayyilemizi zorlayalım. Rektör, acaba önce Genelkurmay Başkanlığı’nın açtığı, sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın devam ettiği o malum politikadan mı yürüyor?

Yani o malum, ‘Düğmeye basıldı’ fısıltısını gerçek sanıp, ‘Düğmeciler trenine ben de bineyim’ diye mi düşündü?

Galiba öyle. Gerçekten öyle ise sayın rektöre şunu söylemek isterim: ‘Bu ülkede artık yeni bir 28 Şubat olmayacak.’

İstikbal hesabınızı buna göre yapın.
Yazarın Tüm Yazıları