Rus turistler için hazırlanan otel bende lüks bir gemi hissi yarattı

Ankara’dan sonra Antalya. 06-07... Böyle böyle 72’ye kadar sayar, hatta 80’lere uzanabilirim. Ama laf uzar, tadı kaçar. Oysa lafım Antalya üzerine.

Antalya da değil, Belek. Belek de değil, orada geçirdiğim hafta sonu üzerine. İster ilk, ister son, bahar gelmeye görsün; Antalya bana ilaç gibi gelir. Bu kez de iyi geldi.

Bildiğim, Moskova’dan gelen 700 Rus turizmci ve 30 Rus gazeteci ile birlikte Belek’teki Hotel Sun Zeynep’e Coral Travel’ın 10’uncu yıl kutlamalarına katılmak üzerine davetli olduğumuz...

Kendimi bir gün olsun gazeteci olarak görmediğim için, ne neden beni davet ettiklerini ne de benim dışımda kimlerin davetli olduğunu biliyorum.

Üstelik her daveti bir mazeret bularak savuşturan, utangaçlığını bulduğu mazeretlerle alalayan ben; söz konusu üç gün, kırk ikindilerin uğramadığı Antalya’da geçirileceği için sektirmeden ‘Evet’ demiş ve içine bulabildiğim bütün yazlıkları koyduğum küçük çanta ile söylenilen saatte Atatürk Havaalanı’na gitmişim.

Gitmişim ama rahat değilim.

Davet sahiplerinin sadece Belek’te otelleri olan insanlar olmadığını, Türkiye’yi bir marka yapmak için çalıştıklarını ve bunu gerçekleştirmek için genel eğilimin tersine devletten tek kuruş katkı beklemediklerini biliyorum. Genç olduklarını, Moskova’yı mesken tuttuklarını, bu yıl Rusya’dan Türkiye’ye gelmesi beklenen iki milyon Rus turistin önemli bir bölümünü getirdiklerini de. Yani karşılaşacağım insanlar; teşvik al, otel yap, paraları cebe at, keyfine bak insanları değil. Dünyayı izleyen ve rotalarını bilinçle çizen insanlar.

Üstelik bildiğim kadarıyla Turizm Bakanı da gelecek.

O ünlü gafının arkasından ilk kez Rus tur operatörlerinin katıldığı yemeğe katılıp konuşma yapacak.

Ve muhtemelen benim de aralarında bulunduğum gazetecilerle sohbet edecek, soruları yanıtlayacak.

Peki ben ne yapacağım?

Sormaya bile gerek yok: Susacak ve bakacağım.

BÜYÜK OTELLER GEMİ GİBİ

THY kuyruğunda beklerken Meliha Okur’u gördüm. Tanıştık, -tırıldık.

CNN Türk’ün kül yutmaz finansçısı, Milliyet yazarı.

Onun dışında 12 gazeteci daha var. Çoğu ailesi ile birlikte.

Bir önceki uçakla gidenler de varmış. Bizi Belek’te bekliyorlarmış..

Antalya’ya akşam saatlerinde vardık.

Ve otele yollandık.

Açıkçası Belek, Antalya’nın en sevdiğim köşesi değil. Uzun kumsal, çam ağaçları ve bakımlı bahçeler içerisinde birbirine benzeyen 1000 yataklı oteller. Şehir merkezi hem yakın hem değil.

Böyle otellerin benim için en kötü yanı ne kadar lüks ne kadar oyuncaklı olurlarsa olsunlar bir süre sonra insanda kapana kısıldığı duygusunu uyandırmaları. Bir de hava bozar, burnumuzu dışarı çıkaramazsak, ölümlerden ölüm beğen. Hani lüks gemilerle yapılan deniz yolculukları vardır. İlk gün lokanta, bar köşe bucak ne varsa keşfedilir, alt güverteden üst güverteye seğirtilir; ikinci gün su akar deli bakar misali denize bakılır; üçüncü gün sıkıntıdan patlanır, ‘Durdurun gemiyi inecek var’ diye bağırılır ya... denize ve güneşe endeksli bu tarz oteller de öyledir.

Yağmur yağarsa tadınız kaçar. Şehre de gidemez otelin içinde dört dönersiniz. Sürekli havayı koklamam, bu yüzden.

Allah’tan ortada ne yağmur var ne yağmur sonrası kokusu.

KOLYE SANDIM ANAHTAR ÇIKTI

Bir önceki uçakla gelenler çoktan akşam yemeği için hazırlanan masaya geçmişler bile. Grubun geri kalanı ile de yemekte tanıştım.

Hotel Sun Zeynep -aslında tuhaf bir ad bu- Otium Oteller zincirinin Belek’teki halkası. Her şey dahil diye adlandırılan sistemle çalışıyor. Kapıdan girer girmez, bileğinize gidene kadar çıkarmayacağınız bir bilezik takıyor ve sunulan her hizmetten bedava yararlanıyorsunuz. Armstrong’un sarı plastik bilezikleri gibi bileziklerimizi takıyoruz. Çocuklara turuncu, bizlere kırmızı. Ertesi gün oteli dolduran turistlerin bileğinde farklı renkte bilezikler de göreceğim. Belli ki her renk başka bir şey, kırmızı da sınırsız ikram demek.

Sadece bilezik takmadık. Kolyelerimiz de var. Önce anlamadım, boynumuzda sallanan kaleme benzer nesneler oda anahtarlarımızmış. Otellerde bildiğimiz anahtarlar yerlerini çoktan manyetik kartlara bıraktılar ama bu kalemsi nesneleri ilk görüşüm. Benim gibi verilen her kartı aynı gün kaybeden ve sürekli yeni kart çıkarttıran biri için müthiş kolaylık. Üstelik ne yaparsanız yapın boynunuzdan çıkartmanız gerekmiyor. Denize de dayanıklılar, güneşe de.

DURSAM, DÜNYA DURACAK HİSSİ

Ertesi gün erken kalktım. Otel henüz uyanmamış. Kıyıda uzun bir yürüyüşe çıktım. Gece dolunay vardı, terasta oturmuştuk. Ama gündüz gözü ile çevreye bakmak başka. Her taraf mimoza. Çam ağaçları, palmiyeler ve hiçbirinin adını bilmediğim yüzlerce çiçek. Koca bir havuz, kapalı bir havuz daha, tenis kortları, seralar ve göz alabildiğine bir kumsal.

Benim gibi erkenci bir iki kişi daha var. Alman olduğunu düşündüğüm yaşlı bir çift el ele tutuşmuş gün doğumunu izliyor. Sarışın bir kadın ayakkabılarını eline almış, zikzak çizerek yürüyor. Peşinde iki köpek.

Deniz kokusu, sabah serinliği.

Çıt yok.

Durursam, dünya duracak sanki.

Sonra? Sonrası yok. Böyle anların sonrası olmaz ki.

O gün serbest gün. Yani kahvaltı edecek, yani havuza girecek; ister Aspendos’a gidip çevreyi gezecek, ister otelde kalıp dinleneceğiz.

Akşam, OTİ Şirketler grubunun Rusya’daki iştiraki Coral Travel’in 10’uncu yıl kutlaması var. Rusya’dan Sergei Shpliko gelmiş, ki Rus Seyahat Endüstrisi Başkanı olarak çok önemli biri imiş. Bizden de bildiğim kadarı ile Turizm Bakanı gelecek.

Nitekim geldi. Ve bizlere Dostoyevski’den selamlar getirdi.

Biraz tuhaf kaçtı tabii.

Ben erken kalktım ama bildiğim kadarı ile gece geç bitti.

Ruslar gibi eğlenmeyi seven bir ulustan başka ne beklenir ki?

TÜRKİYE İÇİN CEPTEN 2.5 MİLYON DOLAR

Ertesi sabah 10 yılda mucize yaratmış ekip ile tanışma günümüzdü. Ayhan Bektaş (OTİ Yön. Kur. Bşk.), Coşkun Yurt (Coral Travel Gn. Md.) ve Ahmet Bektaş (OTİ, Yön. Kur. Üyesi). Bir de grubun sahibi olduğu otellerin genel direktörü Salih Çene.

Yaptıklarını, yapacaklarını anlattılar. Soruları yanıtladılar.

Körfez Krizi patladığında pes etmemiş, gözlerini Moskova’ya dikmişler,

İlk yıl 3 bin 500 Rus turist getirerek başladıkları iş bu yıl 280 bin turiste çıkmış,

Aynı zamanda Almanya ve Avusturya ile de çalışıyorlar.

Otelleri kiralıyor ve diğer yabancıların yaptığı gibi riskleri otel sahiplerinin üzerine yıkmayıp, ellerini taşın altına koyuyorlar.

Sadece deniz, kum ve güneşin yetmediğini düşünüyor, kültür turizminin önemini vurguluyorlar.

Kataloglar bastırmış, uluslararası fuarlara katılmış, Rus televizyonlarında izlenen programlara sponsor olmuş ve Türkiye’nin markalaşabilmesi için ceplerinden yaklaşık 2.5 milyon dolar harcamayı göze almışlar.

Bu yıl sadece İstanbul için 500 bin dolar harcamışlar.

Umutlular, yılmıyorlar, iş bölümü yapmışlar, dördü de konusuna hakim; dördü de Türkçe’yi müthiş güzel kullanıyor.

Biliyorsunuz ki buna da bizim ülkede pek sık rastlanmıyor.

BİR DE BİLMECEM VAR

Bu toplantıya neden davetli olduğumu bilmediğimi söyledim. Hálá da bilmiyorum, ama kimin davetlisi olduğum belli: Zego’nun davetlisiydim. Zego kim diye soracak olursanız, Zego bir iletişim danışmanlığı şirketi. OTİ de onun müşterilerinden biri.

Sıkı sıkıya tembih edildiği için ZEGO’nun sahibini açıklayamam. Ama bir ipucu verebilirim: Zego sözcüğünü alın, parçalayın. Gerekli yere iki nokta koyun.

Türkiye’nin çıkarı olduğunu düşündüğü her alanda içi titreyen arkadaşımın adını bulun.
Yazarın Tüm Yazıları