Dayak hikayesi

Art niyetli ve dayak yiyen futbolcular. Kendine hakim olamayan teknik adamlar. Yalan beyan yazan gözlemci ve hakemler. Allah’tan televizyon çıktı da, maskeler düşüyor.

GEÇEN hafta oynanan Ankaragücü- Sakaryaspor maçındaki olaylar, başlangıcından bitimine kadar Türkiye'deki futbolun aynasıydı.

Size bunu çok kısa cümleler halinde yazacağım.

Sakaryasporlu Mustafa sakatlanıyor. Elini kaldırıyor, ama oyun devam ediyor. Ofsaytı bozmamak için top taca çıkınca kendini yere bırakıyor. Sakatlığı düşüncesinin önüne geçemiyor.

Ankaragücü'nden Effa kollarını havaya açıyor "Ben birşey yapmadım" diye haklı olarak haykırıyor.

Bu sefer Sakaryaspor'dan 17 numaralı Cemil bir şeyler söylenerek Effa'nın üzerine yürüdüğü için oyun duruyor. Saha içinde itiş kakışmalar.

Hakem önce Adem'i (kendisine küfür ettiği için) sonra da Effa'yı (Adem'e kart gösterirken Effa benim elime vurdu) gerekçesiyle oyundan attı.

Bu ne tesadüftür ki, gözlemci Erdoğan Diyadin de aynı şeyleri görüp raporuna yazıyor!..

Atılan futbolcuları Yılmaz Vural bir temiz dövüyor. Ne hakemden, ne yardımcıdan, ne de 4. hakemden tık bile yok. Aslında Yılmaz Vural'ın atılması gerekiyor. Buraya kadar, hakemin ve gözlemcinin yazdığına inanmak mecburiyetindesin. Çünkü mühür onların elinde. Adalet onlar. Adalete de inanmak zorundasınız. Nereye kadar? Pazartesi akşamı TRT'nin gösterdiği görüntülere kadar.

Hakem Adem ile Effa'yı kalabalıktan ayırıyor, önce Adem, sonra da Effa'ya karmızı kart gösteriyor. Eline vuran mı, var. Bu iki kırmızıdan sonra Baidoo hakemin eline vurunca, kartlar yere düşüyor. Augustine çimlerin üzerinden kartları toplayıp, hakemin eline veriyor "Al, arka cebine sok" diye.

Evet beyler. Türkiye'de futbol işte bu. Art niyetli futbolcular. Kendine hakim olamayan futbolcular. Kendine hakim olamayan teknik adamlar. Yalan beyan yazan gözlemci ve hakemler. Allahtan televizyon çıktı da, maskeler düşüyor.

Bir de diyorlar ki, tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.

Televizyon olmasaydı, kimin kelek, kimin melek olduğunu nasıl anlardık.

Dayanışma

BİZİM Sadi Kemal Yaşar'ın yaptığı Tuncay Şanlı haberi mükemmele yakın...

Bu habere bir kaç açıdan yaklaşabilirsiniz.

Tuncay "Nasıl olsa Daum beni oynatmayacak, maçtan sonra iki iş yapmayayım" niyetiyle şort yerine slip ile sahaya çıkıyor.

"Uğur olsun" diye böyle bir şey yapıyor.

Veya sahaya girerken işi uzatıp, protesto olsun diye böyle davranıyor.

Artık Fenerbahçe takımıyla bütün ilgisini kesmiş. "Nasıl olsa bu Daum varken burada bana ekmek yok" diyor.

F.Bahçe takımındaki dayanışma üst düzeyde. Türkiye'de ne barajlar açılıyor, ne goller yeniyor. Buradaki barajdan su bile sızmıyor. Zaten baraj açılır, kamera veya bir fotoğraf makinası sızsa, görüntüyü görebiliyor musunuz. O zaman zaten RTÜK'lük olurdu.

Fotoğraftaki görüntü de de enteresan. Şort Tuncay'a göre XXL.

Küçük düşürdü

FUTBOL Federasyonu Başkanı Levent Bıçakçı, 4 kulüp başkanına davet çıkarıyor.

3 külüp başkanı gidiyor, biri de "Yurt dışındayım" diye mazeret belirtiyor. Şu açık ve net bir şekilde görünüyor ki, Aziz Yıldırım davete uymuyor.

Bu, şu demektir...

Hem Futbol Federasyonu'nun otoritesini kabul etmiyorum, hem de diğer üç kulübün başkanlarını.

Aziz Yıldırım'ın özellikle gelmediği bu toplantıyı, Futbol Federasyonu Başkanı diğer misafirlere çay ikram ederek dağıtmalıydı.

Eğer Federasyon Başkanı bunu yapmadıysa, bu sefer de diğer kulüp başkanlarının tavır koyup odayı terketmeleri gerekirdi.

İnsan perdenin arkasında ayrı, önünde ayrı oynamayacak. Eğer "Küfüre hayır" diyorsan, "Küfür ettirmiyorum" diye ısrar ediyorsan, kendin de küfür etmeyeceksin.

Türkiye'de bütün kulüpler eşit, fakat bazıları daha fazla eşit değildir.

Bu zihniyette olanlar yıllarca "Biz daha büyüğüz" diye diye, futbol sahasının dışında da çok şey yaptılar. Ama küçük kulüpler maalesef bunlara "Pardon biraz fazla ileri gidiyorsunuz" diyemiyor.

Aslında Fenerbahçe Kulübü Başkanı bu tavrıyla, Futbol Federasyonu'nu da, diğer üç kulübü de küçük düşürmüştür.

Standart yok

MARATON
programında askerle- polis arasındaki maaş ve emeklilik adaletsizliğinden bahsettim. Yayında ve yayından sonra bazı telefonlar geldi. Konuştuk, bari bir de yazalım da daha net belli olsun.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde polis ve asker çok zor bir görev üstlenmiştir.

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra asker mali açıdan bayağı bir ilerleme katetti. Ama polis için aynı şeyi söyleyemem.

Benim söylediğim şu... Polisin de hayat standardı askere yaklaşsın.

Zavallı ve aptal

GEÇEN
hafta Ankara'da arabamla Kızılay'dan geçiyorum.

Kaldırımda seyyar kan toplama arabası var. Hemen kaldırıma çıktım, arabamı müsait bir yere parkettim, bir şişe kan da ben verdim. Geri döndüğümde biri arabamı boydan boya çizmişti.

Belki de verdiğim o bir şişe kan, arabayı çizen çocuğun veya insanın akrabalarına lazım olacaktı. Belki de iki- üç saat sonra kendine gerekecekti.

Bu insanlar için ruh hastası demek yanlış mı olur bilemem ama, aptal oldukları kesin. Çünkü o arabanın boya parası benim cebimden çıkmayacak. Herkesin cebinden çıkacak. O çizenin de cebinden çıkacak.

Bunu düşünemeyen ya zavallıdır, ya da aptal.
Yazarın Tüm Yazıları