Her şey Eylül Bar'da başladı

1987 yılında akşamları bizi Eylül Bar’a çeken birçok neden vardı. Barın sahibi Ayten Özer çok güzel bir kadındı.

Hepimiz caz müziğini seviyorduk.

Özal’lı yılların en hızlı dönemiydi.

İthal viski serbestti.

* * *

‘Eylül’
ismi nereden aklına gelmişti?

Sonbaharın en güzel ayı oluşundan mı?

Yoksa hayatlarımızın eksenlerini köklü biçimde değiştiren 12 Eylül’ün ruhumuzda bıraktığı izlerin sembolü olarak mı?

Ayten’e hiç sormadım.

Ama ben hep birinci ihtimali tercih ettim.

Mogan Gölü’nün kenarında her eylül ayında saatlerce seyrettiğim ağaçların kızıllığını hatırlatan kelime olarak kafamda kaldı.

* * *

Sedat Ergin
’le iş arkadaşlığımız işte güzel bir akşam Eylül Bar’da yaptığımız sohbetle başladı.

Sedat’a Hürriyet’in Washington büro şefliğini teklif ettim.

O günlerde Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara bürosunda çalışıyordu ve Ankara’nın en parlak diplomasi muhabiriydi.

Cumhuriyet’in başında Hasan Cemal vardı ve gazete, tarihinin en parlak günlerini yaşıyordu.

Ayten zaman zaman yanımıza geliyor, ne konuştuğumuzu soruyordu.

Ben Sedat’ı ikna etmeye çalışıyordum.

O her zamanki sakinliği ve ayrıntıcılığıyla durmadan soruyordu.

Bense bir an önce İstanbul’da benden telefon bekleyen Çetin Emeç’e iyi haberi vermek istiyordum.

Kişiliklerimiz arasındaki ender farklardan birini ilk defa o gece keşfediyorduk.

Aceleciliğin ve sakinliğin farkını...

Sedat o gece teklifimizi kabul etti ve 18 yıla yakın süren iş arkadaşlığımız başladı.

* * *

1993 yılında Yaşar Eroğlu ile aramızdaki anlaşmazlık sonucunda Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’nden istifa ettim.

Kaçmak için seçtiğim yer, Sedat’ın Washington’daki eviydi.

Hayatımın en güzel haftalarından birini orada geçirdim.

Sabahları erken kalkıyor, kahvemi yapıyor, kapıdan aldığım New York Times ve Washington Post gazetelerini büyük bir keyifle okuyordum.

Sedat müthişti...

İşyeri arkadaşlığımız terfi etmiş, büyük bir dostluğun kapıları açılmıştı.

Ama Ankara’ya dönüp oradaki odamı toplamaya başladığım dakikalarda Doğan Hızlan’ın telefonu hayat güzergáhımı yeniden değiştirmişti.

Doğan Bey, ‘Sana kötü bir haberim var. Genel Yayın Yönetmenliği’nde kalıyorsun. Çünkü Sedat Simavi ayrılmanı istemiyor’ demişti.

Sedat’la yine iş arkadaşı olarak kalmıştık.

* * *

Sedat
daha sonra Hürriyet’in Ankara Temsilcisi oldu.

Tam 12 yıl onunla birlikte çalıştık.

Türkiye’nin en krizli günlerini birlikte yaşadık.

Onun sağduyusu, bilgisi, serinkanlılığı ve gazetecilik duruşu, dalgalı günlerimizde bir pusula gibi yolumuzu bulmamıza yardımcı oldu.

Çok keyifli günler yaşadık.

Ama çok hüzünlü günlerimiz de oldu.

Telefonlarımız dinlendi, çırılçıplak sokak ortasında kaldığımızı hissettiğimiz günler, aylar yaşadık.

Öyle günlerde imdadımıza hep o güzel dostluk yetişti.

Hüzünlü günlerin dayanışmasının en etkili ilaç olduğunu işte o günlerde keşfettik.

Sedat şimdi Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni oldu.

Çok sevdiğim ve gazeteciliğini çok beğendiğim bir başka arkadaşım Mehmet Yılmaz da murahhas azalığa getirildi.

İkisinin birlikte çok başarılı işler yapacağına eminim.

Mehmet dünkü yazısında, oda toplamanın hüznünü çok güzel yazmış.

Hayatımız böyle oda toplamalardan mürekkep bir yol.

Her şey geçiyor, değişiyor...

Önemli olan toplanan odalarda, ihmal edilmiş dostlukların unutulmaması...

* * *

Çoğumuz gibi Ayten de İstanbul’a yerleşti.

Ankara’daki ‘Eylül Bar’ın adı İstanbul’da ‘Eylülist’ oldu.

Geriye, işte bu fotoğraf kaldı.

Sedat, Washington’a gidiyor.

Hasan Cemal, Cumhuriyet’in Ankara büro şefi Yalçın Doğan ve Sedat’ın yerine diplomasi muhabirliğine getirilen Semih İdiz onun için bir veda kokteyli veriyor.

Sedat’ı transfer eden beni de davet etmişler.

Rıza Ezer’e poz verirken sanki her şeyimizi yanımıza almışız.

Gençliğimiz, hayal kırıklıklarımız, başarılarımız, bozgunlarımız, heyecanlarımız, her şey ama her şey yanımızda.

Tabii bir de dostluklarımız.

Ayrılmanın, terk etmenin, ayartmanın bile bozamadığı dostluklarımız...
Yazarın Tüm Yazıları