Gül: AB için kuvvetli bir baş müzakereci gerek

AKP hükümeti, önümüzdeki günlerde AB’ye tam üyelik sürecini yaşamsal bir şekilde ilgilendiren önemli bir karar alacak.

Bu karar, tam üyelik müzakerelerinin bürokratik düzeyde nasıl bir yapılanma modeli içinde yürütüleceğini ve bu yapının patronluğuna kimin geleceğini konu alıyor.

AB’ye son katılan 10 ülke ile katılmak üzere olan Romanya ve Bulgaristan’ın durumuna bakıldığında, çoğunluk her ülkenin kendine özgü bir yapılanmaya gittiğini, bir iki modelin de paralellik gösterdiğini görüyoruz.

Örneğin, Polonya’da ipleri eline alan başbakan olmuş. Doğrudan Başbakanlığa bağlı ve 400 kişinin çalıştığı bir Avrupa Entegrasyon Ofisi kurulmuş ve Baş Müzakereciliğe de Başbakanlık Müsteşarı getirilmiş.

Slovenya, Polonya gibi başbakana bağlı bir AB birimi (140 kişi) kurmakla birlikte, Baş Müzakereciliğe bir Avrupa İşleri Bakanı atamış.

EN KUVVETLİ STATÜ KIBRISLI RUMLARDA

Buna karşılık, Çek Cumhuriyeti’nde yetkiyi elinde toplayan Dışişleri Bakanı olmuş. Sorumluluk, Dışişleri bünyesindeki Avrupa Entegrasyon Ofisi’ne (60 kişi) verilirken, Baş Müzakereciliği Dışişleri Bakan Yardımcısı yürütmüş. Slovakya, aynı modeli benimsemiş.

Bulgaristan’da ise yine Dışişleri bünyesinde bir AB birimi oluşturulmakla birlikte, Baş Müzakereci olarak bir Avrupa İşleri Bakanı atanmış.

Romanya, bunların hepsinden farklı bir modeli tercih ederek, Dışişleri ve Başbakanlığın dışında kalan ayrı bir Avrupa Entegrasyon Bakanlığı oluşturmuş.

En ilginç ve en kuvvetlendirilmiş model ise Kıbrıs Rum Yönetimi’ne ait. KRY, oluşturduğu AB organizasyonunun başına ‘Uyum Süreci Koordinatörü’ sıfatıyla eski cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu’yu getirmiş.

AB ile aday ülke arasında yılda iki kez toplanan karar organı niteliğindeki Hükümetlerarası Konferans’a katılan Müzakere Heyeti Başkanı ile Baş Müzakereci, genellikle ayrı tutuluyor.

Çoğunda Heyet Başkanı aynı zamanda Dışişleri Bakanı. Ancak, Romanya ve Çek Cumhuriyeti’nde Baş Müzakereci, aynı zamanda Heyet Başkanı da.

GÜL: BENİM HER ŞEYİM AB DEĞİL Kİ

AKP hükümeti, bu modellerden hangisini benimseyecek? Yoksa, tümüyle özgün bir modele mi yönelecek?

Müzakere Heyeti Başkanlığı’nı genel eğilime uygun bir şekilde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün alması az çok kesin gözüküyor.

Ankara’daki yaygın beklenti, Baş Müzakerecilik görevi için AB’den sorumlu bir bakanın atanması.

Özellikle bürokrasiye söz geçirebilmek açısından bu makamın bakan düzeyinde olması önem taşıyor. Ayrıca, AB dosyasının siyasi getirisini bir bürokrata değil, partiye tahvil etme düşüncesi de burada bir faktör olarak görülebilir.

Dışişleri Bakanı Gül, ‘Benim her şeyim AB değil ki...diyerek, iş hacminin zaten Baş Müzakereciliğe izin vermeyeceğini açık bir şekilde hissettiriyor.

Gül, bununla birlikte ‘Baş Müzakereci’nin kuvvetli biri olması lazım’ diyerek, bakan düzeyinde bir siyasi kişiliğe sıcak baktığını da gizlemiyor.

HERHALDE FAZLA GECİKMEYECEĞİZ

Dışişleri Bakanı, bürokratik model konusunda da şu çerçeveyi çiziyor:

‘Bu işi, aslında bütün bakanlıkların her biri kendi alanında yapacak. Yani Tarım Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın işini yapacak bir ekip yaratmayacağız. Bizim, sadece çok etkin, nitelikli ve koordine edici bir yapı ortaya çıkartmamız lazım.’

Baş Müzakereci, sekreterya olarak halen 60 kişilik bir uzman kadrosuyla çalışmakta olan AB Genel Sekreterliği’nin takviye edilmiş bir formatını mı kullanacak? Yoksa DPT mi devreye sokulacak?

Gül, ‘Şu anda bilemiyorum’ diyor. Ancak Gül’ün kavramsal düzeyde tanımladığı görev çerçevesi AB Genel Sekreterliği’ne işaret ediyor.

Dışişleri Bakanı, bu konuda artık karar alma menziline girdiklerini belirtiyor ve ‘İlk Bakanlar Kurulu’nda bu konuda teknisyenlerden bir brifing alacağız. Ondan sonra aramızda bir karar vereceğiz’ dedikten sonra ekliyor:

‘Fazla gecikmeyeceğiz herhalde.’

Baş Müzakerecilik için ibre Devlet Bakanı Ali Babacan’a dönük gibi gözüküyor.
Yazarın Tüm Yazıları