AKP’nin AB serüveninde yeni aşama

BRÜKSEL zirvesine denk gelen bir zamanda CNN Türk’te Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 yılında Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı sıfatıyla yaptığı bir konuşma yayımlanıyordu.

Erdoğan, bu konuşmada her zamanki yüksek hitabet gücüyle AB’ye ve dönemin hükümetine verip veriştirerek şöyle diyordu:

‘Bir taraftan Avrupa Topluluğu’na girmek için koşturuyorlar. Onlar bizi Avrupa Topluluğu’na almamayı düşünüyorlar. Eee... Biz de girmemeyi düşünüyoruz. Avrupa Topluluğu’nun asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birliği’dir.’

RP’nin Ümraniye İlçe Örgütü hizmet binasının açılış töreninde yapılan bu konuşmadan Brüksel’deki AB zirvesinde kıran kırana yürütülen pazarlıklara kadar geçen 10 yıl içindeki bu tezat görüntülere tarihin garip bir cilvesi mi demeliyiz?

ERBAKAN’IN MÜRİTLİĞİNDEN AB KAPILARINA

Erdoğan
ve AKP’yi oluşturan kadroların büyük çoğunluğu, entelektüel gelişmelerini siyasal İslam’ın düşünce iklimi içinde tamamladılar, Milli Görüş’ün müritleri olarak Necmettin Erbakan’ın rahle-i tedrisinden geçtiler.

İman gücüyle bağlandıkları bu öğretinin doğal uzantısı olarak Batı’ya ait değerlerin tümünü reddettiler.

Bu siyasal çizginin en önemli kırılma noktası, 28 Şubat süreci oldu. Bu süreç, Milli Görüş’ün dip akıntılarında hissedilmekte olan ayrışmayı iyice su yüzüne çıkardı, yenilikçilerin Erbakan’dan kopuşunu hızlandırdı.

Bu haliyle AKP, 28 Şubat’ın bir ‘yan ürünü’ olarak görülebilir.

Gelgelim, AKP’yi kurmak üzere yola koyulan yenilikçiler, kendilerini ideolojik planda büyük bir boşluk içinde buldular. Yeni bir siyasi platforma ihtiyaçları vardı.

ERDOĞAN BİR TAŞLA KAÇ KUŞ VURDU?

AB’ye tam üyelik hedefine bağlanmak, Erbakan’ın eski öğrencileri açısından her derde deva mucizevi bir reçete oluşturdu.

Öncelikle, yörüngeden çıkmanın yol açtığı savrulma kontrol altına alındı, ideolojik boşluk doldurulmuş oldu.

AB tam üyeliği, aynı zamanda stratejik bir anahtar işlevi görerek, kendisini merkezde tanımlayan, bu kesimdeki oylara gözünü diken AKP’nin merkeze dönük iddiasını destekleyen bir söylem sundu. AB vurgusu, AKP’nin ‘değiştik’ tezine inandırıcılık kattı, takıyye suçlamalarının püskürtülmesini kolaylaştırdı.

Daha az önemli olmayan bir kazanım, AB vurgusunun AKP’nin siyasal sistem içindeki nefes alanını genişletmesiydi. AB sürecinde atılan adımlar, zihinlerin gerisinde ‘ezeli hasım’ olarak görülen Türk Ordusu’nun karar alma mekanizması içindeki rolünü de sınırlamış oldu.

Önemli bir ek avantaj, AB’ye yapılan kuvvetli taahhüdün AKP’ye Batı dünyası nezdinde meşruiyet kazandırmasıydı.

AB SÜRECİNİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ VE AYRIŞTIRICI SONUÇLARI

AB’den müzakere tarihi almak, Erdoğan’ın geçen iki yıl içinde Türk kamuoyunu da koşullandırdığı en önemli siyasi hedefi oldu. Bu hedefe doğru ilerlediği oranda yukarıdaki başlıkların hepsinde zemin kazandı.

Erdoğan, 17 Aralık kararının içeriği ne kadar tartışmalı olursa olsun, AB’den kesin bir tarih alarak bu hedefini tutturmuş gözüküyor.

Gelgelelim, AB’den müzakere tarihi çıkartmakla, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması, iki ayrı keyfiyeti gösteriyor. Tarih, Türkiye’ye uzun bir maraton koşusuna çıkma ehliyetini veriyor.

Bir yaşam felsefesi olarak tam üyelik idealine inanmakla siyasi ihtiyaçlara binaen taktik mülahazalarla tam üyeliği sahiplenmenin arasından hassas bir çizgi geçiyor.

AKP, bugün itibarıyla bu çizginin tam orta yerinde duruyor. Ancak bu, geçişkenliğe izin veren bir çizgi.

Tam üyelik sürecinin AKP kadroları üzerinde belli ölçülerde dönüştürücü bir etki yaptığı inkár edilemez; AKP’nin AB’ye yalnızca taktik açıdan yaklaşan kesimleri üzerinde dışlayıcı bir etki yapacak olması da...
Yazarın Tüm Yazıları