AB zirvesini değerlendirmek

AB zirvesinde alınan sonuçla, 1959 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun AET’ye yaptığı başvuruyla başlayan Türkiye’nin Avrupa ile kurumsal bütünleşme sürecindeki en yaşamsal dönemeç noktalarından biri geride bırakılmış oluyor.

AB’nin müzakereleri başlatmak konusunda kendisini resmen bağlamasıyla birlikte Türkiye’nin tam üyelik perspektifinin, Batı’ya dönük yörüngesinin daha da güçlendiğini ve Cumhuriyet tarihinin en köklü değişim sürecine girildiğini söyleyebiliriz.

Gelgelelim, Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlamaya hazırlanırken bir dizi belirsizliği göğüslemek durumunda. Bunların başında Kıbrıs sorunu geliyor.

Önümüzdeki ekim ayına kadar yaratıcı bir diplomasi sergilenmediği takdirde, müzakere döneminin sürekli bir şekilde Kıbrıs Rum Yönetimi’nin engellemelerine açık bir kırılganlık içinde geçeceği söylenebilir.

KARARDAKİ AYIRIMCILIK

Kabul edilen metin, ucu açıklığı, özel bir statüye göz kırpan hükümleri, serbest dolaşım konusunda kalıcı sınırlamalar getirilebileceği yolundaki hükümleriyle Türkiye’den önceki adaylara uygulanmayan yöntemler getiriyor, bu yönleriyle ciddi bir ayırımcılığı yansıtıyor.

Ayrıca, Türkiye’nin tam üyeliğinin müzakereler bittikten sonra Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde referanduma sunulacak olması ayırımcılığın bir başka görüntüsüdür.

Son genişleme dalgasında tam üye olan 10 aday ülkeden hiçbiri için referanduma gidilmemiş, onay işlemleri parlamentolar tarafından yapılmıştı.

Bu durum, Türkiye’nin müzakere sürecinde bütün yükümlülüklerini yerine getirdikten sonra ortada kalması ve özel statü ile yetinmesi gibi bir durum yaratabilir.

Bu gibi olasılıkların ne ölçüde gerçekleşeceği, önemli ölçüde bundan 10-15 yıl sonrasında dünyaya hakim olan koşullara ve Avrupa’nın bu koşullar içindeki konumuna ve uluslararası alanda oynamak isteyeceği rolün büyüklüğüne bağlı olacaktır.

MODERN VE TEKNİK DEVLETE DOĞRU

Ancak fotoğrafın bütününe baktığımızda, Türkiye’nin tam üyelik yolunda içte gerçekleştireceği reformlar genelde Türk toplumunun yararına olacak sonuçlar doğuracaktır.

Tam üyelik yeterliğini kazanabilmek için atılacak adımlar, çevreden sağlığa, tüketicilerin korunmasından eğitime kadar hayatın hemen hemen her alanında köklü dönüşümler getirecek, rasyonel ölçüler yerleştirecektir.

Türkiye’nin iç dinamiklerinin yetersizliği nedeniyle bir türlü gerçekleştiremediği yargı reformu, siyasetin şeffaflaşması ve etik kurallara tabi olması gibi başlıklar da bu süreç içinde bir bir hayata geçirilecektir.

Sürecin önemli bir sonucu, devlet aygıtına yeni baştan çeki düzen verilerek, modern ve teknik bir devletin inşa edilecek olması ve bireyi devletin üstünde tutan bir zihniyetin yeşerecek olmasıdır.

Bu çerçevede bürokraside uzmanlık ve liyakat ön plana çıkacak, devlet kadrolarının ehil olmayan, niteliksiz parti yandaşlarıyla doldurulması döneminin kapanması gerekecektir.

KURALLARLA YAŞAMAYA ALIŞMAK

Sürecin ekonomik istikrarı kalıcı kılması ve pazar ekonomisini kesin kurallara göre işleyen yeni bir çerçeveye oturtacak olması bir diğer kazanım olacaktır.

Gerçek rekabet koşullarında faaliyet göstermek zorunda kalacak olan Türk özel sektörünün de özlü bir zihniyet değişiminden geçmesi gerekiyor.

Daha önemlisi, refah artışının, üçte biri yoksullukla boğuşan Türk toplumunun gelir düzeyinde elle tutulur bir düzelme getirmesi beklentisidir; refah artışının gelir dağılımındaki uçurumu törpüleyecek bir şekilde kanalize edilmesi koşuluyla...

Tam üyelik yolundaki hazırlığın bir diğer sonucu, kuralları eğip bükmeye yatkın Türk toplumunun artık kurallarla yaşama yönünde disiplin edecek olmasıdır.

Galiba, bütün sürecinin en zorlu eşiği, Türk toplumunun bu alandaki kalıtımsal davranış kalıplarının nasıl kırılacağı noktasında yaşanacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları