Kadınları çirkinleştirmeyen içki Şampanya

Ördek carpaccio ile başladık: On üstünden on. Bebek ıstakoz ve balkabağı ravioli ile devam ettik: On üstünden yedi. Kağıtta kuşkonmaz ve kalkan balığı filetosu: On üstünden sekiz. Ben orada durdum. Zencefilli şurup ile verilen taze mango tatlısına uzaktan baktım: On üstünden yirmi.

Günlerdir kitaplarla didişiyordum. Kutu aç, kutu kapa. Yorgundum. Eğilip kalkmaktan bitap. Üstelik bunca didişmeye karşın sonuç hüsrandı. Odada adım atılmıyor, ancak kitap öbeklerinin üzerinden atlanıyordu. Belliydi, olmayacaktı: Santimi hesaplanarak yaptırılan yeni kitaplık, kitapların hepsini almayacaktı. Ayıklanmaları gerekiyordu. Ama nerede bende o yürek? Bunca yıl birlikte yaşamışız. Her birinin yeri ayrı. Elim gitmiyor. Bir ara gözüme Madame de Sevigne’nin Mektupları ilişti. Cilt cilt. Bunları bir daha okur muyum diye sormamla cevabı da verdim: ‘Hayır.’ Galiba ölçüt bu olmalıydı: Bir daha okunmayacağı bilinenler kutulara konulmalı ve gerekli yerlere dağıtılmalıydı. Karar vermiş insanların rahatlığıyla hazırlandım ve kitap labirentini arkamda bırakıp akşamki davete yollandım.

AVRUPALININ BAYILDIĞI İÇKİ

Davet köpüklü bir davet.

Dom Perignon’un 1996 hasadının tadım daveti. Margaux’da yemek yenilecek ve belli bol bol şampanya içilecek.

Şampanya Türklerin sevdiği, bildiği bir içki değildir. Düğün, davet, kutlama ve THY’nin dağıttığı bedava kadehler dışında sanırım çok şampanya içen yok. Dünyada da bu böyle demeyin. Evet belki şampanya ve kutlama ayrılmaz ikilidir ama Avrupa’da şampanya bir şey kutlanmıyorken de içilir. Yemek öncesi, yemek sonrası, kahvelerde, barlarda... İsteyen şişe patlatır, isteyen kadeh alır. Farklı adlarda, farklı tatlarda çeşit çeşit kokteyli yapılır. Şampanya onlar için coğrafi bölge adı değil, çocukluklarından beri her pazar içmeye alıştıkları içkidir.

Aslında orada da gelenekler değişti. Taşra dışında evlerde pazar yemekleri yenmiyor artık. İnsanlar lokantalara gidiyor. Kimileri tek başına kimileri çocuklarıyla, arkadaşlarıyla. Ama şampanya hálá bu yemeklerin olmazsa olmazı. Eskisi gibi yemek üstüne değil, giriş içkisi olarak içiyorlar. Ama içiyorlar. Çok gelen gidenleri olmasa da, mutlaka buzdolaplarında soğuk bir şişe duruyor. Herkes birbirine keşfettikleri küçük üreticilerin adını veriyor. Şu şampanyayı şuradan şu kadara aldım böbürlenmesi bitmiyor. Kısaca Fransızlar şampanyayı seviyor.

Fransızların şaraptaki üstünlükleri bir süredir sallantıda. Yeni dünya şarapları tahtlarını salladı. Ama şampanya konusunda içleri rahat. Bugüne kadar onlarınkinden daha iyi şampanya yapılmadı. Dom Perignon da en iyilerden.

Margaux’daki davet de Dom Perignon daveti. Üstelik en iyi hasat olan 1996 yılı için.

Hepimize kolay gelsin!

Girer girmez Kemal Koç’u, mekanın diğer ortağı ve Bt Pazarlama’nın sahibi Burak Türeci’yi gördüm. Bt firması Türkiye’ye Moet Chandon ürünlerinin yanı sıra çok sayıda içki ithal eden bir firma. Bt’nin halkla ilişkilerini Gülay Kamaz yapıyormuş. O gece tanıştık.

Yemekleri Mike Norman hazırlamış; İstanbul’un en tanınan yabancı şeflerinden Mike Norman... İçim rahat, tüy gibi yemekler yapar. Bir aydır çektiğim çilenin sonunda hem damağım şenlenecek, hem de ihanetin bedeli ağır ödenmeyecek. Dom Perignon’a gelince, orada elim kolum bağlı: Belli gece boyu art arda içilecek.

Bara geçer geçmez ilk kadeh geldi. Altın pırıltısı. Sonra ikinci. Sonra üçüncü. Sonra... saymayı bıraktım. ‘Verdiğin bütün kiloları alacaksın’ deseler de içerim. İçtiğimiz gerçekten müthiş bir şampanya. İçmemek için şampanya sevmemek gerekir, ki bu da benim durumuma uymuyor. Boş verdim. Yarına Allah kerim.

Biraz sonra birlikte İspanya turu yaptığımız arkadaşlarım da gelince kare tamamlandı. Masalara geçtik.

Masada Dom Perignon Bölge Müdürü François Laurent Vitrac da var. François ilginç biri. Altı aydır İstanbul’daymış. Üç yıl daha kalacağı için sevinçli. Türkçe’yi henüz öğrenememiş. Bir Fransız için fazla iyi, akıcı İngilizce’si ve konuşur konuşmaz ciddi bir aileden geldiğini anladığınız tumturaklı Fransızca’sı var. İsviçre’de doğmuş. Annesi Alman, babası Fransız’mış. Paris’te okumuş. En iyi iş adamlarını yetiştiren Essec’ten mezun olmuş. Sonra ailesinin yanına, Kaliforniya’ya taşınmış ve oradaki aile işletmesinde çalışmış. Aile ne ile mi uğraşıyormuş? Elbette şarap ve zeytinyağı ile. Sonra Moet-Chandon’da işe başlamış ve bölge müdürü olunca da İstanbul’a taşınmış.

Henüz bu şehri ve insanlarını yeterince tanımadığını söylüyor. En kısa zamanda Türkçe derslerine başlayacak ve şehri Beyoğlu ve civarı dışında da adım adım dolaşacakmış.

1996 yılının neden böylesine önemli bir yıl olduğunu sorunca, ‘O yıl beklenmedik işler oldu’ dedi. Ocak ayı ılıman geçmiş. Şubatta sıcaklık -18’e inmiş. Mart, mart gibiymiş. Nisan coşmuş. 27 dereceye çıkan sıcaklık herkesi kaygılandırmış. Mayıs ayında gene don, yağmur, dolu. Haziranın yarısı yaz olmuş yarısı kış. Bütün yaz bu böyle devam etmiş. Bir sıcak bir soğuk derken ve bütün üreticiler elleri şakaklarında ne olacak diye beklerken, bağbozumundan önceki günlerin dengeli havası o güne kadar görülmemiş mükemmellikte üzüm almalarını sağlamış. Ve bu dengesiz yılın hasadı uzun yılların en iyi hasadı olarak taçlandırılmış. İçtiğimiz işte bu şampanya.

ŞAMPANYA EFSANELERİ

François geride beyaz şeftali, limon vanilya ve biber aromalarının olduğunu söyleyince anlamak için bir kadeh daha içiyoruz. Kadehler boşalmıyor, laf dönüp dolaşıp şampanyaya bağlanıyor.

Evet, şampanya şişelerini belirli bir açıyla çeviren adamlar varmış. Günde kırk bin şişe çevirirler ve bu iş için yüklü maaşlar alırlarmış. Kırk bin şişe çevirdikleri için değil. Elleri titremeden hepsini bir hamlede aynı açıda döndürdükleri için. Evet, Napolyon’un gözdesi Josephine, her ne kadar sevgilisi ‘Aman yıkanma, geliyorum!’ diye mektuplar da yazsa, şampanya banyosu yaparmış. Evet, Madame de Pompadour, ‘İçtikten sonra bir kadını çirkinleştirmeyen yegane içki şampanyadır’ demişmiş...

Eve döndüğümde mutlu ve neşeliydim. Labirente girdim. Kutusuna henüz yerleştirmediğim Madame de Sevigne’nin Mektupları bana bakıyor. İster misin dedim, o da şampanyaya övgü düzmüş olsun? Karıştırmaya başladım. Şampanyayla ilgili bir söze rastlamadım ama sabahı ettim. Bir daha bu kitapları okumam mı demiştim? Anlaşıldı, sabah ilk iş İsmail Usta aranacak öbür duvara da raflar ısmarlanacak.

Ve Pompadour’u, La Fayette’i, Sevigne’si ile mutlu mesut yaşanacak.
Yazarın Tüm Yazıları