Arabadan inin!

Tavuk konusunda Sayın Bakan Güçlü diyor ki: ‘Toroğlu bildiği dalda konuşsun. O spordan anlar.’ Sayın bakanım, Türkiye’de kanser vakaları çığ gibi büyüyor. Eğer makam arabasından biraz inip, yolda biraz yürürseniz ne demek istediğimi anlarsınız.

ELİMDE bir kitap var. Kapakta bir trafik işareti, kırmızı, içinde ‘Stop’ yazan. Altında ‘Kanser önlenebilir bir hastalıktır’ cümlesi bulunan. Yazarı, Prof.Dr. Samuel S. Epstein... Herkesin mutlak surette okuması gereken kitap. Yazar, resmen salgın bir hastalık durumuna gelen kanserin nedenlerini ve korunma şekillerini anlatıyor. Size içinden bir paragrafı aynen aktarıyorum.

Kanserojen maddelerin, kanserojen olduğunun kanıtlandıktan onlarca yıl sonra kullanımdan kaldırılmasına bir çok örnek veren yazara bir soru yöneltiliyor; ‘Kanser salgınını, sigara genetik veya yaşam tarzı ile açıklayamıyorsak, bunun gerçek nedenleri ne olabilir?’

Doktor Epstein: Üçe ayırmak mümkün. Birincisi, halka bilgi verilmesi durumunda nispeten kolayca kaçınılabilecek olan, özellikle tüketici mallarına ilişkin olanıdır. Tüketici malları derken bir marketten satın alabileceğimiz gıda, kozmetik ürünleri ve tuvalet eşyası (sabun, diş macunu gibi ağız ve vücut temizliğinde kullanılan eşyalardır).

Ve son olarak da ev ürünlerini kastediyorum. Bunların hepsinde de tüketiciler, oluşturdukları kanser riskleri konusunda bilgilendirildiğinde bu malları boykot edebilir ve bunların yerine daha güvenli olanlarını satın alabilirler. Bu durumda bu güvensiz ürünlerin üreticileri, ürünlerinin boykot edilmesiyle cezalandırılacaktır. Yanlışlarını temizlemeleri için bu güçlü bir etki olacaktır. Ancak Amerikan Kanser Kurumları, tüketicileri bu bilgilerden mahrum etmektedir.

Konuşurken duyulsa

Epstein
’a bir soru daha yöneltiliyor; ‘Demokrasiyi nasıl tanımlarsınız?’

Demokrasiyi tanımlamanın yollarından biri de tüketicilerin bilme hakkı. Sağlıklarını ve refahlarını olumsuz etkileyecek şeyler hakkında bilgi sahibi olma hakkıdır. Ama yılda 4.6 milyar dolar ayrılan kanser kurumları, bu bilgilere sahip olmasına rağmen bu bilgileri sağlamamakta ve yayınlanan bilgileri de hafife almaktadır...

Türkiye’de kanser vakaları çığ gibi büyüyor. Bırakın yetişkinleri 6-7 yaş çocuk gruplarında bile büyük artış var. Neredeyse 3 erkekten 2’si veya 3 kadından 1’i hayatı boyunca kansere yakalanmakta.

İnsanlar konuşurken söylediklerini duyabilseler, çok şey konuşmazlar. Dünkü gazetelerde ve televizyonlarda Tarım Bakanı Sayın Sami Güçlü’yü hayretler içinde izledim. Tavuk konusunda sayın Sami Güçlü diyor ki: ‘Erman Toroğlu bildiği dalda konuşsun. O spordan anlar.’ Bakın sayın bakanım. İkimiz de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin birer ferdiyiz. Şu anda aramızda yetki olarak bir fark var. Siz bakansınız, ben vatandaş.

Yaşamaya çalışanlar

Ama sayın bakanım, kamuoyunu şimdi isterseniz biraz aydınlatalım. Allah uzun ömürler versin, siz 1950 yılında Konya’da doğmuşsunuz. 1968-1973 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okumuşsunuz. Sonra da bilim adamlığını seçip, iktisat dalında profesör olmuşsunuz.

Sayın bakanım, ben de 1948 Mersin doğumluyum. Sizinle aynı yıllarda Ankara İktisat Kamu Yönetimi’ni okudum. Yani ikimiz de iktisatçı sayılırız. Siz ticaret yaptınız mı, bilmiyorum. Ben 20 yıl toptan sebze meyve sattım. Siz üreticilik yaptınız mı, bilmiyorum. Babadan kalma portakal, limon bahçem var. Yani, siz tarım ve hayvancılık konusunda bir iktisat profesörü olarak ne kadar konuşabilirseniz, benim de en az sizin kadar, hatta biraz daha fazla konuşma hakkım ve tecrübem vardır zannediyorum.

Sayın bakanım, siz siyasetçisiniz. Genelde siyasetçileri küçük etnik gruplar seçimlerde maddi manevi olarak desteklerler. Çünkü genelde seçimi kazandırdıkları bu siyasetçileri etnik gruplar kullanacaklardır. Yani, önce ekeceklerdir, sonra biçeceklerdir. Ama sayın bakanım, öbür tarafta da yaşamaya çalışan 75 milyon insan var.

Sessiz çoğunluk

Sayın bakanım, nerede ne konuşulacağını çok iyi bilirim. Defalarca söyledim, yazdım. Yine aynen söylüyor ve yazıyorum. Bazı şeyleri kabul edelim ki, üzerinde araştırma yapalım, doğruya varalım. Ama sizin dediğiniz gibi her şey mükemmel, güllük gülistanlıksa zaten söylenecek fazla bir şey kalmıyor. Bu ülkede patlayan nükleer santralin çayını içen ve içiren bakanlar gördük. Ben demokrasi hakkını kullanarak ve çok kontrollü konuşup yazarak, sesini fazla çıkaramayan, bazen de duyuramayan halkı biraz uyandırmak istedim.

Şunu hiçbir zaman unutmayın, sessiz çoğunluk çok önemli. Eğer makam arabasından biraz inip, yolda biraz yürürseniz, kahvelere köylere biraz giderseniz, bu söylediklerimin ne demek olduğunu daha iyi anlarsınız.

Aynı suça 2 ceza olmaz

BU seneki disiplin cezaları hem kulüplerin hem de federasyonun başını çabuk ağrıtmaya başladı. Futbol Federasyonu’nun sezon başında planladığı bir sezonluk ceza geliri iki hafta önce hedefine ulaştı. Kulüpler diyorlar ki, hem Meclis’ten çıkan bir kanun var, hem de federasyonun çıkarttığı bir yönetmelik.

Tribünde bazı seyirciler münferit hareketler yapıyorlar. Kamera ile tespit edilen bu şahıslara hem para cezası, hem maçlara girmeme cezası veriliyor. Bu taraftara kulübü de sahip çıkmamışsa eğer, bu işlem burada kapanmalı. Ama maalesef Futbol Federasyonu daha da ileri giderek bu seyirci yüzünden bu defa yönetmeliği uygulayıp kulübe bir ceza kesiyor. Bu hukuka aykırı. Aynı suça iki ceza olmaz. Aslında sınırlarının ve hedeflerinin yeniden belirlenmesi gereken bir durum. İlerideki haftalarda daha da baş ağrıtacak gibime geliyor.

Zeki Çol birini bırakman gerekmez mi?

ZEKİ Çol’u severim. Eski de arkadaşım. Taa faal futbolculuk devrinden. Yani milattan önce. Futboldan sonra Tercüman gazetesinde yorumculuğa başladım, ondan sonra da hakemliğe. Hakemlikte yükselmeye başladığımda hakkımda da yazılar çıkmaya başladı: ‘Hem savcı, hem hakem olamazsın. Birinden birini bırak Erman’. Gazetedeki görevimden ayrıldım. Ayrılmasaydım, kimse bir şey diyebilir miydi? Hayır, ama etik olarak öyle düşündüm.

Zeki Çol’un da etik değerlere çok önem verdiğini bilirim. Şimdi kendisi hem gazetedeki görevine devam ediyor, hem de Futbol Federasyonu’ndaki basın danışmanlığına. Ne dersin Zeki, birinden birini bırakman doğru olmaz mı? Çünkü gazetelerde çıkan haberler veya televizyonlarda Milli Takım futbolcularıyla yapılacak röportaj ve haberlerde olan! veya olacak spekülasyonlara değer mi? Böyle bir tabloda iki tarafta da görev yapmaya devam etmek, doğru mu... Ne dersin Zeki, ben arkadaşınım...!

Naklen yayından MHK de pay alsın

MERKEZ Hakem Komitesi’nde görev yapan arkadaşların para almalarından yanayım. Hem de hepsinin. Naklen yayınlardan futbola bu kadar çok para akışı sağlanıyorsa, bundan iki kepçe de hakemlerin tenceresine konsun. Hem MHK üyeleri buradan maaşlarını alsınlar, hem de geri kalan para, hakemlerin eğitimine harcansın. Hakem, Futbol Federasyonu’ndan para alırsa haliyle ona bağımlı kalır.

Şikenin çok konuşulduğu, bahislerin fazlaca oynandığı bir ülkede, hakemliği bıraktıktan sonra MHK’de görev alanların mutlak surette mal beyanı vermeleri gerekir. Altını çizerek söylüyorum. Yalnız kendilerinin değil, eşlerinin ve çocuklarının üzerinde olan mal varlıkları da araştırılmalıdır. Araştırılmalıdır ki kafada sorular kalmasın.
Yazarın Tüm Yazıları