Hükümete düşen AB görevi

AB Komisyonu’nun Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasını tavsiye etmesine ulusça çok sevindik. Yalnızca Türkiye’deki reformların başarısı değil, aynı zamanda Türkiye’nin stratejik olarak Avrupa’ya aidiyeti de bu kararla tescil edilmiş oldu.

Gelgelelim, Komisyon’un Türkiye ile ilgili bazı yaklaşımlarındaki tersliklerin bir bölümü, yaşadığımız coşku havası içinde dikkatlerden kaçtı ya da yeterince bunların üstünde durulmadı.

Aradan iki hafta geçtiğine göre, bu yaklaşımları şimdi biraz daha soğukkanlı bir şekilde irdeleyebiliriz.

Olumsuzlukların başında, tavsiye metninde Türkiye’nin tam üyeliğinin ‘ucunun açık bırakılmış’ olması geliyor.

AB Komisyonu, Türkiye’den önceki aday ülkelerle tam üyelik müzakereleri için yola çıkarken ‘bu müzakerelerin sonucunun ucu açıktır, Avrupa kamuoyuna duyurulur’ şeklinde bir ihtiyat payı bırakmamıştı.

HELSİNKİ’NİN GERİSİNE DÜŞMEK

Bu dipnot, Türkiye’ye tam üyelik statüsünün tanındığı AB’nin 1999 yılındaki Helsinki zirvesinde kabul edilen kararda yer alan ‘Türkiye’ye diğer adaylarla eşit kriterler üzerinden muamele yapılacaktır’ taahhüdünün gerisine düşüyor.

Karardaki ‘Müzakerelerin ve onaylama sürecinin sonucu ne olursa olsun, Türkiye’nin Avrupa yapılanmaları içinde sağlam bir şekilde demir atmış olması sağlanmalıdır’ ifadesi de yine ‘ucu açıklığın’ bir başka yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

Bu ifade, gelecekte, Türkiye’ye tam üyelik yerine ‘özel statü’ verilmesi yolundaki tavırları cesaretlendirebilir.

Tam üye olduğu takdirde bile Türkiye’nin serbest dolaşım hakkına ‘kalıcı sınırlamalar’ getirilebileceğinin, daha doğrusu bu hakkın hiç verilmeyebileceğinin vurgulanmış olması, ayrıca müzakerelerin sonunda referandum yolunun açılması da yine daha önceki adaylar için kullanılmamış olan ve Helsinki’nin gerisine düşen formülleri gösteriyor.

BAŞLIKLARIN AÇILABİLMESİ İÇİN ÖNKOŞULLAR

Tam üyelik müzakerelerinin mekanizmalarına ilişkin teknik ayrıntılara inildiğinde, rahatsız edici başka ifadelerle karşılaşılıyor.

Bu mekanizmalar, müzakerelerin konu alacağı 31 başlığın (chapters) açılıp kapatılmasına ilişkin usulleri düzenliyor. Tam üye olabilmek için her bir başlığı kapatmak, yani o başlıktaki iç mevzuatı AB müktesebatı ile uyumlu hale getirmek gerekiyor.

Burada işin püf noktası, bir başlığın resmen açılabilmesi için -belli konularda- önkoşul olarak Türkiye’ye kat edilmesi gereken belli aşamaların (benchmarks) gösterilecek olmasıdır.

Tavsiye kararının 8. sayfasında, bu aşamalar ‘Yasaların müktesebata uygunluğu ve uygulamada tatmin edici sonuçlar alınması’ şeklinde tanımlanıyor.

Türkiye bu aşamaları geçmeden bir başlığın açılabilmesi mümkün olmayacaktır. Yani, Komisyon ve Konsey, her bir başlığın açılabilmesi için her seferinde yeni koşullar öne sürebilecektir.

Oysa bundan önceki uygulamada söz konusu ‘aşamaları geçme’ ölçütü yalnızca bir başlığın kapatılması için gerekli görülüyordu.

Türkiye’nin durumunda, bu ölçüt yalnızca başlığın kapatılması değil, başlığın açılması için de koşul haline getirilmiş oluyor.

ERDOĞAN VE GÜL’E DÜŞEN GÖREV

Örnek vermek gerekirse: Tavsiye kararında, ekonomik boyutu olan başlıkların açılabilmesi için ‘Türkiye’nin işleyen bir piyasa ekonomisine sahip olması’ koşulunun aranacağı belirtiliyor.

İlerleme Raporu’na bakıldığında, ‘Türkiye’nin işleyen bir piyasa ekonomisine doğru önemli bir ilerleme kaydettiği’ belirtiliyor. Yani, henüz bu hedefi (aşamayı) karşılayacak noktaya gelmediği söylenmiş oluyor.

Bu durumda tam üyelik müzakereleri başladığında, ekonomik başlıkların açılması için Türkiye’nin daha uzun bir süre beklemesi, daha doğrusu AB’nin ‘Türkiye artık işleyen bir piyasa ekonomisi haline geldi’ kanaatine varması gerekecek.

Buradaki ifadeler iyi niyetli bir şekilde yorumlanmadığında tam üyelik müzakerelerinin çok uzun bir zaman almasına yol açabilir.

AB zirvesinin Türkiye ile ilgili kararı alacağı aralık ayı öncesinde AKP hükümetine düşen önemli bir görev var: AB Konseyi’nden bu çifte standartlı yaklaşımlardan arınmış, doğrultusu açık bir şekilde tanımlanmış düzgün bir karar metin çıkartmak.

Bu olumsuzlukların telafi edilmesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül açısından bir prestij sınavı haline gelmiştir.
Yazarın Tüm Yazıları