Bir Türkbükü tarihçesi

Türkbükü 1965-1975 arasında yarımadanın Hakkárisi idi. Şimdi ‘beach’lerin istilasına uğramış olan kıyıda bir balıkçı evi vardı, onun ilerisinde Osman Çavuş’un evi, sonra Mambury’nin kolonyal mimarili evi, Aziz Çalışlar’ın kiraladığı posta müdürünün evi, onun ilerisinde de Elçin-İbrahim Öngüt’ün evleri.

Şimdi lüks villalarla dolu kayalığın tepesinde bir-iki değirmen ve metruk ev vardı. 1977’de Türkbükü’nde elektrik yoktu, çeşme suyu yoktu, rahmetli Günay ile Habibe Hanım’ın aşevinden başka lokanta yoktu.

Leyla Vekilli telefon etti. Bir gece önce, Türkbükü’nde Vivet Kanetti ve Ömer Uluç’la birlikte olduğu akşam yemeğinden sonra burnunun kanadığını, ortalığın kan gölüne dönüştüğünü söyledi. Bir gün sonra gene burun kanamasından hastaneye yattı. Doktor yüksek tansiyon tanısı koydu.

Leyla burnunun kanadığı ilk gece uğradıkları yerlerin adını söyledi, ama ben son beş yıldır Türkbükü sahiline inmediğim için hiçbirini bilmiyordum. Leyla ile hastane odasında eski Bodrum’u, eski Türkbükü’nü andık.

*

Son yıllarda doğaya, insana, etiğe, estetiğe, çevreye saygısız bir naylon kalabalığın prestij mekánı haline getirip kuburunu patlattığı Türkbükü 1965-1975 yılları arasında yarımadanın Hakkárisi idi. O yıllarda insanlar cip kiralayarak Torba’ya, Kefaluka’ya (Akyarlar’a), Turgutreis’e, Yalıkavak’a 1-3 saat arasında giderlerdi. En kabadayısında bir kahve ve aşevi bulunurdu. Bu nedenle insanlar yanlarına kumanya alırlardı. Bodrum-Yalıkavak yolundan Gölköy görünürdü. Hiçbir yerden görünmeyen Türkbükü bir safari pistinin sonundaydı, oraya gitmek kimsenin aklına gelmezdi.

Türkbükü’ne ilk kez 1970 başlarında gittim. Ciple girdik ve hemen çıktık. 1974 yılında Leyla beni götürene kadar bir daha Türkbükü’ne gitmedim. Kıral’ın yönettiği Han’ın barında sık sık rastladığım Elçin Öngüt’e mimar Ahmet Berk bir ev yapıyordu Türkbükü’nde. Yapı malzemesini köye develer taşıyordu.

*

1975’e doğru Bodrum’da rahatımız kaçtığı için kendimize başka yerler aramaya başladık. Ve kendimize kimsenin beğenmediği, mahrumiyet bölgesi Türkbükü’nü seçtik. Leyla’ya göre Türkbükü’ne geliş sıralaması söyle: 1974’ten önce, Hürriyet Gazetesi’nden Semih Yazıcıoğlu ve Felsefeci Selahattin Hiláv, daha sonra Leyla Vekilli ve ben. Leyla’yı Selahattin Hilav götürmüş, beni Leyla götürdü, ben de rahmetli Aziz Çalışlar ile rahmetli Demirhan Genez’i.

*

Şimdi ‘Beach’lerin istilasına uğramış olan kıyı mahrumiyet bölgesi idi. Kıyıda bir balıkçı evi vardı, onun ilerisinde Osman Çavuş’un evi, onun ilerisinde Mambury’nin kolonyal mimarili evi, sonra Aziz Çalışlar’ın kiraladığı posta müdürünün evi, onun ilerisinde de Elçin-İbrahim (İbo) Öngüt’ün evleri. Asıl yerleşim yeri ters yönde, okuldan camiye, Yakamoz lokantasının iskelesine kadardı.

Şimdi lüks villalarla dolu kayalığın en tepesinde bir-iki değirmen ve birkaç metruk ev vardı. Leyla Vekilli 1977 yılında şimdi oturmakta olduğu evin anası yıkık evi satın aldı. Onunla birlikte Jean-Michel Foucault, Annie Khayreddin (Faslı büyük şair Muhammed Hayreddin’in eşi); bunları Uğurcan Özberki izledi.

Jean-Michel ‘Sen de al!’ dedi ama ben de bu evleri satın alanları rahmetli Günay gibi ‘Deli’ olarak görüyordum. Şimdi Ada otelinin önüne giden yolu ancak dağcılar çıkabilirdi. Yeni alınan mülkleri görmek için taa oraya kadar tırmanmamız gerektiğinden Ülker’e bir eşek bulmam gerekmişti. En acar cip şoförleri bile çıkamazlardı o yolu.

*

1977 yılında Türkbükü’nde rahmetli Günay ile Habibe Hanım’ın aşevinden başka lokanta yoktu. Ya o yıl ya da ertesi yıl lokantanın üstüne birkaç oda yaptırdılar. 1977 yılında Türkbükü’nde elektrik yoktu, çeşme suyu yoktu. Günay’ın lokantası eski bir jeneratörle aydınlanırdı. Türkbükü’nde hiçbir şey yoktu, ama Günay’ın balık sandığı vardı. Türkbükü balıkçıları balıklarını Günay’a getirirlerdi.

*

1977’den sonra yavaş yavaş arkadaşlar gelmeye başladı Türkbükü’ne. Böylece ‘Günay Akademisi’ kuruldu. Oya ve Murat Katoğlu, Tülin ve Sina Akşin, Filiz ve Mücap Ofluoğlu, Filiz ve Şahin Yenişehirlioğlu, Önay Sözer, birkaç kez Mümtaz Soysal, Ayla Algan, Selahattin Hilav, Leyla Vekilli, Aziz Çalışlar ve Ülker ile ben... Çocuklarımız!...

1982’den sonra Oktay’ın yönettiği Eda Pansiyon ve barında aynı kadro ile ‘Eda Akademisi’ faaliyete geçti. Kadro hemen hemen aynı kadro. Birkaç yıl sonra aramıza Tansu ve Ertuğrul Özkök de katıldı. Bazen de rahmetli Ahmet Piriştina...

O sıralar Türkbükü’ne Avrupa’nın tanınmış yazarları, gazetecileri, karikatüristleri, ressamları, tiyatrocu ve sinemacıları gelirdi. Basının haberi bile olmazdı. İstemezdik!

21 Ağustos tarihli Sabah Gazetesi’nin magazin muhabirinin ilçeliğe terfi ettirdiği Türkbükü, Maki Oteli’nin patlayan kuburundan yayılan kokularla tütsüleniyormuş.

Türkbükü’nün 30 yıllık geçmişi aklı başında insanlar için çok iyi bir ders kitabı olabilir.

*

Bu yazıyı Türkbükü’ne imrenmesinden korktuğum Gündoğan’a ithaf ediyorum!
Yazarın Tüm Yazıları