Balık isimleri bilmezken piri oldular

Adaşımla (Figen Özdenak) geçenlerde buluştuk ve ikimizin de pek heveslisi olmadığı bir yere, Reina’ya gittik.

İkimiz de Reina’nın içinde bulunan Niş lokantasında çok iyi yemek yendiğini duymuştuk. Denemeye karar verdik. Erken gidelim, kalabalığa karışmadan dönelim istedik, sekiz diye sözleştik. Evde oturup zaman öldürürken neden ben daha da erken gitmeyeyim ki, nasıl olsa bir bar vardır, oturur içkimi içer, Boğaz’a bakar serinlerim dedim, akşamın en güzel saatinde altı sularında Niş’in barına tünedim. İyi ki de erken gitmişim.. Niş’in sahibi Kaya Demirer ile tanıştım, onun serüvenini dinledim.

Kaya ve Gül Demirer Ankaralı. Evlendikten sonra biraz Ankara’da oturup farklı işlerle uğraşmış, sonra babalarından kalan bir mülkü değerlendirmek için Bodrum’a gitmişler. Gidiş o gidiş. Yerleşmişler. Sonra Gümüşlük’te bir lokanta açmışlar. Kaya o günleri anlatırken yemekten nasıl anlamadıklarını, hele balık konusunda külliyen cahil olduklarını söylüyor.

Ama inatları inat: Yemek işini becerecek, balık işini çözecekler. O günlerde neredeyse bir ikisi dışında balık adı bilmeyen Demirerler şimdi balık üstadı olmuş çıkmışlar. En iddialı yemekleri balıklar ve deniz mahsulleri. Nasıl mı olmuş? Deneye yanıla yaka saça, yılmadan, tırsmadan bir gün olsun umutsuzluğa kapılmadan çalışmışlar. Gül, rüyalarında bile yemek gördüğünü söylüyor. Anlayacağınız, bir öğrenmişler, pir öğrenmişler. Gümüşlük’te tutunduktan sonra kış aylarının geçmek bilmeyen Bodrum günlerinden, dinmek bilmeyen yağmurlarından bunalmış, Ankara’ya dönmüşler. Ankara’da açtıkları Karaf öyle tutmuş öyle tutmuş ki iki yıl önce İstanbul’a göçmeleri farz olmuş. Önce Nişantaşı’ndaki Niş’te rüştlerini ispat etmiş, bu yaz da Reina’ya gelmişler. Gene Reina’nın içinde Eren Talu’nun dekore ettiği bembeyaz bir lokantaları daha var: G by Karaf. Orayı, 24 saat kocasıyla birlikte olmanın pek de sağlıklı olmadığını düşünen Gül, kendisine ayırmış. Gül işin yemek faslından sorumlu. Kaya, işletmesinden.

O akşam yediğimiz bütün yemekler gerçekten özel yemeklerdi. Serüvenli yemekler. Kişnişli püre yanında gelen bonfileden ve domuz pirzolasından tattım. Enfesti. Benzer lokantalarda hep aynı yemekleri yemekten sıkılanlara şiddetle öneririm. Yer güzel, nasıl güzel olmasın, Boğaz’ın üstü, fiyatlar adam başı 50, 60 milyon civarı ve erken giden erken kalkanlar için neredeyse sakin. Bunlara kefilim. Gerisini görmedim, bilmem. Gece yarısına doğru akın akın insanlar gelmeye başlıyor, adım atacak yer kalmıyormuş. Dans ve eğlence alıp başını gidiyormuş. Benim gibi yemek yer yemez evinin yolunu tutanlardan değil de, eğlenmeyi sevenlerdenseniz, önce yemeğinizi yer, sonra bol bol dans edersiniz. Anlatılanlara bakılırsa çok kişi de bunu yapıyormuş. Tatlı yerine samba. Neden olmasın?

Yemeği çatalının ucuyla yiyenlerle tabağı sıyıranlar...

Kendi de dili ve düşünceleri kadar renkli olan babaannem, insanları benim içinden çıkamadığım sınıflara ayırır; kimin kiminle anlaşacağının, kimin kimle bozuşacağının, kimin kime aşık olacağının, kimin kimden ayrılacağının, kimin neyi başaracağının, kimin nerede tökezleyeceğinin önceden bilinebileceğini söylerdi. Hayretten ağzım açık onu dinlerken o da hayretle bana bakardı. Şunun şurasında anlaşılmayacak ne vardı? İnsan dediğin, diş macunu tüpünü ortadan sıkanlarla dibini kıvıranlar, yemeği çatalının ucuyla yiyenlerle tabağı sıyıranlar, önüne bakarak yürüyenlerle arkasını kollayanlar gibi dallara ayrılırdı. Bunlara gözünün akı beyaz olanları, ölü balık gibi bakanları, ellerini ovuşturanları, c ile ç harfini karıştıranları, tırnaklarını kesenlerle kemirenleri, içki kadehini tüy gibi tutanlarla silah gibi kavrayanları, otururken bacak bacak üstüne atanlarla ayaklarını sallayanları ve daha binlercesini kattığınızda ortaya sadece onun bildiği bir tipoloji atlası çıkardı ki, anlamamakta haklıydım...

Önceleri gülüp geçtim.

Sonra kehanetlerinde çok da yanılmadığını görüp dehşete düştüm.

Hiç unutmam bir gün, ikisinin de adı Deniz olan ve bence birbirlerine hiç mi hiç uymayan arkadaşlarım evlenmeye karar verdiğinde, adaşların birbirlerine benzemeyen benzer insanlar olduklarını söylemiş, bu iş yürür demişti.

Dediği çıktı.

Aklımda yer etmiş olmalı.

O gün bu gün ne zaman bir Figen’le karşılaşsam dikkat kesilirim. Şimdi düşünüyorum da Fügen’leri dışarıda bırakırsam iki tane Figen ile tanışmışım. Biri Mirel, diğeri Özdenak.

Figen Mirel ile benzer miyiz? Hem evet hem hayır.

Ya Özdenak ile?

O da öyle.

HUYUMUZ FARKLI AMA SUYUMUZ AYNI

Kimi gün adımı bile hatırlamakta zorlanan ben, Figen Özdenak ile tanıştığım geceyi dün gibi hatırlıyorsam eğer, bunda hurafi babaannemin de rolü olmalı.

Kaç yıl oldu? On beş mi, yirmi mi? Zaman silinmiş.

Anlamsız bir yılbaşı partisinde, insanlar eni konu eğlenirken boğulacak duygusuna kapılmış, nezaketen de olsa saatin on iki olmasını bekleyemeden kapıya doğru seğirtmiştim ki, dört kişilik bir kadınlar grubuyla burun buruna geldim. Canan, Nurçin şimdi adını anımsayamadığım başka biri, bir de heybetli Figen.

Partiye boş vermiş, geceye birlikte devam etmiştik.

Tanışmam o yılbaşı gecesine rastlar da, tanımam yıllar aldı.

Ve rahmetli babaannem bir kez daha haklı çıktı.

Ben ne kadar tembelsem, o, o kadar çalışkan, ben ne kadar hırssızsam, o, o kadar hırslı, ben ne kadar huysuzsam, o, o kadar huylu, ben ne kadar dağınıksam, o, o kadar toplu, ben ne kadar şuursuzsam, o, o kadar şuurlu, ben ne kadar şuysam o, o kadar budur. Adlarımız dışında benzer yanımız yok gibi durur.

Ama bu, işin yazı tarafı.

Turasına gelince: Huyumuz farklı ama suyumuz aynı.

Onun sevdiğini ben de severim.

Beğendiğini, beğenirim.

Figen Özdenak kim midir?

Figen Özdenak, Figen Özdenak’tır.

Adının önüne modacı, tasarımcı gibi yaftaların yapıştırılmasını sevmeyen, isminin bilinmesindense işinin yürümesini yeğleyen, arada da Türkiye’nin en hoş kadınlarını giydiren başarılı bir iş kadınıdır.

Elbette bütün müşterileri arkadaşı değildir ama bütün arkadaşları müşterisidir.

ERKEKSİ GİYİNEN DİŞİ KADINLAR

Butiği sadece elbise satılan bir yer değildir. Onun imzasıdır, adresidir. İçeri girer girmez Figen’in dünyasına girersiniz. Ve orada onun sözünü dinlersiniz. Kimseyi hoşnut etmeye çalışmadığı gibi pohpohlanmayı da beklemez. Hatırlı biri istedi diye çizgisinden ödün vermez. Moda da olsa fırfır, dantel, volan sevmez, modellerine gereksiz ayrıntı eklemez. Onun kadınları erkeksi giyinen dişi kadınlardır. Tiril kumaşları seven, tüy kaşmirlere bürünen kadınlar. Olduk olmadık yerde açılmayan, dökülüp saçılmayan kadınlar. Dişiliklerini dekoltelerde aramayan, içlerinde taşıyan kadınlar.

Onunla çalıştıkları dönemde ince bir zarafete bürünüp, ayrıldıklarında asıllarına dönen az buz ünlü tanımadım ben.

Müthiş çalışkandır. Ve çalışkan insanların asla beceremediği bir şeyi becerir: Kendini şımartır, zaman ayırır.

Benim niye okuduğunu asla anlamadığım kitapları okur, çok anladığım seferlere çıkar.

Yorgun argın eve dönerken bile durup taze balığını alır, gider mangalını yakar.

Uzun yürüyüşlere bayılır.

Dostları ve kardeşlerine zaman ayırır. Hepsine yetişir.

Ve neredeyse iki yılda bir ev değiştirir.

Mükemmeliyetçidir: Ayrıntıları savsaklamaz ama yanlış yapmaktan da korkmaz.

Ne istediğini bilir. Kolay söz vermez ama verince tutar. Kolay beğenmez ama beğenince söyler, kolay sevmez ama sevince sever.

Sıfırdan başlayıp bu güne gelmiştir. Kendini değiştirmiş, yenilemiştir.

Başarılıdır. Ve bence en büyük başarısı Çağla’dır.
Yazarın Tüm Yazıları