İkiside aynı kafa

Türkiye’de bazılarının yerden yere vurduğu Lucescu ile Rehhagel’in arasındaki fark ne? Bence aynı. Eğer Rehhagel’i göklere çıkarıyorsanız, Lucescu’ya da fazla vurmamak gerekir.

YUNANİSTAN, Rusya, Fransa ve Portekiz aynı mücadeleyi verdiler. Hepsi aynı ölçüde yoruldu. Aradaki tek fark, takım olmaya kalıyordu. Yunanistan iyi futbol oynamamasına rağmen takım olduğu için başardı. 11 kişi ve teknik direktör aynı kafadan, aynı beyinden düşündükeri için şampiyon oldular. Yunanlılar’da ne Rui Costa vardı, ne Figo, ne Ronaldo, ne Deco, ne İngilizlerin Beckham’ı, ne de Fransızların Zidane ile Henry’si onlarda mevcut. Ama şampiyon oldular. Neden? Futbolun 11 kişi birden defans, 11 kişi birden hücum, yani hep deriz ya, ‘topyekün hücum, topyekün defans..’ Bu sistemle oynadılar ve kazandılar. Ama daha çok defansa ağırlık vererek.

Şimdi Otto Rehhagel’e övgüler yağdırıyoruz. Tamam, Rehhagel başarılı. Aldığı bütün takımları en alttan en üste çıkaran bir teknik adam. En üsttekini alıp daha yukarıya çıkmaya henüz başlamadı. Peki o zaman Türkiye’de bazılarının yerden yere vurduğu Lucescu ile Rehhagel’in arasındaki fark ne? Bence aynı. Hatta Lucescu, Rehhagel’den daha fazla takımına gol attıran bir teknik adam. O zaman sakın ‘dün dündür bugün bugündür’ yapmayalım.

Eğer Rehhagel’i göklere çıkarıyorsanız, Lucescu’ya da fazla vurmamak gerekir. Lucescu’nun futbol anlayışına tenkitler yağdırıyorsanız, sakın Rehhagel’i övmeyin.

Rehhagel, en az kendi takımını hazırladığından daha fazla rakibini etüd eden bir teknik adam. Çünkü, tehlikeyi çıkartmadan yerinde boğduruyor. Bütün maçlarda bunu yaptı. Rehhagel, gruptan çıktıktan sonra taktiklerini hep tutturdu ama şansı da çok yaver gitti. Hep öne geçti. Gol yiyip geriye düşseydi, ne yapacaktı. Onu hep merak ettim. Aynen devam mı edecekti, yoksa oyunu risk mi edecekti.

Peki, seyirci Dünya Kupaları’nda, Avrupa Kupaları’nda hangi takımı ister... Brezilya’sız bir Dünya Şampiyonası’nı ben düşünemiyorum. Neden? Çünkü göz zevkimi gideriyorum. Bu turnuvalarda göz zevkini okşayan tek takım vardı. O da Çekler’di. Ama onlar da hep hücum edelim dediler, hiç arkalarını düşünmediler. Bir yediler, kıçüstü oturdular.

Teknik adam baskısı

PORTEKİZ’deki Avrupa Futbol Şampiyonası başlamadan önce Yunanistan’a bahis oynayanlar, trilyonlar kazandı. Çünkü favoriler kaybetti, hiç şans verilmeyen Yunanistan kupanın sahibi oldu.

Peki, bu nasıl oluyor? Şöhretli oyuncuların forma giydiği, kaliteli takımlar niye erkenden elendi. İz bırakan bir Çekler, bir de Yunanlılar var. Benim aklıma bir üçüncü takım gelmiyor.

Bu turnuvaya belki de gelmeyecektim. Ama, Çek takımının gruplardaki maçlarını gördükten sonra, onları canlı seyretmek benim için farz oldu.

Avrupa’da futbol bu noktaya nasıl geldi?

Artık, aynı tarz oyuncu yetiştiriliyor. Fizik- kondisyon- dayanıklılık iyi olmalı. Hep bunların üzerine antrenman yapılıyor. Tıpcılar da futbolcuların sakatlanmaması için gerekli önlemleri alıyorlar.

Peki, hani bu futbolcularının şahsi becerilerinin geliştirilmesi ve öne çıkarılması. Onlara serbest oynama imkanı verilmesi. Yook...

Eskiden sucuk yapmak bir maharetti. Şimdi neredeyse canlı bir ineği makinenin içine sokuyorsun öbür taraftan sucuk olarak çıkıyor. İşte futbolcular da aynı durumda. Yaratıcı futbolcu yok ve yetişmiyor. Neden? Teknik adamların baskısından. Koca turnuvada bacağına kıramp giren bir futbolcuya rastlamadım. Ama 3-4 kişiyi çalımlayıp, gol atan oyuncuyu da görmedim.

Hoşgörü farkı

Portekiz enteresan bir ülke. Sıcak desen, sıcak değil. Arada soğuk oluyor desen, o da değil. Kara iklimine okyanus çok fazla etki ediyor. Rüzgar estiği zaman denizi hissediyorsunuz, suyun soğukluğunu hissediyorsunuz. Restaurantları kifayetsizdi. Dayak mı yedik, yemek mi yedik belli değil. Statlardaki gidiş-geliş mükemmeldi. Özellikle Lizbon’da. Çünkü metro vardı ve Portekiz’in en artı grubu taksiler vardı. Tertemiz düzgün şoförler ve ucuz. Polis derseniz, bir felaket. Sahaya plastik şişe ile su almadılar. Suyun kapağını açtık attık, gene almadılar. Polisin biri benim göğüs cebimden kalemi almaya kalktı, allahtan amiri engel oldu. İnsanları müthiş hoşgörülü, hepsi gülüyorlar, kimse ile kavga etmiyorlar. Hatta tepki olarak alkışlıyorlar. Oteller bir felaket. Tam soygun yerleri. 60-70 euroluk otellere, 400-450 euro verdik. Bu odalarda mini barlar yoktu, buz istedik getirmediler. Ama UEFA için bunların önemi yok. Onlar nasıl olsa iyi otellerde kaldılar, güzel ağırlandılar. Bence statların güzelliği dışında futbol dahil sonuç dahil, yemek dahil, otel dahil hiç kimse keyif almadı. Yani kötü bir Avrupa turnuvası geride kaldı. Bu turnuvayı Portekiz yapıyorsa, biz çok daha iyisini yaparız. Burada bir korkum var. İnsanlarımızın Portekiz insanı gibi hoşgörülü olmaması.

Sizin takım olsaydı

Sokaklarda konuştuğum baz Yunanlılar diyorlar ki, sizin milli takım olsaydı, biz bu başarıyı sağlayamazdık. Evet, bizdeki Emre, Hasan Şaş onlarda yoktu. Ama onlarda Otto Rehhagel, bizde ise Şenol Güneş vardı. Güneş ne de olsa milli takımımızı dünya üçüncüsü yaptı! Şimdi onu hangi takım aldı, bilemiyorum. Takımını dünya üçünsü yapan teknik direktör şimdilik boşta. Otto Rehhagel ise paylaşılamıyor.

Bitse de gitsek

Aslında bu turnuvalardaki yıldızlar, Avrupa’nın üst düzey takımlarında oynuyorlar. Sezon içinde o kadar yüklü programları var ki, ve işin ucunda o kadar büyük paralar kazanıyorlar ki, kendilerini bütün güçleriyle oraya veriyorlar. Yazın göbeğinde, tam dinlenme zamanında oynanan bu turnuvalar onlara angarya geliyor. Sakatlanmaktan da korkuyorlar. Artı bu tip organizasyonlar onlara kariyer olarak fazla bir şey katmıyor. Yani diyorlar ki, ‘turnuva bir an evvel bitse de tatile gitsek dinlensek..’

Dikkatinizi bir şey çekmiştir herhalde. Yavaş yavaş yabancı teknik direktörler milli takımlarda daha fazla başarılı olmaya başladılar. Özellikle İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde yerli dinozorlar hemşehrilerine göz açtırmıyorlar. Veya o dinozorlar istedikleri teknik adamı milli takımlarının başına getirtiyorlar. Bunun son yıllaradaki iki önemli örneği Platini ile Beckenbauer.

Yeni nesil teknik direktörler, kas çalıştırıyorlar, kuvvet çalıştırıyorlar, dayanıklılık çalıştırıyorlar. Ama yaratıcılık veremiyorlar.

Lizbon, Porto ve Faro’da aynı kuruluşun İtalyan restaurantlarına gittim. Dükkanların dizaynı aynıydı. Menülerde fiyatlar da. Üçünde de aynı makarnayı yedim. Ama hepsinde makarnalar farklı farklıydı. Bu da aşçıdan oluyor. Üç yere de aynı aşçıyı koyamıyorsunuz. Onun için de Otto Rehhagel, bu turnuvayı bu farkla kazandı.

Hakemler yaşlandıkça

Bu turnuvada hakemler vasatın üzerine çıkamadılar. UEFA bu sefer doğru bir iş yaptı. Finale Markus Merk’i verdi. Collina ‘Her finali idare ederim’ diyor. Arada Frisk kafayı çıkarıyor. Hep şöyle düşünürüm; hakem yaşlandıkça kafasındaki şeytanların adedi de artıyor. Düdüğü çalmadan evvel düşünüyor. Hakem yaşlandıkça maalesef bu böyle. Genç hakem de düşünmeden çalıyor. Ama hiç olmazsa, hata da yapsa tribünlerde bizler, sahada futbolcular onlara inanıyor.
Yazarın Tüm Yazıları