Káşifler Anıtı’nın önünde meditasyon

LİZBON’a ne zaman gelsem hep o aynı duyguyu yaşıyorum. Tatmin olmamış, bastırılmış bir keşif ruhu.Yani cesaret edilmemiş bir macera duygusu.

Şimdi aradan kaç yıl geçti tam çıkaramıyorum.

Buraya en son geleli ya 3 ya da 4 yıl oldu.

Kaldığım otelden çıkarken daha ilk adımda okyanustan gelen rüzgárı hissediyorum.

Rutubetsiz bir rüzgár.

Ne sıcak, ne soğuk...

Ama yüzlerce rüzgár arasından gözüm kapalı rahatlıkla ayırabileceğim bir esinti.

Çünkü Akdeniz’de böyle bir rüzgár yok.

Her gelişimde Káşifler Anıtı’nın önüne gidip yarım saatlik bir meditasyon seansı yaparım.

* * *

Káşifler benim vekálet verdiğim maceraperestlerdir.

Benim açılamadığım denizleri, geçemediğim çölleri göze alan cesur insanlar.

Bizim gibi hayatın daha az riskli bölgelerini tercih eden insanların avukatları.

Bu defa Lizbon’da meditasyon seansım başka canlılara da kayıyor.

Mesela, kargalara ve özellikle de sığırcıklara.

Çocukluk yıllarımda Akhisar’da dedemin bağında günlerce gözlemlediğim o ilginç kuşlar, dün Lizbon’da yine düşüncelerime giriyor.

Sebebi de, dünkü Hürriyet Bilim Eki’nde sığırcıklarla ilgili okuduğum bilimsel araştırmalar.

* * *

‘Ben kuş beyinli değilim’
başlığı altındaki bilimsel araştırmalarda, sığırcıkların ve öteki kuşların çok ilginç tarafları ortaya çıkarılmış.

Mesela, hayatlarıyla ilgili en önemli kararları nasıl veriyorlar?

Kuşların en fazla karşı karşıya kaldığı seçenek şuymuş:

Ya yerdeki solucanlarla yetinecek ya da tünediği bir dalın üzerinden atmaca gibi böcek avlayacak.

Araştırma diyor ki, kuşun bu konuda alacağı karar risk karşısındaki tutumuna bağlıdır.

Yani, sığırcık risk almak istemiyorsa hayatı boyunca bulduğu solucanlarla yetinecek.

Ama risk alırsa, yiyecek yelpazesini genişletecek ve daha lezzetli yiyecekler bulacak.

Tıpkı insanlar gibi...

Her zaman bulduğu ile yetinenler ve bulduğuyla yetinmeyip yeni arayışlara girenler...

Mahallesinin tehlikesiz sığ sularından hiç ayrılmayıp bütün hayatını o sıradanlıkla yaşamayı kabul edenler...

Veya küçük kayıklarında her gece sığ sulara dönmeyi kabullenmeyip açık denizlere açılanlar...

Birinciler çoğunlukta. Milyarlarca.

İkincilerin sayısı ise çok az.

Ama insanlık tarihinin hepimize öğrettiği bir gerçek var.

Dünyayı birinciler değil, az sayıdaki ikinciler değiştirebiliyor.

Yani, ‘farklılık adaba aykırıdır’ diye düşünmeyen insanlar.

Dün Káşifler Anıtı’nın önünde bir kere daha saygı duruşunda bulundum.

Onlar Portekizliydi.

Sayıları azdı.

Ama onlar bu sahillerden bütün insanlık adına açık denizlere çıkıyorlardı.

* * *

Lizbon cıvıl cıvıl.

Evlerin çoğunun pencerelerinden Portekiz bayrakları sallanıyor.

Billboardların çoğunda Portekiz Milli Takımı’nın fotoğrafları asılı.

Futbol, Vasco de Gama’yı bile unutturmuş.

Ama aynı sokaklar mavi-beyaz tişörtlü Yunanlılarla da dolu.

Herkes bugünü bekliyor.

Bir kere daha anlıyorum ki, futbol bölünmüş Avrupa’nın en birleştirici sosyal öğesi.

Futbol, milliyetçilik duygusunu tehlikeli bölgelerden çekip daha sakin semtlere getiren çok önemli bir sosyal olgu.

İnsanlar istiklal marşlarını spor sahalarında, savaş meydanlarına göre bile çok daha arzuyla ve coşkuyla söylüyorlar.

Futbol, milliyetçiliği fanatiklerin elinden alıp herkesin ortak malı haline getiriyor.

Milliyetçilik, farklılaşmanın değil birleşmenin aracı haline geliyor.

* * *

Bir zamanlar futbola ‘kitlelerin afyonu’ diyen zihniyeti hatırlıyorum.

Onlardan aramızda hálá var.

İnanmış fanatikler, hálá futbolu, siyaseti ortadan kaldıran bir uyku ilacı gibi görmeye devam ediyorlar.

Oysa uyuyan onlar.

Uyanan ve hiç uyumamış olanlar ise ta başından beri futbolun güzelliğini ve önemini keşfeden insanlardır.

Tıpkı Káşifler Anıtı’nın üzerinde heykeli bulunan o insanlar gibi.
Yazarın Tüm Yazıları