Peki haberci nerede?

“İmralı tutanaklarını kim sızdırdı?”

Haberin Devamı

“Sabotaj mı?”
“Tutanakları BDP’nin içindeki radikaller sızdırdı!”
“Sızdıranı açıklayacaklar!”
Bu haberler, manşetler İnanılır gibi değil.
Herkes sızdırandan söz ediyor.
Tamam da arkadaş haber nerede, haberci nerede?
Öylesine bir “sızdırma gündem” içine düştük ki...
Artık hiçbir habere inanılmıyor.
Sahte krokiler sızdırılıyor.
Sahte telefon konuşmaları.
Fotomontajlar.
Ve bu gürültü içinde habercinin değeri kayboluyor.
Çünkü neredeyse artık kimse muhabirin özel haber çabasına, özel habere inanmıyor.
Muhabirle, muhbir karışıyor.
Böylece gazetecilik değersizleştiriliyor.
Gazeteciliği ateşleyen rekabet duygusu kurutuluyor.
Tek tip habercilik hâkim oluyor.
Sızdırma lafı gazeteciliği yaralıyor. Daraltıyor. Önemini yok ediyor.
Sonuçta Namık Durukan bizim deyişimizle haberi bomba gibi patlatmıştır.

MESELE BİR ADA DEĞİL ANAKARA MESELESİDİR

Tutanaklara dönersek...
Baştan söylüyorum?
İlk andan itibaren barış sürecini destekliyorum.
Çünkü mesele İMRALI gibi bir adadan ibaret değildir.
Mesele anakara meselesidir.
Yani Türkiye’dir.
Mesele bir etnik hareketin silahtan arındırılması değildir.
Mesele bir ülkenin tam demokratik bir sisteme kavuşturulmasıdır.
O ülkede yaşayan tüm halkların kişisel özgürlüklerin anayasal garanti altına alınmasıdır.
Bu nedenle, dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in hazırladığı “dağdan indirme projesi”nden Oslo görüşmelerine kadar her çabayı önemsiyorum.
Çünkü bu meselenin cephedeki askeri cesaretle değil, siyasetteki sivil cesaretle çözüleceğine inanıyorum.
Ve işte avazım çıktığı kadar bağırarak ve alfabemdeki en büyük harflerle yine yazıyorum:
“İnsani sorunları, insansız uçaklarla çözemezsiniz!”
Öcalan’ın BDP heyetine neler söylediği ortadadır.
Hatırlayın.
BDP 18 sayfalık bir çözüm raporu yayınlamıştı.
Bana göre çözüm sürecindeki en önemli çalışmalardan birisiydi.
Çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesi için somut öneriler getiriyordu.
Peki ne yaptık o raporu?
Üzerinde tartıştık mı?
Hayır.
Çünkü korku var.
Çünkü siyaset “BDP öneriyorsa ardında bir bit yeniği vardır” türünden bir paranoyayla tıkanmış durumdadır.
Oysa her toplantıda “sivil anayasa” diyoruz.
Peki neden tartışamıyoruz.
Bir ırka dayalı yurttaşlıktan, anayasal vatandaşlığa doğru herkesin özgürce tartışabileceği bir zemin neden oluşmuyor?
İşte Öcalan’ın söyledikleri...
18 sayfalık çözüm raporundan ne farkı var?
Ama bunları tartışmak yerine “Sızdıran kim” hafiyeliğine teslim oluyoruz.
Bu hafiyelik neyi gösteriyor biliyor musunuz?
Hâlâ sivilleşemediğimizi.
Oysa sivil olmak, yalnızca üniforma giymemek değildir ki.
Sivil olmak bir demokrasi kültürüdür.
Medyaya, habere saygıdır.
Seçilmişlere güvendir.
Şeffaflıktır.
Bu barış sürecini baltalamak isteyenler elbet çıkacaktır.
Yüzlerce milyon dolarlık silah ve uyuşturucu pazarından elbette şeytani saldırılar gelebilir. Ama buna karşı tek gücümüz var.
O da birbirimize inanmaktır.
Kuşkunun bir habis ur gibi içimizde büyümesine izin vermemektir.
Ve eğer özgürlük istiyorsak. Özgürce tartışabilmeliyiz.
Halklar için tam demokrasi istiyorsak, demokrat olmaya önce kendimizden başlamalıyız.
Eğer bu ülkeyi ve çocuklarımızı seviyorsak, inancına, etnik kimliğine, kılık kıyafetine bakmadan önce insanı sevmeliyiz.
Bağımsız medya! Birbirine saygı duyan halkların özgürlüğü!
Vicdanlarda parlayan bir adalet..
Ve özgür siyaset!
Hepimizin güvencesidir.
Vesselam!

Yazarın Tüm Yazıları